Aramak

Semerkand Seyahat Günlüğü

İSTANBUL’UN FETHİNDE MAVERAÜNNEHİR DERVİŞLERİ

Yedi Emirler, İstanbul’un fethine katılan ve bugün Fatih semtinde bir yol kenarında etrafındaki binaların arasına sıkışmış hazîredeki yedi mezarda medfun bulunan Buharalı yedi derviş. Bu mezarlar eskiden ahşap bir türbenin içindeymiş. Geçen yüzyılın başında yanmış ve uzun süre bir harabe halinde kalmış.

Ubeydullah Ahrar kuddise sırruhû hazretlerinin kabrini ziyaretimizin ertesi günü öğle ile ikindi arası yine Abd-i Derun Camii’nin asude ortamındayız. Hâce Nasrullah, Ahrâr-ı Velî’nin İstanbul’un fethinde manevi bir ordu ile Fatih Sultan Mehmed’in yardımına koşmasıyla ilgili menkıbesini hatırlatıyor önce. Reşehât ve Nefâhatü’l-Üns başta olmak üzere dönemin kaynaklarında anlatılan bu meşhur menkıbenin Semerkand tarafında şunlar aktarılıyor: 

Torunu Hâce Muhammed Kâsım’ın naklettiğine göre Ubeydullah Ahrar hazretleri bir gün beyaz atına binip süratle Semerkand dışına çıkar. Kendisini takip eden talebelerine peşinden gelmemelerini söyleyip, atını Abbas Sahrası’na doğru sürer. Ancak talebelerinden biri onu takip etmiş, fakat Hazret’in Abbas Sahrası’nda birdenbire kaybolduğunu görmüştür. 

Bir müddet sonra Semerkand’daki dergâhına dönen Hâce-yi Ahrâr’ın üzerinde uzun bir seferden geldiğini gösteren alametler vardır. Bağlılarının soran bakışlarını fark edince şöyle der onlara: “Osmanlı sultanı Mehmed Han İstanbul’u kuşatmış, kâfirlerle harp halindeydi. Benden yardım istedi, ona yardıma gittim. Allah Teâlâ’nın izniyle gâlip geldi, zafer kazanıldı”.

Bu menkıbenin İstanbul tarafını ise yine Hâce Muhammed Kâsım, bu defa babası Hâce Abdülhâdi’den naklen şöyle anlatıyor: 

Hâce Abdülhâdi, Fatih Sultan Mehmed’in oğlu II. Beyazıt zamanında İstanbul’a gelmiş ve padişahı da ziyaret etmiştir. Sultan Beyazıd-ı Sâni, bu ziyaret sırasında Hâce Abdülhâdi’ye babası Sultan Fatih’ten dinlediği şu hadiseyi aktarır: 

“İstanbul kuşatması beklenenden daha uzun sürmüş, surlar bir türlü aşılamamıştır. Fethin gerçekleşeceğine dair acabaların oluştuğu, yılgınlığın baş gösterdiği bir demde Sultan Mehmed, Ubeydullah Ahrar hazretlerinden imdadına koşması için himmet ister. Daha ‘Yetiş yâ Pîr’! der demez onu beyaz atının üstünde yanıbaşında buluverir. Hâce-yi Ahrâr cübbesinin yenine bakmasını söyler genç Sultan’a. Orada büyük bir ordu görünmektedir ve Ubeydullah Ahrar hazretleri bu manevi ordu ile yardıma gelmiştir. Fatih’e, ‘Endişe etme, der; falan tepenin üzerine çık, üç defa kös vurdur ve orduna hücum emri ver.’ Fatih Sultan Mehmed söylenenleri yapar ve fetih müyesser olur.” 

Sultan II. Beyazıd bunları anlattıktan sonra, Ubeydullah Ahrar hazretlerinin şekl ü şemâilini, atını ve kıyafetini yine babasından duyduğu kadarıyla Hâce Muhammed Kâsım’a aktarınca, Hâce Muhammed Kâsım; “Evet tarif ettiğiniz o zât benim babamdır” der. 

Yedi Emirler

Hâce-yi Ahrâr’ın müritlerinden Mevlânâ Ali b. es-Sâfi’nin yazdığı Reşehat ile Molla Cami’nin yazdığı Nefâhatü’l-Üns’ün bizdeki ilk tercümelerinde bu menkıbenin ufak tefek farklılıklar ve eklemelerle aktarıldığından bahsediyoruz bir müddet. Sonra, Ubeydullah Ahrar hazretlerinin İstanbul’un fethine desteğinin bu kaynaklarda anlatılan manevi ordudan ibaret olmadığını, Semerkand, Buhara ve Taşkent’ten gönderdiği dervişleriyle zâhiren de yardım ettiğini söylüyoruz. Bizi dinleyen mollalar şaşırıyor, fakat Hâce Nasrullah, yüzünde belli belirsiz bir tebessümle “Yedi Emirler...” diyor yavaşça. 

Yedi Emirler, İstanbul’un fethine katılan ve bugün Fatih semtinde bir yol kenarında etrafındaki binaların arasına sıkışmış hazîredeki yedi mezarda medfun bulunan Buharalı yedi derviş. Bu mezarlar eskiden ahşap bir türbenin içindeymiş. Geçen yüzyılın başında yanmış ve uzun süre bir harabe halinde kalmış. Bir hamiyet sahibinin 1950’li yılların sonlarında, daha fazla tahrip olup unutulmaması için yazdırdığı bir kitabe ile de bugüne ulaşabilmiş. O kitabede şunlar yazıyor: 

“Bu türbede Buhara’dan gelip İstanbul’un fethinde vazife alan ni’me’l-ceyş’ten yedi emirler ki; Seyyid Abdurrahman, Seyyid Abdurrahim, Seyyid Abdülgafur, Seyyid Hamza, Seyyid Ukayil, Seyyid Cafer, Seyyid Abdülaziz medfundurlar.”

Kitabeden de anlaşılacağı gibi “emir” nisbesi o devirlerde seyyid anlamına kullanılıyor. Yedi Emirler için “ni’me’l-ceyşten” denmekle de onların fetih ordusundan mücahitler olduğu kastediliyor. “Ni’me’l-ceyş”, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vessellem’in İstanbul’un fethini müjdelediği hadis-i şeriflerinde, Türkçe’ye “ne güzel ordu” diye aktarılan ibarenin aslıdır. 

Hâce Nasrullah, gençlik döneminde İstanbul’da bulunduğu yıllarda Yedi Emirler’i birkaç kez ziyaret ettiğini anlatıyor. Bugün mezarları kaybolmuş pek çok “ni’mel-ceyş” şehidi gibi Semerkand ve Buhara’dan gelmiş ve fetih ordusuna katılmış başka dervişlerin de mezarı olmalı diyor. Ona göre Ubeydullah Ahrar hazretlerinin Anadolu veya daha geniş anlamda Osmanlı coğrafyasıyla ilgili özel bir tasarrufu var. Kütahya Simav’dan kalkıp Semerkand’a gelerek Hâce-yi Ahrâr’a intisapla seyr ü sülûkunu tamamladıktan sonra hilafet alan Abdullah-ı İlâhî’yi, yanına Hâce Mahmud İncir Fağnevi kuddise sırruhû hazretlerinin torunu Emir Ahmed-i Buhârî’yi de katarak Anadolu’ya göndermesini buna bağlıyor. Nitekim Anadolu’ya geldikten bir süre sonra Abdullah-ı İlâhî Balkanlar’da Vardar Yenicesi’nde, Emir Ahmed Buhârî ise İstanbul’da dergâhını kurarak irşada koyuluyorlar. 

Sancak İstanbul’a mı Devredildi?

Fatih Sultan Mehmed’in Molla Cami’ye olan ilgisinden de söz ediyor Hâce Nasrullah. Daha çok Molla Cami diye tanınan Abdurrahman Cami de Ubeydullah Ahrar hazretlerinin bağlılarından. İrşat icazeti olmasına rağmen bir tekkede şeyhlik yapmayı değil, medreselerde ilim öğretmeyi ve eserler yazmayı tercih etmiştir. Yüz yüze hiç görüşemeseler de Sultan Fatih’le aralarında karşılıklı bir muhabbet vardır. Molla Cami, Fatih’in fetihlerini öven şiirler yazmış, bazı eserlerini ona ithaf etmiştir. Fatih de değerli hediyeler göndererek Molla Cami’yi birkaç kez İstanbul’a davet etmiş, fakat elde olmayan bazı sebeplerle bu davetlere icabet gerçekleşememiştir. 

Ahrariyye mensubu şeyh ve dervişler, türbesi ve adına yaptırılan camisi Eyüp’te bulunan Baba Haydar es-Semerkandî örneğinde olduğu gibi Fatih’ten sonra da Anadolu’ya gelmeyi sürdürmüşlerdir. İlerleyen zamanlarda Türkistanlı şeyhlerin ve onların yine ağırlıklı olarak Türkistanlı müntesiplerinin barındığı, “Özbek Tekkeleri” diye bilinen Nakşibendî tekkeleri kurulacaktır İstanbul’da. Bunlardan Üsküdar’da bulunan Özbekler Tekkesi, Millî Mücadele’de hem yaralanan Kuva-yı Milliye mensuplarının tedavi edildiği gizli bir hastane hem de Anadolu’ya silah ve insan sevkiyatının planlanıp gerçekleştirildiği gizli bir üs olarak kullanılmıştır. 

Hâce Nasrullah, “İşte bütün bunlar Ubeydullah Ahrar hazretlerinin Anadolu’yla ilgili özel tasarrufunun tezahürleridir” dedikten sonra, Ubeydullah Ahrar hazretlerini konuşurken hep İstanbul’dan söz etmiş olmamıza dikkatimizi çekiyor. Ona göre Ahrar-ı Velî hazretleri ferasetiyle Maveraünnehir’deki taht kavgalarının oluşturacağı çözülmeyi görmüş, Emir Timur’un torunları tarafından adeta yağmalanan mirasının kısa bir zaman sonra tüketileceğini fark etmiş olmalıdır ki sancağı İstanbul’a devretmek istemiştir. Hâce Nasrullah biraz duraklayıp kısık bir sesle “Allahu a’lem öyledir” dedikten sonra bize dönüp şu tenbihte bulunuyor: 

“Mes’uliyetiniz ağır, büyük lakin bir o kadar da şereflidir. Önemini de kıymetini de bilin ki ihmal etmeyesiniz.” 

(Gelecek Ay: Emir Timur) 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy