Aramak

İbrahim İmamoğlu

Kayıtlarımız Hangi Yönden Gelecek? 

Ameller rıza-yı ilâhîye muvafık ise amel defteri sağ taraftan verilecek, bu kimselerin hesabı kolay olacaktır. Ancak ameller rıza-yı ilâhîye uygun değilse amel defteri sol taraftan verilecektir. Bu kimseler dünyada yaşadıkları rahat, mutlu hayat gibi hesabın da kolay geçeceğini umacaklardır. Ancak böyle olmayacaktır.

Cennet ve cehennem halleri bize bildirilene kadar bizim için gaybî konulardır. Kur’an-ı Kerim’in ve onun mübelliğ ve mübeyyini olan Hz. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bildirmesiyle yaşayacağımız bu hadiseleri bilme imkânına sahibiz.

Bir ömrün bedeli

Cennet ve cehennem, sorumluluk yaşından ölümümüze kadar bütün yapıp ettiklerimizin azap ya da mükâfat karşılığıdır. Kur’an-ı Kerim dünyanın bitişini kıyamet olarak isimlendirir. Sûr’a üflediğinde herkes kabrinden çıkacak ve bir sonraki üflenişte hesap yerine/mahşere gidecektir. 

Mahşerde hepimiz bu dünyadaki amellerimizin sevap veya günah olarak karşılığını bulacağız. Hesap vakti ağızlara mühür vurulacak ve hangi azamız ne yaptıysa onu konuşacaktır. “O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder.” (Yâsîn 65) 

Ameller rıza-yı ilâhîye muvafık ise amel defteri sağ taraftan verilecek, bu kimselerin hesabı kolay olacaktır. Ancak ameller rıza-yı ilâhîye uygun değilse amel defteri sol taraftan verilecektir. Bu kimseler dünyada yaşadıkları rahat, mutlu hayat gibi hesabın da kolay geçeceğini umacaklardır. Ancak böyle olmayacaktır. 

“Helâk oldum, diye bağıracak ve alevli ateşe girecektir. Çünkü o ailesi içinde sevinçli iken hiçbir zaman Rabbi’ne dönmeyeceğini sanırdı. (İnşikâk 7-14) 

Uğur ve uğursuzluk 

Cennetlikler için kitabın sağdan, cehennemlikler için soldan verilmesi, Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette farklı ifadelerle geçmektedir. Sağ tarafta olanın uğur, sol tarafta olanın uğursuzluk getirmesi Kur’an’ın ilk muhataplarınca biliniyordu. Cahiliye döneminde sol kötü olan, sağ iyi olan demektir. 

Cahiliye döneminde Araplar bir işle ilgili fal bakmak istediklerinde büyük putların önüne gelir, ellerinde tuttukları bir kuşu bırakırlardı. Eğer kuş sağ tarafa giderse işin olumlu, sol tarafa giderse sonucun kötü olacağına inanırlardı. Bu uygulamadan hareketle “tâir: kuş” kelimesi uğursuzluk anlamında mecazen kullanıma sahip olmuştur. Bu anlayışa atfen Kur’an-ı Kerim’de mealen; “Elçiler dediler ki: Uğursuzluğunuz (tâiruküm) kendinizdendir. Size öğüt verildiği için mi uğursuzluğa uğramış oluyorsunuz? Hayır! Siz aşırı giden bir kavimsiniz!” buyurulur. (Yâsîn 19) 

Bu ayette “tâir” asıl anlamında uçan kuş demektir. Buna göre Kur’an-ı Kerim muhataplarına şu mesajı vermiştir: Asıl uğursuzluk, bu dünyada adaleti, ihsanı yakın akrabaya vermeyi terk edip, kul hakkını ve Allah hakkını gözetmediğiniz halinizle mahşerde, hesap vaktinde olacaktır. Kitabı soldan verilenler çekecekleri cehennem azabını gördüklerinde toprak olmayı, hiç yaşamamış olmayı, dünyaya geri gönderilip durumlarını düzeltmeyi isteyeceklerdir. 

Asıl uğurlu olmak, mahşerde kolayca hesabı verip, cennete girdirilmektir. Onların cennette daha ilk anda karşılaştıkları muamele hoşnutluk, özel kaplarda sunulan içecekler ve daha önce hiç tatmadıkları meyveler ve leziz yiyeceklerdir. Bunları tattıklarında bir daha oradan çıkmak istemeyeceklerdir.

Buna mukabil asıl uğurlu olmak, mahşerde kolayca hesabı verip, cennete girdirilmektir. Onların cennette daha ilk anda karşılaştıkları muamele hoşnutluk, özel kaplarda sunulan içecekler ve daha önce hiç tatmadıkları meyveler ve leziz yiyeceklerdir. Bunları tattıklarında bir daha oradan çıkmak istemeyeceklerdir. Ancak Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bunun bir istisnasını şöyle bildirmiştir:

“Allah katında kendisi için bir hayır (güzel bir karşılık) bulunan hiç kimse yoktur ki, bütün dünya ve içindekiler kendisine verilse bile tekrar dünyaya dönmek istesin. Ancak şehit hariç. O, şehitliğin faziletini (Allah katındaki yüksek makam ve nimetleri) gördüğünden dolayı dünyaya dönmeyi ve tekrar Allah yolunda öldürülmeyi ister.” (Buhârî, Cihad ve Siyer 21)

Günahların ağırlığı altında

Kur’an-ı Kerim’de hesabı zor olacaklar için muhtelif ifadeler kullanılmıştır. Bütün bu ifadelerin farklı anlam incelikleri olmakla birlikte hepsinin birleştiği anlam hesapta zorluk, sıkıntı, kötü muamele, uğursuzluk ve değersizliktir. Mesela İnşikak suresi 10. ayette geçen “verâe zahrih” “günahları sırtında yüklenerek getirenler” demektir. Buna göre günahların ağırlığını sırtında taşıyarak getirecek kimselerin hesapları zor olacağı için yükün ağırlığı altında ezileceklerdir. Bu ifadenin aynı zamanda kitabı/emredileni arkaya atma anlamı da vardır. Kur’an’ı arkaya atıp Allah’ın emirlerini yapmayanların hesabı pek çetin olacaktır, demektir. 

Vâkıa suresi 41. ayette geçen “ashâb-ı şimâl” veya Hâkka suresindeki “men ûtiye kitabehû bi-şimâlih” ifadeleri ise kitabı sol taraftan verilenler demek olup, dünyadaki işlerini emredilene karşı çıkarak yapıp eyleyen, isyan eden, uğursuz ve bedbaht kimseler anlamındadır. Dünyada şirk koşan, malıyla kibirlenen fakiri düşünmeyen, sahip olduğu imkân ve güçle şımaran; dolayısıyla Kur’an’ın düsturlarını arkaya atanın âhiretteki hesabı zor olacaktır. Bu ifade, dünyadaki hallerinden dolayı cehennemdeki azabı çok olacaktır anlamında mecazen bir kullanımdır. Vâkıa suresindeki “ashâb-ı meş’eme” de hesap yerinde sol tarafta, değersiz ve alçak yerde bekleyenler demek olduğu gibi, uğursuzluk ve kötülük içinde olan demektir.

Hesaba çekilmeyenler 

Kur’an-ı Kerim’de cennetlikler için “kitabı sağdan verilenler” anlamında Hâkka suresi 19. ayette ve İnşikak suresi 8. ayette “men ûtiye kitabehû bi-yemînih” ifadesi geçerken Vâkıa suresinin 27. ayetinde “ashâb-ı yemîn” ve 8. ayetinde “ashâb-ı meymene” ifadesi geçmektedir. Bu söz dizimleri farklı yerlerde geçse de anlamları aynıdır. “Yemîn” kelimesi güvenilir, uğurlu ve bereketli anlamlarına gelmektedir. Kelimenin Türkçede kullanıldığı gibi söz vermek, sözünde durmak anlamları da bulunmaktadır. Buna göre “ashâb-ı yemîn” dünyada iman etmekle verdikleri sözde duranlar demektir. Bu kimselerin hesabı kolay olacaktır. 

Hz. Aişe radıyallahu anhâ validemizin bildirdiğine göre bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz; 

– Kıyamet günü hesaba çekilen hiçbir kimse yoktur ki helâk olmuş olmasın, buyurdu. Hz. Aişe validemiz, İnşikak suresi 8. ayeti okuyarak; 

– Ey Allah’ın elçisi, canım sana feda olsun, bu ayetin anlamı nedir, dedi. Bunun üzerine Efendimiz; 

O hesaba çekilmek değildir. Sadece kulun hesabına (amel defterine) bakılır ve geçilir, demektir. Hesabı araştırılan kimse helâk olmuştur, buyurdu. (Buhârî, Tefsir 84) 

Ashâb-ı Şimâl’in âkıbeti 

Kur’an-ı Kerim’de ashâb-ı şimâlin akıbeti şöyle haber verilir: 

“Kitabı kendisine sol tarafından verilen ise şöyle der: Keşke kitabım bana verilmeseydi!
Hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim.
Keşke ölüm her şeyi bitirseydi.
Malım bana hiçbir yarar sağlamadı.
Gücüm de benden yok olup gitti!
(Allah şöyle buyurur) Tutun onu da (ellerini, boynunu) bağlayın.
Sonra onu cehenneme atın!
Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun onu!
Çünkü o azamet sahibi Allah’a iman etmiyordu.
Yoksulu doyurmaya teşvik etmiyordu.
Bu sebeple, bugün burada onun samimi bir dostu yoktur.
Kanlı irinden başka bir yiyeceği de yoktur.
Onu günahkârlardan başkası yemez.”
(Hâkka 25-38) 

Ayette geçen kitabı solundan verilip cehennemlik olanlar, hesabın zorluğu ve azabın dehşetinden bunun hiç olmamasını temenni edeceklerdir. Çünkü cehennemin öfkeli homurtusunu duyacakladır. (Mülk 7) Kitabın soldan verilmesi cezaya çarptırılacağına işaret etmektedir. İnkâr eden kâfirler, münafıklar ve doğru yoldan sapanlar, önlerindeki bu dehşeti gördüklerinde yok olup gitmeyi dileyeceklerdir. 

Ayette geçen “yetmiş arşın” ifadesiyle ilgili bazı müfessirler çokluktan kinaye olduğunu söylemişlerdir. Yani ellerinin ayaklarının bukağılarla, zincirlerle sımsıkı sarılacağını, kafasını dahi çeviremeyeceğini ifade etmektedir. Elmalılı Hamdi Yazır, yetmiş arşınlık zincirin ortalama insan ömrüne işaret ettiğini ve senelerin büyük bir azap vesilesi olarak boyunlara asılacağını söylemiştir. 

Kitabı soldan verilenlere dünyada bahşedilen birçok nimet, imkân bir hesap sorulma sebebine dönüşecektir. Güçleri, kudretleri onları Allah’ın azabından kurtarmaya yetmeyecektir.

Kitabı soldan verilenlere dünyada bahşedilen birçok nimet, imkân bir hesap sorulma sebebine dönüşecektir. Güçleri, kudretleri onları Allah’ın azabından kurtarmaya yetmeyecektir. Bunlar, ellerindeki imkânları kötüye kullanıp başkalarına karşı bunlarla üstünlük taslama yoluna gitmişlerdir. Sahip oldukları mallarından fakirlerin hakkını vermedikleri, onları doyurmadıkları için cehennemde karşılık olarak kanlı irin yedirileceği beyan buyurulmuştur. 

Senden sonra

Abdullah b. Abbas radıyallahu anh’ın bildirdiğine göre bir gün Nebî sallallahu aleyhi vesellem hutbede; “Siz yalın ayak, çıplak olarak Allah’ın huzurunda toplanacaksınız” buyurduktan sonra Vâkıa suresi 56. ayetini okumuş ve şunu ilâve etmiştir: 

“Kıyamet günü ilk giydirilecek kişi İbrahim aleyhisselâm olacaktır. Dikkat edin! Ümmetimden bazı adamlar getirilecek, bunlardan (amel defterleri) soldan verilenler yakalanacak. Ben diyeceğim ki, ‘Bunlar benim arkadaşlarım.’ ‘Senden sonra bunların neler yaptığını bilmiyorsun’ denilecek, Ben diyeceğim ki: ‘Sâlih kulun (İsa b. Meryem’in) dediği gibi, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin, dedim. Aralarında bulunduğum sürece onlara şahit idim. Fakat sen beni vefat ettirdikten sonra onların üzerinde gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeye hakkıyla şahitsin.’ ‘Bunlar, sen kendilerinden ayrıldıktan sonra topukları üzerinde gerisin geriye (İslâm’dan) dönüp, mürted olarak yaşadılar’ denilecek.” (Buhârî Tefsir 2)

Ashâb-ı Yemin’in sevinci

Kur’an-ı Kerim’de peş peşe kısa ve veciz ayetlerle cennetliklerin kavuştuğu nimetler şöyle anlatılır:

Amel defteri sağından verilenler; ne mutlu o sağından verilenlere!
Onlar dikensiz sidr ağaçları ve meyve yüklü muz ağaçları arasında;
Kesintisiz gölgeler altında;
Çağlayanların kenarında;
Bitip tükenmeyen ve yasaklanmayan bol meyveler arasında;
Kabartılmış döşekler üzerinde.
Biz (oradaki) kadınları da yeni bir yaratılışla yaratmışızdır.
(Vâkıa 27-35) 

Ayette geçen dikensiz sidr ağacıyla ilgili olarak tefsir kitaplarımızda şu rivayete yer vermişlerdir. 

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ashabı şöyle derlerdi: “Allah, bedevîler ve onların soruları sayesinde bize gerçekten fayda sağlıyor.” Şöyle ki:

Bir gün bir çöl bedevîsi Resûlullah’a gelerek;

– Ya Resûlallah, Allah Kur’an’da sıkıntı veren bir ağaç zikrediyor. Halbuki ben cennette eziyet verecek bir ağacın bulunacağını zannetmezdim, dedi. Resûlullah;

– Nedir o, diye sorunca bedevî;

– Sidr ağacı, dedi; çünkü onun dikenleri var. 

Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:

– Allah Teâlâ “sidrin mendûd: dikensiz sidr ağacı” buyurmuyor mu? Allah onun dikenlerini silmiştir de her dikeninin yerine bir meyve koymuştur ve onun meyvelerinden her biri yetmiş iki renk ile açar ve bir rengi diğerine benzemez. (İbn Kesir, 7/525)

Yine ayette geçen “Biz (oradaki) kadınları da yeni bir yaratılışla yaratmışızdır.” ifadesiyle ilgili olarak Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem’in bir lâtifesi bulunmaktadır: 

Yaşlı bir kadın O’na geldi ve: 

– Ya Resûlallah, Allah’a dua et beni cennete koysun, dedi. Resûlullah;

– Ey falancanın annesi, yaşlı kadınlar asla cennete girmez, buyurdu. Bunun üzerine kadın ağlayarak döndü. Ardından Resûlullah buyurdu ki: 

– Ona haber verin yaşlı olarak girmez. Çünkü Allah Teâlâ “Şüphesiz biz onları yeni bir yaratılışla yaratmışızdır” buyuruyor, diyerek ayeti okumuştur. (Tirmizî, Tefsiri’l-Kur’an 3329) 

Cennet nimetleriyle ilgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in birçok hadisi bulunmaktadır. Mesela:

“Ey cennet ehli! Ebediyet var, artık ölüm yok!” (Buhârî, Rikâk 6548)

“Cennet ehli, cürd (tüysüz/pürüzsüz vücutlu), murd (yüzünde kıl bitmemiş/erkekler için sakalsız), sürmeli olarak, otuz veya otuz üç yaşında Cennet’e gireceklerdir.” (Tirmizî, Tefsiri’l-Kur’an 2545) 

Bu hadis, cennette bedensel kusurların, yaşlılığın veya istenmeyen kılların olmayacağını; herkesin genç, güzel ve dinç bir görünümde bulunacağını ifade eder.

O ebedi gençlik ve dinçliğe, hayallere sığmayan sayısız nimetlere ve bütün nimetleri gözden düşüren Cemâlullah’a kavuşmak ümidi ve duasıyla... 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy