Namazın Sırları
İmam-ı Rabbânî kuddise sırruhû, uzun yıllar hizmetinde bulunan ve sonrasında kendisine hilafet verdiği Mîr Numan kuddise sırruhû’ya gönderdiği bir mektubunda şöyle yazmıştır:
Aziz kardeşim! Şunu bilesin ki namaz İslâm’ın ikinci unsuru olup bütün ibadetleri içinde toplayan bir ibadettir. Her ne kadar tek ibadet ise de bu toplayıcılık vasfı sebebiyle namaza “bütün” hükmü verilmiştir. Bu yüzden de Hak Teâlâ’ya yaklaştıran bütün ibadetlerin üstünde bir yeri vardır.
Miraç gecesi cennette, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem’e bahşedilen “rü’yet” nimeti, dünyaya indikten sonra dünyanın haline uygun olarak namazda gerçekleşmiştir. Bu sebepledir ki Resûlullah Efendimiz aleyhissalâtu vesselam şöyle buyurmuştur: “Namaz müminin miracıdır.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 1/497; Süyûtî, Şerhu Sünen-i İbn Mâce, 1/313)
Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyurmuştur: “Kulun Rabbi’ne en yakın bulunduğu an (namazda) secdede olduğu andır.” (Müslim, Salât 42; Ebû Davud, nr. 875)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e gerçek anlamıyla tâbi olan büyükler de namazdayken bu dünyada rü’yet nimetinden bolca nasiplenirler. Rü’yete elverişli olmadığı için bu dünyada rü’yet mümkün olmasa da ondan nasiplenmeleri mümkün olmaktadır. Eğer Allah Sübhânehû namazı emretmeseydi maksûda ulaşma konusunda sâlike kim rehberlik ederdi?
Namaz, kederlilere lezzet bahşeder, uzaklık ve ayrılık acısı sebebiyle hasta olanlara rahatlık verir. Resûlullah Efendimiz aleyhissalâtu vesselam’ın namaz için ezan okunmasını istemek maksadıyla şöyle buyurması bu manaya işaret etmektedir: “Ey Bilal, bizi rahatlat…” (Ebû Davud, nr. 4985; Ahmed, el-Müsned, 5/364)
Şu hadis-i şerif de bu temenniye delalet eder: “...namaz ise gözümün nuru kılındı.” (Nesâî, İşretü’n-Nisâ 1; Ahmed, el-Müsned, 3/128, 199, 285)
Namazın dışında ve namaz hakikatinin bilincinden uzak zevkler, vecdler, ilimler, marifetler, haller, makamlar, nurlar, renkler, vasıflanabilen ve vasıflanamayan tecelliler, zuhurât… bunların hepsi birtakım gölgeler ve misallerdir. Hatta hayal ve vehim ürünüdür.
Namazın hakikatinin bilincinde olarak namaza duran kişi, namaz esnasında sanki bu dünyadan çıkıp âhiret âlemine intikal eder. Şüphesiz o zât bu esnada âhirete ait o büyük nimetten bolca nasiplenir. Gölge olma şaibesinden uzak olarak asıldan pay alır. Çünkü dünya hayatı gölgesel üstünlüklerle sınırlıdır; gölge olmanın dışındaki durumlar ise âhirete aittir. O halde gölge olmaktan uzak olarak asıldan nasiplenmek için miraç mutlaka gerekmektedir ki o da müminlerin namazıdır.
Bu bahtiyarlık bu ümmete mahsustur. Peygamberlerine tâbi olmaları sebebiyle bu nimetle şereflenmiş ve saadete ulaşmışlardır. Çünkü O, Miraç gecesi dünyadan çıkıp âhiret âlemine geçmiş ve cennete girmiştir.
Allahım! O büyük Peygamber’i ve ehlini mükâfatlandır! Bir peygamberi ümmeti adına mükâfatlandırdığın şeyin en hayırlısıyla O’nu ve ehlini bizden yana mükâfatlandır. Bütün peygamberleri de mükâfatlandır. Zira onlar halkı Hak Sübhânehû’ya çağırmış ve O’na ulaştıran yolu göstermişlerdir.
Bu zümre içinde namazın hakikatine eremeyenler ve namaza mahsus üstünlükleri bilmeyenler, hastalıklarının çaresini başka yerlerde aramakta ve maksatlarına ulaşmak için farklı şeylere sarılmaktadır. Hatta bazıları namazın halden uzak olduğunu ileri sürdüler. Namazı uzaklaşma ve ayrılma olarak gördüler ve benzeri olmayacak durumlar iddia ettiler. Orucun namazdan daha faziletli olduğunu öne sürdüler.
Namazın hakikatinin bilincinde olmayan bu gruptan büyük bir topluluk, ıstıraplarını teskin etmenin yollarını semâ yapmada ve nağmelerde arar; matluplarını nağmelerin perdeleri ardında araştırırlar. Böyle olunca raksı ve hareketi kendilerine âdet edindiler. Halbuki onlar şu hadis-i şerifi duymuşlardı: “Allah haram kıldığı şeyde sizin için şifa yaratmamıştır.” (Buhârî, Eşribe, 15; Hâkim, el-Müstedrek, 4/242, 455)
Evet; denize düşen yılana sarılır!
Ve “Bir şeyi aşırı derecede sevmek insanı kör ve sağır yapar.” (Ebû Davud, nr. 5130; Ahmed, el-Müsned, 5/194)
Şayet namazın hakikatinden ufacık bir kısmı onlara açıklansaydı ve ondan birazcık tadabilseydiler, semâ ve vecde kesinlikle meyletmezlerdi
Değerli kardeşim! Namazdan kaynaklanan kemâlât ile nağmelerden kaynaklanan kemâlât arasında, namazla nağmelerin arasındaki kadar fark vardır. Akıllı olana bu kadar işaret yeter!
Değerli kardeşim! Bugün bu sözler insanların çoğuna ağır gelebilir. Onlar bu sözleri anlamaktan uzaktırlar. Ancak insaflı davranıp da bilgileri karşılaştırsaydılar; şer‘î ilimlere uygunluğu hususunda sözlerin sıhhatini ve zayıflığını araştırsaydılar ve şeriatın hangisini daha fazla yücelttiğini görseydiler belki de bu zorluktan kurtulurlardı.
Görmezler mi ki bu fakir kitaplarında ve risalelerinde tarikat ve hakikatin şeriatın hizmetçisi olduğunu, Peygamber’in kendi velâyeti de olsa nübüvvetin velâyetten üstün olduğunu söylüyor. Peygamberliğin kemâlâtının yanında velâyetin kemâlâtının tartıya gelir bir tarafının olmadığını -keşke okyanusa nisbetle bir damla suyun hükmü kadar hükmü olsaydı- yazıp duruyor!
Bu mektubu değerlendirdikten sonra şayet sizde namazın sırlarını öğrenme şevki ve bazı üstün vasıflarına ulaşma arzusu uyanırsa ve bu arzu sizi rahatsız edecek kadar çoğalırsa, istihareler yaptıktan sonra bu taraflara gelirsiniz. Ömrünüzün bir parçasını da namazın sırlarını öğrenmek için harcamış olursunuz.
Allah Sübhânehû doğru yola ulaştırandır.
Selam olsun hidayete tâbi olanlara. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’e sımsıkı sarılanlara. Hem O’na hem de âline salât ve selam olsun.