Mümine Tevazu Yaraşır
Yüce Allah müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyurmaktadır: “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen ne yeri delebilir ve ne de boyca dağlara ulaşabilirsin.” (İsrâ 37)
İnsanı insan yapan, onun manevi özellikleridir. İnsan terbiyeli, edepli, mütevazi, samimi, cömert, sabırlı, adaletli, güvenilir olduğu müddetçe kıymet kazanır. İslâm ahlâkı ile müzeyyen olursa değerlenir. Ancak o zaman hayırlı, bereketli bir hayatı olur. Çevresine fayda sağlar.
Ahlâk ve edepten uzaklaştığı, harama bulaştığı, İslâm dairesinden uzaklaştığı müddetçe insanlıktan da uzaklaşır. Allah Teâlâ’nın insana verdiği onuru kaybeder. Kendisine zarar verdiği gibi çevresine de zararı dokunur.
Bir Müslümanın hayatının tümüne etki edecek, pek çok ahlâkî erdemi peşi sıra getirecek bir güzel huy vardır. O da mütevazi yani alçak gönüllü olmaktır. Mütevazi olanlar, aynı zamanda güzel ahlâklı, edepli, haddini bilen, ölçüsünü aşmayan kimselerdir.
Onlar İslâm’ın emrettiği, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin örneklediği hal üzeredirler. Mütevazi kimseler aile efradına sıcak, komşularına ölçülü, akraba bağlarını gözeten, yetimleri koruyan, fakirleri seven ve ihtiyaçlarını gideren kişilerdir.
Tevazunun zıddı olan kibir veya kendini beğenmişlik ise pek çok çirkin huyu da beraberinde getirir. Onlar sadece kibirli olmakla kalmaz, aynı zamanda ölçüsünü bilmeyen, İslâm’ın sınırlarını göz ardı eden, zalim, adaletsiz, ölçüsüz kişilerdir. Komşu, akraba, ana baba, kulluk hakkı gibi pek çok hukuku da ihlal ederler.
Yüce Rabbimiz’in bize emrettiği ibadetlerin tümü aynı zamanda alçak gönüllü olmayı gerektirir. Her ibadet ancak mütevazi kulların yapabileceği bir ameldir. Kibirli olanlar bu emirleri yerine getiremez.
Namaz ibadetine bakalım. Kul, Rabbi’nin yüce emrini yerine getirmek için önce hazırlık yapar. İbadetin gerektirdiği şartları yerine getirir. Yani kendi kafasına değil, bir ölçüye ve kalıba uyar. Abdest, temizlik, örtünmek, kıble, vakit gibi şartları yerine getirdikten sonra ibadetini sadece Allah rızası için yapmaya niyet eder ve bundan başka hiçbir gayesinin olmadığını kesinleştirerek kıyama durur.
Namazda Kur’an okuyarak adeta Rabbi ile konuşur. Dua, tesbih ve zikirlerle O’nun yüceliğini, kendi muhtaçlığını itiraf eder. Belini büker, rükûya varır. “Azîm olan Rabbim’i tesbih ederim” der. Dizlerini, alnını yere koyar, secdeye varır. Yüce Rabbi’ni her türlü kusur, yanlışlık ve eksiklikten tenzih eder. Oturur, Rabbi’ni anar; Hz. Resûlullah’a, Hz. İbrahim’e, onların ailelerine ve nesline salavât getirir. Kendisine, anne babasına ve bütün müminlere dua eder. Bu amelleri defalarca tekrarlar. Namazdan çıkışı ise selam iledir. Allah’ın selamının insanların üzerine olacağını, başkalarının kendisinden yana selamette olacağını ilan ederek namazını sonlandırır. Kendini beğenmiş, kibirli, gururlu, nefsinin esiri olan kişiler bunları yapabilir mi?
Oruca bakalım. Allah Teâlâ’nın “O ancak benim içindir, karşılığını ben veririm” (Buhârî, Savm 2) buyurduğu bu müstesna ibadet insana baştan sonra tevazuyu öğretir. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin kendisine mahsus özelliklerini haber verdiği oruç, aynı zamanda tevazu sahibi bir kulu da tarif etmektedir:
“Oruçlu kimse kötü söz söylemesin ve cahillik yapmasın. Eğer herhangi bir kimse kendisiyle dövüşmeye yahut sövüşmeye girişirse ona ‘ben oruçluyum, ben oruçluyum’ desin.” (Buhârî, Savm 2)
Tarih boyunca güzel bir mümin olma hedefiyle yaşamış atalarımız, “sövene dilsiz gerek, dövene elsiz gerek” düsturuyla hareket etmiş, cahillere cevap yarışına, ağız dalaşına girmemiş, kavga etmemiştir. Cahiller kendisine sataşacak olduğunda ilâhî kelamın öğrettiği ahlâkî duruşu sergilemiş ve onlara sadece, “haydi selametle” deyip geçmişlerdir. (Bkz: Furkan 63)
İmsak vaktinden iftar vaktine kadar aç susuz ve orucu bozan şeylerden uzak durmak oruçlunun boynunu büken büyük bir tevazu halidir. Oruçlu olan kibirli olamaz. Fakirlerin, çaresizlerin neler yaşadığını, duyduğu ıstırabı hissederek ve yaşayarak öğrenir.
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin buyurduğu “Kim bir oruçluyu iftar ettirirse, oruçlunun elde ettiği sevap kadar sevap kazanır. Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmez” (Tirmizî, Savm 82) müjdesine nail olmak için iftar sofrasını paylaşır.
Fakirleri gözetir. Fıtır sadakasını verir. Dinen zengin ise zekâtını vermek için fakirleri aramak, bulmak zorundadır. Fakir zengini arayıp bulmak zorunda değildir, fakat zengin fakiri bulmak zorundadır. Bu ameller kişiye alçak gönüllülük kazandırır.
Hacca bakalım. Hacda erkekler ihram giyer. İhramı sadece fakirler değil, her erkek giymek zorundadır. Süslü elbiselerini çıkarmalı; sade, yakasız, paçasız, kolsuz, düz, iki parça kumaşı altına ve üstüne dolamalıdır. Koku sürünmemeli, süslenmemelidir. Kadınlar da ihrama niyet etmeli, kokulanmaktan, süslenmekten ve ihram yasaklarından kaçınmalıdır. Sınıf farkı gözetilmeden herkesle birlikte Kâbe’yi tavaf etmeli, Arafat’ta vakfeye durmalıdır. Orada hiçbir makamın, rütbenin, zenginliğin geçerliliği yoktur.
Cenazeye bakalım. Dünyadan ayrılana mevki ve rütbesine göre muamele yapılmaz. Fakir zengin herkes beyaz kefene sarılır, tabuta konulur, toprağa bırakılır. Namazı kılınırken bütün vasıfları bir kenara bırakılır ve ölen erkekse “er kişi niyetine”, kadınsa “hatun kişi niyetine” denilir. İslâm, insanın son anında da tevazu ahlâkını göstermekte, öğretmektedir.
Mücella dinimiz İslâm’ın yayılması da tevazu ile olmuştur. İslâm’ın ilk yıllarında Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemde insanların gördüğü şey tevazu idi. O, insanlara kin, öfke, nefret ve hamasetle yaklaşmazdı. Ona iman eden müminler de tevazu ahlâkına bürünürdü. İslâm’ın yayılmasında en büyük etkenin tevazu ahlâkı olduğunu Kur’an ayetleri de haber vermektedir. (Bkz: Âl-i İmran 159)
İslâm’ın ilk halifeleri olan Hulefa-i Râşidîn de mütevazi yaşadılar. Dışarıdan gelip görüşmek isteyen yabancılar onları gördüklerinde halife olduğuna inanamamış, “biz bu halkın lideri ile görüşecektik” demişlerdir. Karşılaştıkları o kişinin devlet başkanı olduğunu öğrendiklerinde ise hayretlerini gizleyememiş, tevazunun bu derecesi karşısında şaşırıp kalmışlardır.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem ve sahabilerinin yolu üzere hayat süren hak dostları da tevazu ahlâkını yaşayarak öğretmiş, hiçbir vakit kibir ve gururla hareket etmemiştir. O yüzden herkes tarafından sevilmiş, insanların hidayetine vesile olmuş, gönüllere taht kurmuşlardır.
Bizler de eşimize, ailemize, yakınlarımıza, komşularımıza, akrabalarımıza, tanıdık tanımadık herkese karşı mütevazi davranmalıyız. Çünkü Rabbimiz bizden bunu istemekte, mücella dinimiz İslâm bunu öğretmektedir.
Rabbimiz’in tevfik ve inayeti ile…