Sahabîlere Hürmet
17. yüzyılın Nakşibendî mürşidlerinden İmam Rabbânî kuddise sırruhû hazretleri Sahabe-i Kirâm’a yapılan bir hürmetsizliği işitince Mektûbât’ında şu satırları kaleme almıştır:
Şehrin saygıdeğer hâkimleri ve idarî yetkilileri başta olmak üzere değerli Sâmâne halkının başını ağrıtmamın sebebi şudur:
Bize ulaşan haberlere göre bu şehrin hatibi Kurban Bayramı namazının hutbesinde Hulefâ-yi Râşidîn’in isimlerini zikretmemiş. Kendisini uyaranlara karşı hatasını itiraf edip özür dilemek yerine, “Bunu terk etmenin ne sakıncası var” diyerek pervasız bir tavır sergilemiştir. Ayrıca işittiğimize göre yörenizin ileri gelenleri de bu konuda gevşek davranarak bu insafsız hatibe ciddi tepki göstermemiştir.
Hutbede Hulefâ-yi Râşidîn’in isimlerini zikretmek her ne kadar hutbenin şartlarından değilse de Ehl-i Sünnet’in şiarındandır. Buna ancak içini kir kaplamış, kalbi hastalık dolu kimseler karşı çıkar. Diyelim ki bu hatip onların ismini inat edip bile bile terk etti. Fakat bu kimse Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin şu tehdidine ne diyecektir:
“Her kim bir kavme benzerse o da onlardandır.” (Ebû Davud, nr. 4031; Ahmed, el-Müsned, 2/50, 92; Deylemî, el-Firdevs, nr. 2099)
Bu konuda töhmetten nasıl kurtulacaktır? Oysa Peygamber Efendimiz aleyhissalâtu vesselamdan şöyle bir uyarı gelmiştir:
“Töhmet altında kalacak durumlardan uzak durun.” (Süyûtî, Şerhu Süneni İbn Mâce, 1/184)
Eğer bu hatip Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer radıyallahu anhumânın üstünlüğü konusunda şüphe içindeyse, bu durum onun Ehl-i Sünnet yolunu terk ettiğini gösterir. Eğer Hz. Osman ve Hz. Ali radıyallahu anhumâya sevgi besleme konusunda tereddütlü ise bu durumda da Ehl-i Sünnet’ten ayrılmıştır.
Keşmirli olan bu sözde hatip, söz konusu çirkin görüşünü Keşmir’de bulunan bid’atçılardan almış olabilir. O kimseye, büyük din imamlarının belirttiği gibi Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer radıyallahu anhumânın üstünlüğünün sahabe ve tâbiînin icmasıyla sabit olduğunu anlatmak gerekir. Bu büyük imamlardan biri İmam Şâfiî rahimehullahtır.
Ayrıca Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî rahmetullahi aleyh, Hz. Ebû Bekir radıyallahu anhunun ümmetin en üstünü olduğunu, onun arkasından Hz. Ömer radıyallahu anhunun geldiği ve bu konunun kesin olduğunu söylemiştir. Halifeliği sırasında Hz. Ali radıyallahu anhu, bulunduğu beldenin kürsüsünden kendi taraftarlarından büyük bir kalabalığa karşı; “Ebû Bekir ve Ömer bu ümmetin en üstün kimseleridir” demiştir. Bu söz reddi mümkün olmayan senetlerle rivayet edilmiştir. İmam Zehebî rahimehullah bu sözün Hz. Ali radıyallahu anhudan seksen küsur kişi tarafından nakledildiğini bildirerek bu kimselerden bir grubun ismini saymıştır.
Bu konuda Hz. Ali radıyallahu anhu ve diğer büyük sahabe ve tâbiînden birçok rivayet bulunmaktadır. Bu rivayetleri bir kimse ya cehaletinden ya da inadından inkâr edebilir. İnsaf elbisesini üzerinden çıkarıp atan bu kimseye şöyle demeli:
“Bizler Peygamberimiz aleyhissalâtu vesselamın ashabına karşı sevgi beslemek ve onlara nefret duyguları taşımamakla emrolunduk. Bizler onlara eziyet etmekten menolunduk. Hz. Osman ve Hz. Ali radıyallahu anhumâ da sahabenin büyüklerindendir. Bu durumda onlar da diğerleri gibi sevgi ve hürmete layıktırlar.”
Nitekim ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur:
“De ki: Ben buna (tebliğ hizmetine) karşılık, akrabalık sevgisi dışında sizden bir ücret istemiyorum.” (Şûrâ 23)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de bu hususta uyarıda bulunarak şöyle buyurur:
“Ashabım hakkında Allah’tan korkun, Allah’tan korkun! Onları hedef haline getirmeyin. Onları seven beni sevdiği için sever, onlardan nefret eden de benden nefret ettiği için nefret eder. Onlara eziyet eden bana eziyet etmiştir. Kim bana eziyet ederse Allah’a eziyet etmiş demektir. Allah’a ve Resûlü’ne eziyet eden kimsenin de cezaya çarptırılması yakındır.” (Tirmizî, nr. 3862; Ahmed, el-Müsned, 4/87; 5/54, 57; Fezâilü’s-Sahâbe, nr. 1, 2, 3)
Bu çirkin düşüncenin İslâm’ın ilk yıllarından bugüne değin Hint topraklarında yeşerdiği bilinmiyordu. Bugün iş o hale geldi ki, bütün Hindistan halkı bu fitnenin töhmeti altındadır. Neredeyse hiçbir Hint şehrine bu konuda güven kalmamış durumdadır.
Dönemin devlet başkanı Ehl-i Sünnet olup Hanefî mezhebine bağlıdır. Onun döneminde böyle bir şeyin öncülüğünü yapmak son derece cüretli bir iştir. Bundan da öte devlet başkanına baş kaldırmaktır. Devlet makamlarında bulunup da bu hadise karşısında sessiz kalan büyüklerimize hayret ediyorum. Cenâb-ı Allah, Ehl-i Kitabı şu sözleriyle yermektedir:
“Bari din adamları ve âlimleri onları yalan söylemekten ve haram yemekten menetselerdi. Bu yaptıkları ne kötüdür!” (Mâide 63)
Bir başka ayet-i kerimede Cenâb-ı Allah şöyle buyurur:
“İşledikleri bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmezlerdi. Gerçekten ne kötü iş yapıyorlardı!” (Mâide 79)
Bu gibi olaylar karşısında habersiz gibi davranmak bid’atçıların cüretini artırır ve dinin zaafa uğramasına yol açar. Nitekim bunun gibi gevşek davranışlardan dolayı oralarda Ehl-i Sünnet çevrelerinin göbeğinde Mehdevî fırkası insanları bâtıl görüşlerine çağırabilmektedir. Bunlar sırtlanlar misali bir anda koca canavarların ellerinden avlarını birer ikişer kapabilmektedir.
Bu konuda daha ne yazayım? Bu dehşetli haberi duyduktan sonra Fârûkî damarım kabararak kendimi birkaç kelime yazmak zorunda hissettim. Beni anlayışla karşılayacağınızı umuyorum.
Selam size, hidayete ve Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin yoluna tâbi kimselere olsun.