Aramak

Yasin Taçar

TASAVVUFTA
FAKR KAVRAMI

Tasavvufta “fakr” kavramı, üzerinde çok tartışılan konulardan biridir. “Bir lokma bir hırka” deyimi üzerinden tâliplerin, sâliklerin, şeyhlerin olabildiğince yoksul, fakru zaruret içinde yaşaması beklenilir. Zenginlik bir suç, günah veya ayıp gibi algılanılır.

Vaktiyle bir derviş bir beldeye seyahat edecekmiş. Gitmeden şeyhine varmış, dua istemiş ve bir emri olup olmadığını sormuş. Şeyhi ona gideceği beldede bir dostu olduğunu, ona muhakkak uğramasını, selamını iletmesini ve bir nasihatte bulunmasını istediğini söylemiş. Derviş eyvallah demiş, yola çıkmış. 

Gideceği yere varınca işlerini halledip şeyhinin dostunu soruşturmuş. Evini tarif etmişler. Derviş tarif edilen yere varınca şaşkınlıktan neredeyse küçük dilini yutacakmış. Çünkü mütevazi bir ev beklerken kendisini görkemli bir köşkün önünde bulmuş. İhtimal vermemiş, bir hata olduğunu düşünmüş ama yine de kapıyı çalmış. Bir görevli açmış kapıyı, derviş isim vermiş, görevli burasıdır diyerek buyur etmiş. 

Şeyhinin dostunun yanına çıkardıklarında dervişin hayreti daha da artmış. Adam mükellef bir sofranın başında oturuyor, etrafında hizmetçiler dört dönüyormuş. Dervişin bu ihtişamdan içi sıkılmış ama yine de ziyaretinin sebebini söylemiş. En sonunda da şeyhinin emri gereği nasihat isteyince adam dervişe “Şeyhine söyle, daha ne kadar dünya aşkıyla oyalanacak?” demiş. 

Derviş memleketine dönmüş ama son derece huzursuz. Adamın bir halini bir nasihatini düşünüyor, içinden “asıl dünya aşkıyla oyalanan sensin” deyip duruyormuş. Şeyhine durumu nasıl anlatacak? Fakat emir emirdir, şeyhine varmış, adamın nasihatini söylemiş. Şeyhi ağlamaya başlamış, “doğru söylüyor, demiş; o dünyayı kalbinden öyle çıkarmış ki Allah da dünyayı onun avucuna koymuş, hizmetine vermiş.”

Bir lokma bir hırka

Tasavvufta “fakr” kavramı, üzerinde çok tartışılan konulardan biridir. “Bir lokma bir hırka” deyimi üzerinden tâliplerin, sâliklerin, şeyhlerin olabildiğince yoksul, fakru zaruret içinde yaşaması beklenilir. Zenginlik bir suç, günah veya ayıp gibi algılanılır. Tasavvuftaki fakr kavramının anlamı yukarıdaki menkıbede gayet yerinde anlatılır aslında.

Fakr, kalbin Allah’tan başkasına meyletmemesi, rağbet göstermemesidir. Dünya malına sahip olup olmamakla doğrudan alakası yoktur. Muzaffer Ozak’ın deyişiyle “Cebinde çok, kalbinde yok olsun” düsturudur. Sûfî için amaç her an Rabbi ile birlikte olmaktır. Gerisi sadece araçtır. Dolayısıyla yokluk da varlık da farklı imtihanlara karşılık gelirken, aynı derecede araç olma özelliği taşımaktadır.

Hasan eş-Şâzelî hazretleri “Sen Allah ile ol da nasıl olursan ol” demiştir. Bu sözü riyazet yapmak isteyenlere söylemiştir. Yine o “soğuk suyu çok seviyorum ama nefsim terbiye olsun diye ılık içiyorum” diyen bir müridine; “Suyu ılık içersen sadece dilinle şükredersin. Soğuk iç ki bütün bedeninle şükret” demiştir.

İbrahim b. Ethem hazretleri; “Biz fakirliği istedik karşımıza zenginlik çıktı. İnsanlar ise zenginliği istediler, onları fakirlik karşıladı” demiştir.

Varlığı ve yokluğu bir eylemek

Kul, Rabbi’nden sadece rızasını istediğinde, O’na yöneldiğinde, ibadet ve zikirle hemhal olduğunda Allah’a yaklaşır. Allah’a yaklaşan kulun dünyası da âhireti de mamurdur. Böyle kişinin dünya fakirliği, dünya ehlinin zenginliğinden daha ferahtır. Yine de Cenâb-ı Hak, “Şükreden kullarıma nimetimi artırırım” buyurmuştur. Dilinde ve kalbinde daima zikir olan ârifler aynı zamanda daima şükür halindedirler. Onlara verilen nimetin artmasından daha doğal ne olabilir?

Ancak ârifler verilen nimetleri göze sokmazlar, gösteriş yapmazlar, ellerindekini paylaşır, verirler. Kalpleri fakr halinde olduğu için dünya varlıkları rahatsız bile eder onları. Mallarının ihtiyaç kadarını ailesine ayırırlar, verebildikleri kadar verirler. 

Ebu Hafs hazretleri demiştir ki: “Başkasına vermek, verileni almaktan daha hoş gelmedikçe kişi gerçek fakir olamaz. Gerçek cömertlik, imkânı olan kimsenin olmayana vermesi değildir. Gerçek cömertlik, elinde bir şey olmayan kimsenin, eline bir imkân geçince onu vermesidir.”

İbn Hafif rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Gerçek fakirlik, (her şeyin sahibinin Yüce Allah olduğunu bilerek) hiçbir şeyin kendi mülkü olduğunu zannetmemek ve beşerî sıfatların hükmünden sıyrılıp bir iddia sahibi olmamaktır.”

Yunus Emre hazretleri “ben gelmedim dava için” derken de aynı şeyi demiştir. Çünkü dava gütmek ve iddia sahibi olmak aynı şeydir. Allah’tan başkasına rağbeti olmayanın nefsi adına bir dava peşine düşmesi mümkün değildir. Onların davası da Allah’ın rızası için davranmaktır sadece.

“Suyu soğuk iç” diyen Hasan eş-Şâzelî’nin yolunda müritlere “fakir” denilmektedir. Bu dahi fakirin dünya malıyla alakasının olmadığını göstermeye yeterlidir. Fakir, kalbinde dünyaya dair herhangi bir arzunun, meylin, yönelimin olmadığı kimsedir. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy