Aramak

Mustafa Özen

Özellikle son bir buçuk yıldır Gazze’de İsrail tarafından planlı ve acımasız bir şekilde yürütülen soykırım, Müslüman olan veya olmayan her insaflı insanın tepkisini çekiyor. Siyonist güçlerin etkisi altında olan Amerikan yönetimi İsrail’i sürekli olarak kolladığından, hiçbir devlet şimdilik Gazze’ye fiilen müdahale edemiyor. Bunun için de bu zulme karşı tepkiler daha çok kişisel olarak gösterilmekte. Bu tepkilerin başında da boykot ve protesto uygulamaları geliyor.

Boykot, bir işi veya bir davranışı yapmama, bir topluluk veya ülke ile ilişkileri kesme anlamlarına gelir. En bilinen şekli ticarî boykot olup, boykot edilen ülkeye, şirkete veya gruba ait ürün ve hizmetleri satın almamaktır. Bunun yanında akademi, sanat, diplomatik alanlar gibi daha çok kurum kuruluş ve devletleri ilgilendiren çeşitleri de vardır. Boykotun ambargodan farkı, ambargonun genellikle devlet eliyle ve güç kullanılarak, boykotun ise halk tarafından gönüllü bir şekilde yapılmasıdır. 

Boykot, mazlumlara yardımcı olmak veya zalimlere karşı durmak için yapılır. Böylelikle insanların uğradıkları haksızlıklar gündeme getirilir, zalimler de zulümlerini sona erdirmeye zorlanır. 

Nerede nasıl başladı? 

Boykot yani hedef alınan gruplarla ilişkiyi kesmek, belki insanların bir arada yaşamaları kadar eskidir ama daha çok son yüzyıllarda gündeme gelmiştir. Mazlumların zalimleri boykotu ise son yüzyıllarda yaygınlaşmıştır. 

Bu tavırların boykot olarak anılması ise 19. yüzyılda başlar. İrlanda’ya yerleşen ve toprak yöneticisi olan İngiliz Yüzbaşı Charles Boycott’un yaptığı haksızlıklar, mülklerinde kiracı olarak bulunan İrlandalı köylülerin canına tak eder. Bu kişiyi ve toprak sahiplerini adeta yok sayarak onlara hiçbir hizmet götürmezler. Bu pasif direniş de zalim yüzbaşının soyadı ile “boykot” olarak adlandırılır. Daha sonra Amerika, Asya ve dünyanın başka yerlerinde çeşitli boykotlar görülmeye başlar. 

İslâm tarihinde bilinen ilk boykot, Mekkeli müşrikler tarafından yürütülen ve Müslümanların büyük sıkıntılar çekmesine yol açan hadisedir. Siyer kitaplarında nakledildiğine göre, müşrikler Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’i kendilerine teslim etmedikleri için, aralarında Müslüman olmayanların da bulunduğu Haşim ve Muttalib oğullarına karşı evlenmemek, ticaret yapmamak, konuşup görüşmemek üzere karar alırlar. Bu boykot sebebi ile Haşimoğulları’nın mahallesine yiyecek girişine izin verilmiyordu. Öyle ki çocuklar açlıktan ağlayıp sızlıyor, yetersiz beslenmeden ölenler de oluyordu. Az miktarda gıdayı da çok yüksek fiyattan alabiliyorlardı. Boykottan önce durumları iyi olan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in, Hz. Hatice radıyallahu anha’nın ve Ebu Tâlib’in bu sebeple servetleri neredeyse tükenmişti. 

Ancak insaflı bazı müşrikler akrabalık bağlarını gözeterek bu boykotu deldiler ve Müslümanlara yardım ettiler. Böylece boykotun sona ermesine de vesile oldular. Bu acı ve haksız uygulama üç yıla yakın sürmüştü. 

Boykotun İslâm’da yeri

İslâm, iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın bir prensip olarak belirlendiği, Müslümanlara da bu ilkenin görev olarak yüklendiği bir dindir. Ayet-i kerimeler ve hadis-i şeriflerde bu husus şu şekilde konu edilmektedir: 

“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah’a iman edersiniz.” (Âl-i İmrân 110) 

Boykot satın almama yoluyla tavır koyarak yapıldığı için iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın kapsamına girer. Yani yeri geldiğinde zalimleri ve onların zulümlerine ortak olanları boykot dinî bir görev olmaktadır. Ancak her işte olduğu gibi boykotun etkili olması, boykot edenlere zarar vermemesi, amacından saptırılmaması için bilinçli bir şekilde yapılması gerekir.

“İnanan erkekler ve kadınlar birbirlerinin velisidirler. İyiliği emreder, kötülükten men ederler.” (Tevbe 71) 

“Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” (Hûd 13) 

Bu ayetlerde iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın hem Ümmet-i Muhammed’in diğer ümmetlerden ayırıcı bir özelliği hem de Müslümanların birbirlerine karşı bir görevi olduğu bildirilmektedir. Ayrıca birazdan aktaracağımız hadislerde, zalimlere karşı çıkmayıp onlara yönelenlere ilâhî azap ile de gözdağı verilmektedir. 

Hz. Resûlullah’ın bu konudaki ikazları ise daha da açıktır: 

“Allah’a yemin ederim ki ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden sakındırırsınız ya da Allah yakın zamanda hepinizin üzerinize genel bir azap gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama duanız kabul edilmez.” (Tirmizî, Fiten 9) 

“Hayır! Allah’a yemin ederim ki ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zalimin elini tutup zulmüne engel olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalplerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrâiloğulları’na lânet ettiği gibi size de lânet eder.” (Ebû Dâvûd, Melâhim 17) 

Bu hadis-i şerifler, marufu emretmeyi münkeri engellemeyi terk edenlerin, günahkârlar ile sohbet ve birliktelikleri kalben beraberliğe sebep olacağını bildirir. Bu günahları kendileri işlemeseler bile manen günahkârlar ve zalimler ile aynı halde olacaklardır. Nihayet üzerlerine toplu bir ilâhî bir azap sevk edilecek ve bu azabın kaldırılması için yapacakları dualar da kabul olmayacaktır. 

Kur’an-ı Kerim’de ilâhî azabın çeşitli örnekleri anlatılmaktadır. Gerek ayetler gerekse hadislerden dünyadaki çeşitli musibetler ile hak edenlere azap edildiği anlaşılmaktadır. Mesela kuraklık, aşırı sıcak ve soğuk gibi iklim değişiklikleri ile deprem ve sel gibi afetler sebebiyle insanların, mallarının ve ürünlerin zarar görmesi, bulaşıcı hastalıklar azaptır. Yine toplumun birbirine düşmesi ve düşman işgali gibi olaylar da ilâhî azap çeşitlerindendir. 

Yeri geldiğinde kötülüklere tavır koymanın gerektiğini gösteren en açık buyruk ise şu meşhur hadisi- şeriftir: 

Ebu Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’ın naklettiğine göre Hz. Nebî sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Eğer eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse kalbiyle düzeltmeye çalışsın ki bu da artık imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân 78. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17) 

Âlimlerimiz bu hadisten öncelikle yöneticilere ve âlimlere vazife çıkarmışlardır. Sahip oldukları güç ve yetkilerini kullanarak kötülükleri el ile değiştirmek yöneticilerin görevidir. Dil ile yani sözlü ve yazılı mücadele ile değiştirmek ise âlimlerin vazifesidir. Bunun dışında kalan Müslüman halk da en azından kalben o işten nefret etmekle mükelleftir. Çünkü halkın eli ve dili ile kendi başına harekete geçmesi yarardan çok zarar getirebilir. 

İşte boykot da satın almama yoluyla tavır koyarak yapıldığı için iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın kapsamına girer. Yani yeri geldiğinde zalimleri ve onların zulümlerine ortak olanları boykot dinî bir görev olmaktadır. Ancak her işte olduğu gibi boykotun etkili olması, boykot edenlere zarar vermemesi, amacından saptırılmaması için bilinçli bir şekilde yapılması gerekir. 

Kitaplarımızda Abdullah b. Mübarek, Süfyan-ı Sevrî veya İzzüddîn b. Abdüsselâm’a (rahmetullâhi aleyhim ecmain) dayandırılan şu kıssa da ilim ehlinin konuya bakışındaki inceliği yansıtır: 

Bir terzi bu zâtlardan birine gelip;

– Ben zalimlere kıyafet dikiyorum. Acaba böyle yaparak bu zalimlere yardımcı olmuş sayılır mıyım, diye sorar. O âlim zât şöyle cevap verir: 

– Hayır. Zalimlerin yardımcıları sana iğne ve iplik satanlardır. Sen ise zalimin ta kendisisin! 

Mekkeli müşriklerin Müslümanlara yaptıkları eziyet gibi haksızların haklı olanlara, zalimlerin mazlumlara boykotu bâtıl içindir. Aynı şekilde rakip vakıf, dernek gibi hayır müesseselerine veya Müslümanların devlet nizamına karşı bazı boykot ve benzeri hareketler de hakka dayanmayan çabalardır. 

İyiliği emir ve kötülükten sakındırmanın tam tersi olan bu tür eylemlerin sonuçta milletin ve ümmetin birliğine zarar vereceği göz önünde tutulmalıdır. Bu tip davranışlarda istenenin zıddını yapmak, mesela alışverişin bırakılmasının istendiği bir eylemde alışveriş yapmak da maslahata uygun bir davranıştır. 

Dikkat edilecek hususlar 

Boykotun etkili ve sürdürülebilir olması için bazı hususların dikkate alınması gerekir. Öncelikle boykotun geniş katılımlı olması sağlanmalıdır. Boykota ne kadar geniş katılım olursa o kadar etkili olur. Yine medya kurumlarının, sivil toplum kuruluşlarının desteği de önemlidir. Sosyal medya da boykotun amacını ve önemini anlatmak için kullanışlı bir ortamdır. 

Eğer boykot akıllıca yapılırsa boykot edilen taraf veya şirket için ciddi ekonomik kayıplara sebep olur ve böylece takındığı haksız tutumdan vazgeçmeye zorlanır. Gördüğümüz kadarıyla da Gazze katliamlarını destekleyen Siyonist firmalara karşı yapılan boykotlar etkili olmaktadır.

Boykot eylemlerinin uygulanabilir olması için boykot listeleri dikkatli hazırlanmalıdır. Bu listelere öncelikle zulme açıkça destek veren işletmeler alınmalıdır. Listeler gereksiz şekilde şişirilmemeli ve herhangi bir firmanın neden bu listeye girdiğinin izahı yapılmalıdır. Aksi halde liste inandırıcı olmayacaktır. 

Boykotlu firmalara alternatif olarak gösterilen şirketlerin de tamamen ümmetin çıkarlarına göre hareket ettiğini söylemek zordur. Bu yüzden alternatifler konusunda çok iddialı olmaya gerek yoktur. Boykotu sulandıracak gereksiz tepkilere ve yanlış yönlendirmelere karşı da dikkatli olunmalıdır. Bu hususları Gazze için yapılan boykotlar üzerinden şöyle örneklendirmek mümkündür: 

Siyonist işgal ve katliama doğrudan ve dolaylı destek veren şirketler ile tarafsız kalan veya bu zulümlere karşı çıkan firmalar birbirinden ayrılmalı, öncelikle katliamlara destek verenler boykot edilmelidir. Boykot sadece tüketicilerle sınırlı kalmamalı, devlet kurumları hatta üreticiler de bu eylemlere destek olmalıdır. Çünkü bazı soykırım destekçisi şirketler piyasada tekelleşmişlerdir. Üreticiler bu firmalara karşı alternatif üretimler yapmalıdırlar. [Bu konuda geniş bilgi için: https://islamiktisadi.net/2024/02/09/israil-boykotunun-on-sonuclari]

Bütün bu anlattıklarımızın yanında boykotun zulme karşı direnmede son çare olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir. Güç ve imkân bulunduğunda teknik, ekonomik, siyasî; mümkün her türlü yolla zulme müdahale gerekir. Mekke’de esaret hayatı yaşayan ve çeşitli baskılar ve işkenceler gören Müslümanların ıstırabını anlatan şu ayet-i kerime ümmete bu sorumluluğu yüklemektedir: 

“Size ne oluyor da Allah yolunda ve ‘Ey Rabbimiz, bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver’ diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” (Nisâ 75) 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy