Aramak

M. Raşit Bilici

Kararsız Kalınca

Dış etkenleri bir yana bırakın, sık sık kendi aklımızla duygularımız savaşa tutuşur. Böyle olunca da en basit kararlar bile ağır bir yük, karanlık bir çukura düşmek gibidir.

Kararsızlık çoğu zaman bir zaaf değil, sorumluluk bilincinin tezahürüdür. Çünkü çoğu kararsızlık hata yapma endişesinden doğar. Bu durum sadece sıradan insanlara özgü bir durum da değildir. Peygamberlerin bile karar vermekte zorlandığı anlar olmuştur. Tarih boyunca en büyük liderler tek başına karar vermenin sorumluluğu altında zorlanmış, güvenilir dostların sözüne kulak vermiştir. Böyledir; insan bir yol ayrımında tereddütte kaldığında bir ışığa, bir işarete, bir yönlendiriciye muhtaçtır. 

Gündelik hayatta kararlarımızı kendi duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra yakın çevremiz, içinde bulunduğumuz toplumun beklentileri şekillendirir. Ne var ki bu etkenler çoğu zaman bir ortak noktada buluşmaz. Dış etkenleri bir yana bırakın, sık sık kendi aklımızla duygularımız savaşa tutuşur. Böyle olunca da en basit kararlar bile ağır bir yük, karanlık bir çukura düşmek gibidir. 

Oysa bu karanlıkta sünnet-i seniyye güneş gibi parlayan bir rehberdir. İstişare ve istihâreye yönlendirir, kararsızlık denizinde kaybolmadan kıyıya ulaşmanın yolunu gösterir.

İstişâre 

İstişare konusunda şu tarihî hadiseyi biliriz ama belki üzerinde yeterince düşünmeyiz:

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Medine’ye hicretinden altı sene sonra, 1400 kişilik kafile ile umre niyetiyle yola çıkmıştı. Hudeybiye’ye vardıklarında burada konakladılar. Mekkeli müşrikler durumu haber almış, onları Mekke’ye sokmamaya karar vermişlerdi. Karşılıklı elçiler gitti geldi, nihayet müşrikler bir barış teklifi sundular. Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem, Müslümanların aleyhine görünen bu anlaşma teklifini kabul etti. Fakat bu karar ashabı arasında büyük bir tereddüde yol açtı. Efendimiz, kurbanlarını kesip ihramdan çıkmalarını, yani geri döneceklerini söylediğinde çoğu sahabi bu isteğe icabet edemedi. Bunun üzerine Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem üzüntüyle hanımı Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’nın yanına döndü. Annemiz ona şöyle dedi: 

– Sen kurbanını kes, saçını tıraş et. Bunu görenler sana uyarlar. 

Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bu tavsiyeye uydu, sahabe de ardından geldi. Orada zevcesiyle istişâre eden Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Bedir, Uhud ve Hendek gibi önemli anlarda da böyle yapmış, ashabıyla fikir alışverişinde bulunmuştu. 

İstişâre sadece bir yöntem değil; Allah için yapıldığında bir ibadet, rahmetli bir yoldur. Aynı zamanda, kendi nefsini geride tutmak demek olduğu için mümince bir duruştur. Kur’an-ı Kerim’de “Onların işleri, kendi aralarında istişâre iledir” (Şûrâ 38) buyurularak bu erdemli davranış övgüyle anılmıştır. 

Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in istişâre usulü bize şunu öğretir: İstişâre hem kişisel hayatı hem toplumsal hayatı rahmetle, hayırlı neticelerle buluşturan son derece güzel bir uygulamadır. 

İstihâre

Ehil kişilerle yapılan istişâre gibi, istihâre de karar verme sürecinde önemli bir rehberdir. İstihâre, kulun Rabbi’nden en hayırlı olanı dilemesi, aklın karıştığı yerde O’nun rahmetini istemesidir. Evlilikten iş kurmaya kadar önemli kararlar gerektiren konularda kalp sükûnetine vesiledir. 

İstihâre sünneti, iki rekât namaz ve ardından gönülden yükselen samimi bir dua ile gerçekleştirilir. Namazın ardından kişi Rabbi’ne yönelir; yapmak istediği işin kendisi için hayır ya da şer olduğunu göstermesi için niyazda bulunur. Bu dua bir işaret bekleyen kalbin yalvarışıdır. Bu sünnet yerine getirildikten sonra kişi uyur ve gözünü açtığında kalbine doğan huzura veya sıkıntıya göre karar verir. Asıl amaç rüya görmek değildir. Amaç, kişinin iç huzuru bulması ve kalbin yatışmasıdır. 

Unutmamak gerekir; günlük yaşantımızda aldığımız kararlar yalnızca dünyamızı değil, ebedî yurdumuzu da şekillendirir. Zira kader, sadece başa gelenlerde değil, kulun tercihlerinde de tecelli eder. Ama istişâreyle, istihâreyle sükûna erer. 

Her karar gönlün yöneldiği, kalemin kaderi yazdığı bir yerdir. İşte bu yüzden karar verirken kişi nefsiyle baş başa kalmamalı; sünnet-i seniyyenin rehberliğine başvurmalıdır. Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in şu müjdesini daima hatırlamak gerekir: “İstihâre yapan mahrum kalmaz; istişâre eden de pişman olmaz.” (Tirmizî, Nikâh 10) 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy