Aramak

Ayın Konusu

Kalbin Rabbi ile Konuşması DUA

Kulun kendi zayıflığını ve muhtaçlığını farkedip, sevgi ve saygı içinde Rabbi’nin yardımını dilemesi olan dua, aynı zamanda kulun Rabbi ile konuşmasıdır. Bu konuşma belli kelimelerin tekrarından ziyade, Rabbi’ne yönelen kalbin halini samimiyetle arz etmesidir. Bu sebeple dua Allah’a yaklaşmaktır.

İnsan aciz bir varlıktır, dediğimizde hiç de abartmamış, bilakis bilinen bir gerçeği söylemiş oluruz. 

Her bebek doğar doğmaz anne şefkatine muhtaçtır, kendi başına hayatta kalma becerisine sahip değildir. Bu sebeple yıllarca anne ve babası tarafından yetiştirilir. 

Derken çocukluk evresi başlar. Bu evrede de akıl yeterince gelişmediği için önemli kararlar daima ebeveynler tarafından alınır. 

Derken gençlik yüz gösterir. Gençlikle birlikte kişi karar vermeye başlar ama önüne çıkan yahut kendisini içinde bulduğu olayları anlamlandırmada tecrübesizlik sebebiyle zorluklar çeker. 

Olgunluk evresi, insanın aklen ve bedenen en doruk noktasıdır. Ama aynı zamanda insanın koskoca kâinat içinde aciz bir varlık olduğunu tam idrak etmenin de zamanıdır. 

Ve yaşlılık… Hafızanın azaldığı, muhakeme kabiliyetinin yavaşladığı ve tekrar acizliğin yüzünü gösterdiği son evredir. 

O halde insan doğumundan ölümüne kadar üzerinde acizlik sıfatını taşıyan bir varlıktır. Ne doğmak ne de ölmek elindedir. Hatta hayat, çoğu meselede insanın karar mevkiinde olmadığının idrakidir diyebiliriz. 

Kısacası, insan zayıf bir varlıktır. Başkalarına ihtiyaç duyduğu gibi onu var eden ve dünya hayatı ile lütuflandıran Allah’a da son derece ihtiyacı vardır. 

Kulun Rabbi ile arası

Dünya hayatının bir han olduğu ve asıl hayatın ölünce başlayacağını düşündüğümüzde insanın kendisini var eden Allah’a olan ihtiyacının büyüklüğünü bir nebze de olsa anlayabiliriz. İşte Allah ile kul arasındaki ilişkiyi sağlayan ve kulun acziyetini gidermesi yanında sonsuz bir kudrete sığınmasını sağlayan duadır. Bu sebeple dua Allah ile kul arasındaki ilişkinin merkezinden yer alan kavramlardan biridir.

Hayatın anlamı

Dua, şahsiliği ve biricikliği sebebiyle varoluşsal bir ibadettir. İnanan için Allah, var edici olmak gibi pek çok sıfatın yanında aynı zamanda hayata anlam verendir. Bu anlam ile nefes alan ve böylelikle hayatına devam eden insan, dua sayesinde ilâhî yardımın sonsuz rahmetini solur. Soluduğu bu rahmet ile hayatına anlam katar.

Genel olarak dua “Allah ile kul arasındaki iletişimdir ki; kuldan Allah’a yakarış ve sığınma, Allah’tan kula merhamet, bağış ve koruma ifade eder” şeklinde tanımlanır. 

Yaklaşmak

Kulun, Hakk’ın yüceliği karşısında kendi zayıflığını farkedip, sevgi ve saygı içinde yardımını dilemesi olan dua, aynı zamanda kulun Rabbi ile konuşmasıdır. Bu sebeple dua O’na yaklaşmaktır. Zamandan ve mekândan münezzeh olan Allah’a kulun yaklaşması samimi dua yoluyla gerçekleşir. Çünkü samimiyet kapıları açan anahtardır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de; “Kullarım sana beni sorduklarında bilsinler ki şüphesiz ben yakınım, bana dua ettiğinde dua edenin dileğine karşılık veririm. Şu halde benim davetime gelsinler ve bana iman etsinler ki doğru yolu bulabilsinler” (Bakara 186) buyurulmaktadır. 

Rivayete göre bu ayet-i kerime, bir bedevînin Peygamber Efendimiz’e “Rabbimiz yakın mıdır yoksa uzak mıdır? Yakınsa ona fısıltı şeklinde dua edelim, uzaksa bağıralım” dediğinde inmiştir.

Kulluğun özü

Dua kulun acziyetini ifade ederek alçakgönüllülükle boyun bükmesi ve bütün benliğiyle Hakk’a yönelmesidir. Bu haliyle dua kulluğun da ifadesidir. Peygamber Efendimiz, “Dua ibadetin özüdür” (Tirmizî) buyururken, Allah’a kulluğu en güzel ve kâmil şekilde ifade eden halin dua olduğunu bildirmektedir.

Kalbin konuşması

“Dua kulun Rabbi ile konuşmasıdır” derken, burada konuşan kalptir. Çünkü samimiyet olmadıkça dua karşılık bulmaz. Kul boynunu büküp kalbinden kopup gelen kelimelerle Hakk’a yönelince, öncelikle muhtaçlığını göstermiş olur. 

Teşekkür

Kulun içinde bulunduğu nimetleri farketmesi ve bu nimetlerden dolayı Hakk’a şükretmesi de duadır. Her an yeni bir nimetin içinde olan kul, başta hayat nimeti olmak üzere her bir nimete karşılık tevazuyla boyun bükerek Hakk’a el açmalı ve nimetlerinden ötürü şükretmelidir.

Köprü

Dua, ölümlü ve aciz bir varlığın ebedi, ezeli ve sonsuz kudret sahibi bir varlık ile arasındaki irtibat olması sebebiyle köprüye de benzetilir. Allah, kulunu var edip kendisinden haberdar ederek bu köprüyü kurmasını sağlamıştır. Kul dua ettiğinde “Biz ona şahdamarından daha yakınız” (Kâf 16) ayet-i kerimesine iman ettiğini gösterdiği gibi, “Bana dua edin, size cevap vereyim.” (Mü’min 60) ayet-i kerimesinin emrini de yerine getirmiş olur. O halde dua Allah’a tam bir imanın göstergesi ve kulluğun izhar edilmesidir. 

Güvenli liman

İnsan yalnızdır ve bu yalnızlığını geçirebilecek hiçbir fani yoktur. Anne baba, çocuk ve eş, insanın yalnızlığının sadece üstünü örtebilir. Bu sebeple insan kendisiyle baş başa kaldığında bu yalnızlığını hisseder. İçinde dolmak bilmeyen bir boşlukla yüzleşir. İster istemez arayışa başlar. Kendi bütünlüğünü sağlayabilecek ve varlığını anlamlandırabilecek liman arar. 

İşte, insanın iç huzurunu sağlayan, ona kendisinden daha yakın olan ve “Yaratan, yarattığını bilmez olur mu hiç?” (Mülk 14) buyurarak kulunun iç çalkantılarını bildiğini ifade eden Rabbi’ne sığınır. Yalvarıp yakararak en mahrem sırlarını O’na açar. Elini yüzüne sürdüğünde ise aradığı anlamı ve bütünlüğü bulmuş, kalbi tatmin olmuş vaziyettedir. Çünkü Allah kulunu işitir ve cevap verir.

Temiz hayat

“Dua günahtan uzak durmaktır” denilmiştir. Madem ki dua kulluktur ve kulluk da canı gönülden Allah’ın emir ve yasaklarına uymakla kendini gösterir. O halde dua, her türlü günahtan el çekmek ve günaha düşmemek için gayret etmektir. Bu haliyle dua söylemden çok eylemdir. Allah’ın her an kendisini gördüğü bilinciyle yaşayan yani “ihsan makamında” bulunan ve bu sebeple hareketlerine çeki düzen veren kulun günahtan kaçışı fiilî bir duadır. Duanın hayat tarzı kılınmasıdır. Her an canlı ve nefes alan bir duanın içinden Hakk’a yürümektir. 

Kavuşma arayışı

Dua, kulun Rabbi’ne taleplerini ifade etmesinden öte, bir vuslat arayışıdır. Dua, kulun zamandan ve mekândan münezzeh olan Rabbi ile arasındaki perdeleri kaldırmaya yönelik bir vuslat uğraşıdır. Kul dua ederek hem benliğinden çıkmaya gayret eder hem de Hakk’a yaklaşır. Nefsinin benlik iddiasından Hakk’a sığınarak tevhidi hissetmeye çalışır ve böylece zihnindeki mesafe ve ayrılık yanılgısından kurtulur. Acziyeti ile birlikte aşkını ifade ederek ilâhî rahmete kendisini bırakır. 

Dua, aşkın ve özlemin yanık bir kalple Allah’a sunulmasıdır. Allah’ın kendisini duyduğunu ve kalbinden geçen her şeyi bildiğinin farkındalığı ile yapılan dua, bu haliyle kulun en samimi hallerinden biridir.

Tekrarlar

Dua, belirli sözleri tekrarlamaktan ibaret değildir. Dua, kalbin kendi diliyle Hak ile konuşmasıdır. Bu sebeple dua, lisan-ı kâl (dil) ve lisan-ı hâl (kalp) ile yapılan olmak üzere ikiye ayrılır. Duada en önemli unsur dilin elin hazır olması gibi kalbin de hazır olmasıdır. Kimin huzurunda durduğunu bilmeyen bir kalp dua ediyor değildir. Ellerini Hakk’a açan bir kul, aynı anda kalbini de Hakk’a açmalıdır. Dil ile kalp uyuşmuyorsa hakiki duadan söz edilemez. Çünkü “dua kalpten kokup gelen bir yakarıştır.” 

Yönelmenin ihtişamı

Duada önemli olan kulun Rabbi ile irtibat kurup O’na yakınlaşmasıdır. Duanın kabul edilip edilmemesi ikincil bir meseledir. Hakk’ın kapısında durup O’na yönelmekten daha büyük bir şeref olamaz. Kul, sırf dua edebildiği ve kendisine dua nasibi verildiği için Hakk’a şükranlarını sunmalıdır. Bu yüzden kul, duanın sonucundan çok Allah’a yönelmenin ve onunla bağ kurmanın ihtişamına önem vermelidir. Velîler ”Ey Rabbim! Sana açılan ellerim boş dönse de aşkınla dolu bir gönül ver bana” diyerek önemli olanın Hakk’ın yakınlığı olduğunun altını çizmişlerdir.

Kapılar

Dua, tüm kapıları kapatarak sadece Hakk’ın kapısının açık kalmasıdır. İnsanlarla alâkayı kesip Hakk’a yönelmek ve hayır talep etmek olan dua, bütün varlığın Hakk’ın elinde olduğuna tam manasıyla inanmaktır. Tek bir yaprağın bile O’nun izni ve bilgisi olmadıkça düşmeyeceğini bilen kul, bu bilgi sayesinde özgürleşir ve kulların elindekilerden yüz çevirir. O halde dua, Hak ile özgürlüğe kavuşmak ve fanilerin elindekileri istemekten kurtulmaktır.

Dua sayesinde insan, Allah Teâlâ’ya acizliğini itiraf ve yalvarış sonucu elde ettiği güç ve ümit ile nefsini terbiye eder. Sürekli dua sayesinde canlı bir kulluk ikliminde kendini bulur. Kendisiyle savaşacak gücün yine kendinde olduğunun farkına varır. Böylece dua etmeye devam eder.

Kendini imar

Kul, duası sayesinde Allah katında değer kazanır. Çünkü dua, kulun kalbini Allah’a açması ve kalpteki tortuların temizlenmesinde kendine yardım etmesini talep etmesidir. Başlı başına bir ibadet olan dua sayesinde kul kendisini imar eder. Hakk’ın istediği bir kul olma yolunda ilerler. İyi bir kul haline gelir. Bu yüzden de Allah Teâlâ, “(Ey Muhammed!) De ki: Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!” (Furkan 77) buyurarak, duanın kişiyi kendisinin razı olunan bir kul haline getireceğini beyan etmiş olur.

Küllî irade, cüz’î irade

Dua, kulun cüz’î iradesini küllî iradeye açması ve yanlış kullanılan cüz’î iradenin küllî rahmet denizinde arınmasını talep etmektir. Allah ile kul arasındaki manevi perdelerin sebebi, kulun işlediği günahlar ve bu günah sebebiyle yakalandığı gaflet hastalığıdır. Kul, cüz’î iradesini günahlara yönelttikçe Allah’tan manen uzaklaşır. Kalbini gaflet işgal eder ve bu sebeple Allah’ı hatırlamaz hale gelir. İşte dua, cüz’î iradenin üstündeki günah kirlerinin yıkanmasını talep etmektir. Çünkü “Ancak Allah’ın huzuruna tertemiz bir kalple gelenler kurtulur!” (Şuarâ 89) buyurulmuştur. 

İçimizdeki masumiyet

Dua, kişinin içindeki masumiyet potansiyelini açığa çıkarmasıdır. “Sonra da ona kötülük ve takva kabiliyetini verene yemin olsun ki…” (Şems 8) ayetinde buyurulduğu üzere insana hem iyilik hem de kötülük yapma kabiliyeti verilmiştir. İnsan iyi ve kötüyü ayırt etme yeteneğine sahip olduğu gibi, iradesini bu ikisinden birinde kullanma yeteneğine de sahiptir. İnsanın kişiliği de bu seçimleri sonucunda oluşur. Zira kişiliği oluşturacak temel duygular potansiyel olarak insana lütfedilmiştir. İnsanın iradesini iyiden yana kullanması demek, iyiyi talep etmekle yani dua ile başlar. Kişi dua ederek içindeki takvayı gün yüzüne çıkarır ve beden ülkesinde işler hale getirir. 

Doğrudan, aracısız

Dua, her insanın tecrübe edebileceği ve Allah ile doğrudan yani aracısız ilişki kurabileceği bir ibadettir. Bu sebeple her dua, insanın kendisini inşa etmesi, bütünlüğüne varmak için gayret etmesi ve nihayetinde de kâmil bir insan olmasını sağlayan yakarış merkezli ibadettir. Dua sayesinde insan, Allah Teâlâ’ya acizliğini itiraf ve yalvarış sonucu elde ettiği güç ve ümit ile nefsini terbiye eder. Sürekli dua sayesinde canlı bir kulluk ikliminde kendini bulur. Kendisiyle savaşacak gücün yine kendinde olduğunun farkına varır. Böylece dua etmeye devam eder.

Allah’a emanet

Dua, kulun kendisini sonsuz kudret ve aynı zamanda sınırsız merhamet sahibi olan Allah’a emanet etmesidir. Kul muhtaçlığının hakikatine varır ve duasını yeterince içselleştirilirse, Allah’tan başka kimsenin kendisine ne fayda ne de zarar veremeyeceğini idrak eder ve O’na sonsuz bir güven duyar. Bu güven ise kalbini tamamen Rabbi’ne açmasını böylece son derece samimi ve özel bir ilişkinin oluşmasını sağlar. O halde dua, kulu Allah’a yakınlaştıran bir kulluk görevidir.

Kaderin yükleri

Dua etmek, sonsuz ve sınırsız güç sahibi Allah’ın iradesine boyun bükmektir. Sınırlı bir bilgiye sahip olduğunun ve dünyada kalıcı olmadığının farkına varan insan, dua sayesinde küllî iradenin önünde secde etmiş olur. Adeta “ben bilmiyorum, sen ne dilersen o olsun” demek olan dua, böylece kula hem ferahlık hem de sonsuz bir güven hissi verir. Koskoca dünyada bir başına ve yarının getireceklerinden habersiz olan insanın, dünyanın tüm yüklerini sırtlaması mümkün değildir. Dua sayesinde kaderindeki yükleri sırtlanmak için kuvvet bulur ve Âlemlerin Rabbi’ne teslim olur. 

Yakınlık

Her insan, inandığı mutlak varlığa yakın olmak, mümkünse O’nunla konuşmak, en azından derdini anlatmak ister. İşte dua, kulu, mutlak varlık olan Allah’a yaklaştırır ve bir diyalog imkânı sunar. Böylece kul şükranlarını ve isteklerini dile getirir. Fani varlığın baki olan ile iletişimini sağlayan dua, aynı zamanda kişinin hakikate varmasının da imkânı haline gelir. 

İsteklerin dönüşümü

Dua, her ne kadar kulun isteklerini Hakk’a söylemesi gibi gözükse de aslında dua bu istekler sebebiyle Allah’ı anmak ve yüceltmekten ibarettir. Kul Allah’ı andıkça, zamanla çoğu isteğinin gereksiz olduğunun farkına varır. Fani bir varlığın ne istemesi gerektiğini anlar. Böylece dua, kul için artık Hakk’ı anma ve O’na yaklaşma vesilesi olur.

Karşılıklar

Dua bir sabır eğitimidir. Kul, duasına karşılık verilinceye kadar yakarışına devam etmeli ve duasının kabul edileceğinden şüphe duymamalıdır. Hadis-i şerifte, “Rabbim’e dua ettim de kabul etmedi, diyerek acele etmediği sürece mutlaka kabul olunur.” (Ebu Davud) buyurulur. Duasının kabul olunmayacağını düşünen birinin itikadî sıkıntıları var demektir. Zira Allah, Âlemlerin Rabbi’dir; O’nun güç ve kudretinin önünde başka bir güç yoktur. Varlık, can kulağı ile O’nun emrini dinlemektedir. Fakat duanın karşılığı bazen hemen, bazen belli bir süre sonra, bazen âhirette, bazen de farklı bir şekilde kula verilir. Önemli olan, kulun samimi bir şekilde duaya devam etmesi ve Allah’ın kabul edeceğinden şüphe etmemesidir.

Gizlice yalvarış

Allah’a yönelmenin en saf ve içten hali olan dua, kulun Allah’a seslenme ihtiyacı duyması ile gerçekleşir. Allah’a muhtaç olduğunun ve O’nunla iletişime geçmenin varoluşsal bir hal olduğunun farkında olan kul, “Rabbiniz’e yalvara yakara ve gizlice dua edin.” (Arâf 55) emriyle harekete geçer. Yüzündeki ve kalbindeki tüm maskeleri çıkararak en samimi haliyle Hakk’ın kapısını çalar. Zaten dua da gücünü bu samimiyet ve güven hissinden alır.

Rahmet kapıları

Yücelmiş ruhlar, “Dua etmekten mahrum olmam, benim için duama icabet edilmesinden çok daha dayanılmazdır” derken, duada önemli olanın dua edebilme imkânı olduğunu ve bu imkâna ulaşmanın ise başlı başına bir rahmet olduğunu vurgularlar. Zira dua rahmet kapısında soluklanmaktır. Nitekim hadis-i şerifte; “Sizden her kime dua kapısı açılmışsa, ona rahmet kapıları açılmıştır.” (Tirmizî) buyurulmuştur. O halde her kim dua edebiliyorsa lütuf içinde olduğunu fark etmeli ve dua edebildiği için şükretmelidir.

Üç dua

Dua; dil, fiil veya hal ile gerçekleşir ki bu da duayı edenlerin derecelerini gösterir. İnsanların çoğu dil ile Hakk’a dua eder. Kalbinden geçenleri ellerini açıp kelimelerle Hakk’a anlatır. Zâhidlerin duası ise fiilledir. Fiilî dua, kulun elinden gelen her şeyi yapıp sonra dua ederek Hakk’a tevekkül etmesidir. Ârifler ise hal ile dua eder. Bu da dua edenin tek çare olarak Hakk’ı bilmesi ve mutlak ihtiyaç içinde olması sonucu yapılan duadır.

Sözün özü dua bir mektuptur. Gözyaşı ile yazılmış bir kulluk nişanıdır. Kuldan Hakk’a yükselen ve kulluğun izharı olan bu mektup, kalbin diliyle sesleniştir. Tek tesellisi vuslat olan bu yakarışın sürekliliği vuslata sebeptir. O halde dua, ilâhî huzurda durmaktır. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy