TİCARET AHLÂKIMIZ
Hayatın her alanına sirayet etmiş, hiç kimsenin dışında kalamadığı ekonomi alanında dinin sessiz kalması elbette düşünülemez. Fıkıh külliyatımıza bakarsak, denilebilir ki en geniş, en teferruatlı bahisler her çeşidiyle ekonomik faaliyetlerle ilgilidir.
Çünkü her Müslüman yaptığı işin hükmünü, haramını helalini, fâsidini müfsidini bilmekle sorumludur. Alışveriş yapan herkes hangi alışverişin dinen doğru ve geçerli, hangisinin yanlış ve geçersiz olduğunu bilmelidir.
Müslüman; yaratan, yaşatan, her şeyin tek sahibi olan Âlemlerin Rabbi karşısında sorumluluğunu bilen kişidir. Onun hayatında helaller, haramlar, yapabileceği şeyler, uzak durması gereken işler vardır. Her istediğini yiyemez, her isteğini giyemez. Her istediği yere gidemez, her istediğini alamaz. Aile yaşamından ticaretine, kişisel meşguliyetinden toplumsal ilişkilerine kadar her alanı kapsayan hassasiyetleri, sınırları vardır. O sınırların içinde yaşar.
Bu sınırlar dışarıdan bakıldığında bir kısıtlanma gibi görünür. Fakat yakından bakıldığında sınırlar daralmanın değil, genişliğin ve ferahlığın formülüdür. Çünkü herkesin her istediğini yapabilmesi demek başkalarının sınırlarını daraltmak, türlü çeşit zulüm, adaletsizlik, haksız kazanç ve gasp yollarını da devreye sokmak demektir. Anayasa başta olmak üzere bütün kanunlar da sınırlamak için değil midir?
Ticaretin Kapsayıcılığı
İnsanın en temel faaliyetlerinden olan ticaret toplumun her kesimini ilgilendirir ve etkiler. Hatta denilebilir ki market alışverişinden uluslararası ticarete kadar ekonomik faaliyetler ibadetten daha kuşatıcıdır. Çünkü herkes ibadetlerin tamamı ile sorumlu değildir. Mesela fakirler zekâtla, engeli olanlar cihadla, malî ve fizikî gücü yetmeyenler hacla, sıhhati elvermeyenler oruçla sorumlu tutulmaz.
Fakat ekonomik faaliyet böyle değildir. Bir şey alıp satmayan kimse yoktur. Bir çocuk ekmek almak için fırına gider. Bir yaşlı veya hasta, yatağında da olsa ihtiyaçları için sipariş verir, kendi parasından bir şeyler aldırır.
Ticaretin Hükümlerini Bilmek
Hayatın her alanına sirayet etmiş, hiç kimsenin dışında kalamadığı ekonomi alanında dinin sessiz kalması elbette düşünülemez. Fıkıh külliyatımıza bakarsak, denilebilir ki en geniş, en teferruatlı bahisler her çeşidiyle ekonomik faaliyetlerle ilgilidir.
Çünkü her Müslüman yaptığı işin hükmünü, haramını helalini, fâsidini müfsidini bilmekle sorumludur. Alışveriş yapan herkes hangi alışverişin dinen doğru ve geçerli, hangisinin yanlış ve geçersiz olduğunu bilmelidir.
İslâm’ın ticaret hükümlerini bilmeyen kişi birçok harama düşer ve günaha girer. Yaptığının farkına varmaz. Belki dünyalık anlamında kazanmıştır ama ebedî âhiret hayatını mahvetmiştir.
Mesela kendisine sipariş edilen işi teslim etmesi gerekirken teslim etmeyerek veya ödemesi gereken meblağın tamamını veya bir kısmını ödemeyerek aslında gasp yapmış olur. Bu işin yolda giden birinin malını gasp etmekten bir farkı yoktur. Hükümleri bilmeyen kişi yaptığının gasp olduğunu fark etmez. Halbuki alışveriş yaptığı için ticaret hukukunu bilmesi farzdır.
Hz. Ömer radıyallahu anh çarşı pazarda dolaşır ve “Alışveriş hukukunu bilmeyenler bizim çarşımızda alışveriş yapmasın!” buyururdu.
Bir Allah dostunun müritleri kendisinden onlara nasihat içeren bir kitap yazmasını ister. O da kabul eder. Bir müddet sonra müritlerine bir kitabı uzatır ve “İşte size nasihatlerim” der. Talebeleri büyük bir sevinçle kitabı alır. Fakat bakarlar ki kitapta baştan sona alışverişin şartları, helal ticaretin kuralları gibi bahisler var. Huzura varıp;
– Efendim biz sizden nasihat mahiyetinde bir kitap istemiştik, siz ise alışverişin kurallarını yazmışsınız, derler. Allah dostu onlara şu anlamlı cevabı verir:
– Eğer alışverişiniz düzgün olursa bütün amelleriniz düzelir. Helale harama dikkat etmezseniz yaptığınız onca ibadet boşa gider.
Ticaret ve Çalışıp Kazanmak
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem sahabilere ve biz Müslümanlara dünya ile irtibatlarını kopartmayı emretmedi. Tam aksine çalışıp kazanmaya, ticarete teşvik etti. Hatta dünya ile ilişkiyi tamamen kesip sürekli ibadetle meşgul olmayı, hayattan kopuk, tembel tembel oturup insanlara el açmayı yasakladı.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem bir sabah ashabıyla birlikte otururken bir gencin sabah erkenden işe gittiğini gördü. Sahabiler;
– Yazık şu gence, dediler; keşke gençliğini ve gücünü Allah yolunda değerlendirseydi.
Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
– Öyle demeyin! Eğer o genç dilenmekten kurtulmak ve insanlara muhtaç olmamak için çalışıyorsa bu durumda Allah yolundadır. Şayet zayıf düşmüş anne babası için ya da ailesinin ihtiyaçlarını gidermek için çalışıyorsa yine Allah yolundadır. Ancak insanlara karşı övünmek ve fazla mal biriktirmek için çalışıyorsa şeytanın yolundadır. (Gazâlî, İhya, Kazanç Yolları, s:13)
Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh ise bütün servetini ortaya koyarak İslâm’ın gelişmesine katkıda bulundu. Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem’in vefatına kadar bütün malı ve ailesi ile onun yanında yer aldı. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem onun bu fedakârlığı karşısında; “Ebû Bekir’in malından faydalandığım kadar başka hiç kimsenin malından faydalanmadım” buyurdu.
(İbn-i Mâce, Fezâilü Ashâbi’n-Nebî 11)
Ticaret Güçlü Olmaktır
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e peygamberlik verildikten sonra onu engellemek isteyen Mekkeli müşrikler her türlü işkence, tehdit ve cinayetin Müslümanları İslâm’dan vazgeçirmeye yetmediğini hayretle gördüler. Peki, İslâm’ı engellemek için ne yaptılar dersiniz? Müslümanları ekonomik olarak sıkıştırma yoluna gittiler.
Peygamberliğin yedinci yılında Müslümanlara boykot uyguladılar. Buna göre onlarla hiçbir surette alışveriş yapılmayacak, ihtiyaçları temin edilmeyecek, konuşulmayacak, ticarî ilişkiler tamamen kesilecek, yardım edilmeyecek, yiyecek içecek gibi temel ihtiyaçlara ulaşmaları engellenecekti.
Peygamberliğin onuncu yılına kadar üç yıl boyunca süren bu boykot yıllarında müminler açlık ve susuzluk çekti, çok büyük sıkıntılar yaşadı. Ancak bir güve Kâbe’nin duvarına asılan anlaşma metnini yiyerek “Allah” adından başka diğer yazıların tamamını yok etti. Ayrıca maddeleri yazan İkrime oğlu Mansur’un anlaşmayı yazdığı eli kurudu ve sakat kaldı. Bu hadiselerden ürken müşrikler boykotu kaldırdı.
Her devirde zalim ve azgınların Müslümanları zayıf düşürüp bitirme planı, onları ekonomik olarak çökertmektir. Onların bu hevesleri şu ayette haber verilir: Onlar yani münafıklar, düşmanlar şöyle der: “Resûlullah’ın yanındakilere bir şey vermeyin ki O’nun etrafından dağılıp gitsinler.” (Münafikûn 7)
Müslümanlar her anlamda güçlü olmalıdır. Dünyanın salahı için bu zorunludur. Ticaret bu gücü elde etmenin en önemli aracıdır. Günümüzde İslâm düşmanları tarafından ezilmemek için ekonomik olarak kuvvetli olma zorunluluğu daha net görülüyor. Diğer taraftan zulüm, haksızlık ve azgınlıkla hüküm sürmek isteyen zalimlerin ürünlerini boykot etmeli, onları mali olarak zayıflatmalı, azgınlığını sergileyemeyecek hale getirmelidir.
Allah Resûlü’nin İki Büyük Tüccarla Desteklenmesi
Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem yaratılanların en şereflisi, güzel ahlâkın zirvesidir. Âlemler onunla şereflendi. Vazifesi en büyük vazife idi. Allah Teâlâ tarafından özel olarak seçildi ve terbiye edildi. Bununla birlikte Yüce Allah O’nun vazifesini ifa etmesi için zâhir sebepleri de hazırladı.
İslâm’ı tebliğde ekonomik ve askerî güç de çok önemliydi. Ancak, bir yetim olarak dünyaya gelen, altı yaşında da öksüz kalan, sekiz yaşından sonra dedesini de kaybedip fakir amcası Ebu Tâlib’in himayesinde yetişen bir kişi kendisine peygamberlik verildiğinde bu ağır vazifeyi nasıl ifa edecekti? Bugün olduğu gibi o zamanın toplumunda da zayıf kişileri kimse dinlemez, söylediklerine itibar edilmezdi.
Tam burada Allah Teâlâ’nın Resûlü’nü mali durumu güçlü iki iş insanı ile desteklediğini hatırlamalıyız. Bunlardan biri ilk Müslüman olan Hz. Hatice radıyallahu anhâ annemiz, diğeri de üçüncü Müslüman Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh idi. Daha sonra yine zangin bir kişi olan Hz. Osman radıyallahu anh da bu kervana katıldı.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem henüz yirmi beş yaşında iken Hz. Hatice annemizle evlendi. Cennet kadınlarının efendisi sayılan o mümtaz hanımefendi, Efendimiz’e hem peygamberlikten önce hem de ilk vahiyden itibaren çok büyük yardımda bulundu. O Mekke’de sözü geçen, ağırlığı ve itibarı olan, zengin bir kişiydi. Nüfuzuyla, malıyla, ticaretiyle, itibarıyla, aklıyla, güzel eş oluşuyla, her an yanında yer alışıyla biricik eşine, Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem’e büyük destek oldu.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem’in Mekke döneminde zorlukları aşmasının en önemli sebeplerinden biri, Hz. Hatice annemizin ticaretten elde ettiği gelirleri önüne sermesiydi. Hatta bu evliliğe sebep olan hadise de Hz. Resûlullah’ın gençliğinde onun ticaret kafilerini yönetmesi, büyük kâr elde ettirmesi idi. Gördüklerinden etkilenen Mekke’nin güçlü kadını Hz. Hatice annemiz işçisi ile bir haber gönderdi. “Muhammed’e söyleyin gelsin beni babamdan istesin” dedi. Güzel ticaret kutlu evliliğe de vesile oldu.
Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh ise bütün servetini ortaya koyarak İslâm’ın gelişmesine katkıda bulundu. Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem’in vefatına kadar bütün malı ve ailesi ile onun yanında yer aldı. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem onun bu fedakârlığı karşısında; “Ebû Bekir’in malından faydalandığım kadar başka hiç kimsenin malından faydalanmadım” buyurdu. (İbn-i Mâce, Fezâilü Ashâbi’n-Nebî 11)
Kur’an’da Ticaret
Ticaret kelimesi Kur’an-ı Hakim’de dokuz defa geçer. Onlarca ayet ise mana olarak alışverişten, ticaretten bahseder. En uzun ayet de ticaret ve muamelâtla ilgili hususların izah edildiği Bakara suresinin 282. ayetidir. Tam bir sayfa uzunluğunda olan tek ayettir. Ayet, tamamen ticaret ve onu ilgilendiren şu konuları ele alır:
Borç ilişkileri, alacağın ve borcun mutlaka yazılarak kayıt altına alınması, ticarette âdil davranılması, borçlu kişinin aklı zayıf ise velisinin sahip çıkıp takip etmesi, ayrıca iki şahit tutulması, ticarî sözleşmelerin yazılarak kayıt altına alınması, gerektiğinde şahitlik etmekten kaçınılmaması, şahitler ve yazıcılara zarar verilmemesi... Ayetin sonunda şu uyarı vardır: “Allah’tan korkun!” Böylece helal ticaretin, dürüstlüğün, bereketin anahtarının Allah korkusu olduğunu hatırlatır.
Allah Azze ve Celle, en uzun ayetle ticaretin en temel ve en hassas konularını tarif ederek öğretir. Nihayet “Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir” buyurarak insan kimden ne saklarsa saklasın, O’ndan hiçbir şey saklayamayacağını, ticaretini buna göre yapmasını tembih eder.
Peygamberlerin Meslekleri
Peygamberler örnek hayatları ile ümmetlerine rehber olmuşlardır. Onların ortak özelliklerinden biri de hemen hepsinin bir mesleği olması, bir şeyler üreterek ekonomik faaliyette bulunmasıydı. Ürünler imal etmişler, almışlar, satmışlar, ailelerinin geçimlerini sağlamışlardır. Asla halktan kopmamışlar. Toplumun âhiret hayatına rehberlik ettikleri gibi dünya hayatlarına da rehber olmuşlardır. Hz. İdris aleyhisselâm terzilik yapmış, Hz. Davud aleyhisselâm demir, Hz. Süleyman aleyhisselâm bakır işlemiştir. Hz. Zekeriya aleyhisselâm marangozluk yapmış, Hz. Resûlullah aleyhisselâm ise çobanlık ve ticaret yapmıştır.
Hz. Davud aleyhisselâm aynı zamanda hükümdar idi. Kılık değiştirip halk arasına karışmayı, icraatları ve gidişatı hakkında soruşturma yapmayı adet edinmişti. Çarşıda pazarda, gördüğü kimsenin yanına varır, “Davud hakkında ne dersin?” diye sorardı. Kendisi hakkında âdil ve hayırlı olduğuna şahitlik etmeyen kimse yoktu.
Bir gün Yüce Allah insan suretinde bir meleği onunla karşılaştırdı. Davud aleyhisselâm ona da: “Şu Davud hakkında ne dersin?” diye sordu. Melek: “O ne iyi biridir! Keşke kendisinde olan bir kusur olmasaydı” dedi. Davud aleyhisselâm hayretle: “Ey Allah’ın kulu! O kusur nedir?” diye sorunca melek: “Keşke kendi elinin emeğinden yeseydi, faziletlerini tamamlardı!” dedi.
Yüce Allah ona demiri, hamur gibi yumuşatacak bir kudret ihsan etti. Demir ateşe sokulmaksızın, çekiçle vurulmaksızın elinde hamur gibi olur, onu istediği şekle koyardı. Yüce Allah ona gömlek yapma sanatını da öğretmişti.
Dürüstlük ve Hakkaniyet
Ticaretin temelinde alıcı ve satıcıyı koruma, aldatmama ve aldanmama vardır. Kapitalist sistemin aksine İslâm ticaret hukuku, satıcının veya müşterinin kârlılığını artırma, serveti çoğaltma üzerine kurulmamıştır. Ayet ve hadislerdeki ikazlar, şartlar ve yönlendirmeler doğru ticaret yapmayı emreder, haksız kazancı yasaklar. İslâm esasen servet tamahından ve hırstan şiddetle men eder.
Haksız muamele, ticarî ilişkilerde haddi aşma, aldatma gibi sıkıntılar her devirde olmuştur. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in gençliği döneminde de şöyle bir olay yaşanmıştır: Mekkeli As b. Vâil, Yemen’den gelen birinin malını alır ve bedelini ödemez. Mağdur olan ve kimseye de derdini anlatamayan bu kişi Ebû Kubeys dağına çıkarak gördüğü haksızlığı haykırır ve Mekke halkından yardım ister.
Bu olay üzerine Mekke’nin ileri gelenleri bir araya toplanır ve bir çare aramaya başlar. Abdullah b. Cud’a’nın evinde toplanırlar. Şu kararları alırlar: “Mekke’de biri haksızlığa uğrarsa onun hakkı alınacak, Mekke’de zulme müsaade edilmeyecek, mazlumun hakkı alınıncaya kadar mağdurla beraber hareket edilecektir. Dünya durduğu müddetçe bu antlaşmaya sâdık kalacaklar.”
Bu antlaşmaya, “faziletli kişilerin yemin ederek ahitleştikleri iş birliği” manasına gelen “Hılfu’l-Füdul” denildi. Böylece zamanın şartlarına göre toplumsal bir dayanışma örneği sergilendi. Sonraları Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem, gençlik yıllarında yapılan bu akdi hatırlatarak; “Abdullah b. Cud’a’nın evinde yapılan yeminleşmede ben de bulundum. Bana göre o yemin kırmızı tüylü develere sahip olmaktan daha güzeldir. Ona İslâmiyet devrinde çağrılmış olsam yine katılırdım” buyurdu. (İbn Hişam, Sîre, 1/111)
Faiz küresel kapitalist ekonominin temel unsuru olsa da hem haksız kazanç yollarından biridir hem de sosyal ve ekonomik dengeleri ifsat eden bir tür kanserdir. Çok tehlikelidir. Faiz yoluyla elde edilen fazlalık kâr mal veya hizmet satışı yoluyla değil, paranın kendisini satarak elde edilir.
Ticaretin Altın Kuralı Aldatmamak
Ticaret güven ahlâkı üzere olmalıdır. Alıcı satıcıya, satıcı alıcıya güvenmelidir. Güven zedelenirse orada güzel ticaretten bahsetmek mümkün olmaz.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir gün Medine çarşısında bir satıcının yanına vardı. Önündeki buğday yığınının içine elini daldırdı ve alt tarafın ıslak olduğunu hissetti. Buğday çuvalının üstü kuru, altı ıslaktı. Satıcıya;
– Nedir bu, diye sordu. Adam:
– Ey Allah’ın Resûlü, yağmur ıslattı, deyince Efendimiz buyurdu ki:
– Bu yaşlığı üstte bırakıp herkesin görmesini sağlayamaz mıydın? Aldatan benden değildir. (Müslim, Îmân 164)
Ayrıca, “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Bir Müslüman kardeşine kusurlu bir şeyi satacak olursa, kusurunu ona açıklamadan satması helal değildir.” buyurdu. (İbn-i Mâce, “Ticârât” 45)
Faizden Sakınmak
Faiz küresel kapitalist ekonominin temel unsuru olsa da hem haksız kazanç yollarından biridir hem de sosyal ve ekonomik dengeleri ifsat eden bir tür kanserdir. Çok tehlikelidir. Faiz yoluyla elde edilen fazlalık kâr mal veya hizmet satışı yoluyla değil, paranın kendisini satarak elde edilir. Allah Teâlâ faizi kesin olarak yasaklamakta ve şu şekilde ikaz etmektedir:
“Faiz yiyenler (mahşerde) şeytanın çarparak sersemlettiği kimse gibi kalkarlar. Bunun sebebi onların; ‘alım satım da faiz gibidir’ demeleridir. Hâlbuki Allah alım satımı helâl, faizi ise haram kılmıştır. Artık kime Allah’tan bir öğüt erişir de faizciliği bırakırsa geçmişte olanlar kendisine, hakkındaki hüküm de Allah’a kalmıştır. Kim de yeniden faize dönerse işte onlar cehennem ehlidirler ve orada süresiz kalacaklardır.” (Bakara 275)
Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Veda Hutbesi’nde faizi “Câhiliye dönemine ait her şey ayaklarımın altındadır” diyerek kesin bir dille reddetmiş, faizi Câhiliye uygulaması olarak tarif etmiştir. Müminlere şöyle seslenmiştir: “İyi bilin ki faizin her çeşidi kesinlikle haramdır, kaldırılmıştır.” (Müslim, Hac 147)
Yalan Söylememek
Ticarette en kolay işlenebilen haramlardan biri de yalan söylemektir. Yalan sahih ticareti öldürür, güveni ortadan kaldırır, dünya menfaati için âhiret azabını ve Âlemlerin Rabbi’nin gazabını satın alır. Yalandan kim kâr etmiş, kim bereket görmüştür? Resûlullah aleyhisselâm yalandan şu şekilde sakındırmıştır:
“Şüphesiz (sözde ve işte) doğruluk iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında ‘çok dürüst kişi’ diye yazılır. Yalancılık insanı kötülüklere, kötülükler de cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında ‘çok yalancı’ diye yazılır.” (Buhârî, Edeb 69)
“Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir tüccar peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir.” (Tirmizî, Buyû 4)
Eksik Ölçüp Tartmamak
Ticaret yapanların en çok dikkat etmesi gereken hususlardan biri de ölçü ve tartıda doğruluktur. Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayet bu konuda ikazlar içerir. İlk ayeti “Eksik ölçüp tartanların vay haline!” diye başlayan ve ismi Mutaffifîn olan bir sure de vardır. Mutaffifîn, “eksik ölçüp tartanlar” demektir. Ürpertici mesajlar içeren surenin, konumuzla ilgili ilk altı ayetinin meali şöyledir:
“Eksik ölçüp tartanların vay haline! Onlar insanlardan ölçerek bir şey aldıklarında tam ölçerler. Kendileri satmak için ölçüp tarttıklarında ise eksiltirler. Zannetmez mi bunlar ki büyük bir gün için diriltilecekler?”
(Mutaffifîn 1-6)
Hz. Şuayb aleyhisselâm Medyen halkını tevhide davet ettikten sonra sakındırdığı ilk şey doğru ölçüp tartma idi. Çünkü şirkten sonra en çok işledikleri günah ticarette aldatmaydı. Helak olmalarına sebep olan günahlarının başında da bu gelmişti. Hûd suresinde mealen şöyle buyurulur:
“Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. Onlara şöyle dedi: Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, O’ndan başka ilâhınız yoktur. Ölçüyü tartıyı eksik tutmayın.
Ey kavmim! Ölçüyü, tartıyı adaletle tam yapın. İnsanların mallarının değerini düşürmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Eğer mümin iseniz Allah’ın helâlinden bıraktığı kâr sizin için daha hayırlıdır. Ben üzerinize bir bekçi değilim.” (Hûd 84, 85, 86)
Hz. Şuayb aleyhisselâm’ın nasihatleri Medyen halkının işine gelmedi, haksızlık üzere kurdukları tezgâhın bozulmasını istemediler. Bu bozuk ahlâkları sebebiyle Hz. Şuayb aleyhisselâm’ı yalanladılar. Yani küfre düştüler. Durumları ayetlerde şöyle haber verilir:
“Milletinin inkar eden ileri gelenleri, ‘Şuayb’a uyarsanız, and olsun ki siz kaybedersiniz’ dediler. Nihayet o şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında yere serilip kaldılar. Şuayb’ı yalanlayanlar yurtlarında sanki hiç yaşamamışlar gibi oldular, izleri bile kalmadı. Mahvolanlar Şuayb’ı yalanlayanlar oldu. Şuayb onlardan ayrıldı ve ‘Ey kavmim, dedi; ben size Rabbimiz’in gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl acırım!’” (Araf 90-93)
Karaborsacılık Yapmamak
Karaborsacılık, halkın ihtiyacı varken daha yüksek fiyata satmak için bir malı piyasaya sürmemek demektir ve kesinlikle haramdır. Çünkü insanların ürüne erişim hakkına engel olmaktır. Bir hakkı hak sahibinden esirgemek ise zulümdür. Hz. Resûlullah Efendimiz karaborsacılığı şöyle yasaklamıştır:
“Uzak yerden mal getiren rızıklanmış, karaborsacı ise lânetlenmiştir.” (İbn Mâce, Ticârât 12)
“Bir kimse Müslümanların yiyeceğini depolar ve onları piyasaya sürmezse, Allah Teâlâ onu cüzzam hastalığı ve iflasla karşı karşıya getirir.” (İbn Mâce, Ticârât 6)
Kolaylık Göstermek
Türlü çeşit sebeplerle alışverişte zorlanmalar, alım satımda darlık, ödemelerde aksama olabilir. Ticaretle meşgul olanlar buna yakinen şahittir. Alışverişte kolaylık göstermek, mühlet vermek, muhatabına yardımcı olmak İslâm ahlâkında övülen bir davranıştır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz böyle kolaylaştıran kimseler için şu müjdeleri vermiştir:
“Allah’ın rahmeti, alışta satışta, borcunu tahsilatta kolaylık gösteren kimsenin üzerine olsun.” (Buhârî, Buyû 16)
“Her kim bir borçluya mühlet verir ya da borcunu bağışlarsa, Allah onu (kıyamet günü) kendi gölgesinde gölgelendirir.” (Müslim, Zühd 18)
Özetle; yüce dinimiz İslâm’ın ticaret kuralları çiğnendiği takdirde hem ekonomik dengeler bozulmakta hem de haksızlık, yalan, adaletsizlik, gasp gibi birçok ağır günaha da girilmektedir. Haram helal sınırlarına uymayanlar, büyük emekler vererek, yıllarını harcayarak kurduğu kazanç kapısını kirletmektedir. Ağız tadıyla, afiyetle birkaç lokma yiyecekken, üç kuruşa tamah edip onu da kendine, çoluk çocuğuna zehir etmektedir.
İslâmî kurallara uyulduğunda ise kazancın bereketi görülecek, ağız tadı dünyada da âhirette de bozulmayacaktır. Doğru sözlülüğü, yardımseverliği, diğergâmlığı, affediciliği sayesinde çalışıp kazandığı dünya rızkı ona âhiret sermayesi de olacaktır. Kimi zaman kârı azalacak da olsa Allah’ın hoşnutluğu ve cennet-i alâ ile mükâfatlanacaktır. Asıl başarı da budur.