Aramak

Yasin Taçar

ESKİ RAMAZANLAR ‘RAMAZANİYE’Sİ

Biz modern bireyler olarak kendi kökenimizle ilgili nice kayıplarımız olduğunun canlı şahitleri ve delilleriyiz. Ramazan’la alakalı da kaybettiğimiz bir şeylerin olmaması düşünülebilir mi?

Elhamdülillah bir Ramazan’ı daha eda ettik. Ramazan geçti ama biz hakkını verebildik mi, meçhul. Mesela teravih namazı. Bugün istesek de kılamayız; o kazası ve başka vakti olmayan bir namazdır. Aynı şekilde Ramazan ayının her günü kendine has özel bir anlam taşımakta, o gün yapılan amelin eşdeğeri bir amel bulunmamaktadır. Allah cümlemizi Ramazan’ı hakkıyla eda etmişlerden eylesin.

Bir zamanlar “Nerede o eski Ramazanlar!” gevezeliği meşhurdu. Özellikle Ramazan ayında çoğunlukla bir espri olarak sürekli bu laf dönerdi. Sonunda o kadar klişeleşti ki esas manası arada kayboldu gitti. 

Halbuki biz modern bireyler olarak kendi kökenimizle ilgili nice kayıplarımız olduğunun canlı şahitleri ve delilleriyiz. Ramazan’la alakalı da kaybettiğimiz bir şeylerin olmaması düşünülebilir mi? Ülkemizde modernizm zaten savaşını İslâm’la başlattı ve sürdürdü, böyle var oldu. Dolayısıyla İslâm’ın hayatımıza intikali kısmen zarar gördü.

Biz yine de “eski Ramazanlar” diyelim ve bugün Ramazan’la ilgili unutulmuş önemli bir geleneğe değinelim: Ramazaniyeler. Klasik şiirimizde Ramazan-ı Şerif hakkında yazılmış gazel, kaside ya da neşidelere toplu şekilde Ramazaniye denilir. 

Özellikle tasavvuf ehlinin kaleminden çıkan Ramazaniyeler, içerisinde nice hikmetler barındırdıkları için Ramazan’ı anlatmada eşsizdirler. Velî zâtlar bütün ibadetler gibi orucu da hakiki manasıyla ve huşû ile eda ettiklerinden, onların ibadetleri anlatışı da eşsiz mahiyette olmaktadır. Mesela:

“Müjde müminler size ihsan-ı Rahman’dır gelen
Şanına tazim için bu mâh-ı gufrandır gelen.

Andadır feyz-i hidayet, andadır afvü kerem
Kadrini bil, mevsim-i inzâl-i Kur’an’dır gelen.

İyd-i ekber her günü, Kadr-i mübarek her gece
Ehl-i imana ne mutlu lütf-i Sübhan’dır gelen.”

Bir kısmını alabildiğimiz bu Ramazaniye epey uzundur, derindir ve Ahmed Remzi Dede Efendi’ye aittir. 

Ârifler orucu iki kısma ayırır. Biri avamın orucudur ki orucu bozan amellerden birini işledikleri takdirde oruçları bozulur. Diğeri de havassın yani müstesna kulların orucudur ki orucu bozan fiilleri hatırlarından geçirmekle dahi oruçlarını zedelenmiş sayarlar. İşte Ramazaniyeleri kaleme alan mübarek zâtların her biri bu havas orucunu tutmuş, tutan ârif kişilerdir.

Hz. Mevlânâ da Ramazan’ı anlattığı beyitlerinde şöyle demektedir:

“Ramazan geldi, bayram bizimledir. Kilit geldi, anahtar bizimledir. O ağzı kapadı ama gözü açtı; gözün gördüğü o nur bizimledir. Ramazan gönüle hizmet etmeye geldi. Gönlü yaratan Zât-ı Celîl-i Kibriyâ bizimledir. Oruçta meşakkat görünürse de görünmeyen gönül hazinesi bizimledir. Her ne kadar kirli ten bizimleyse de biz oruçla canımızı temizledik ya!”

Yine Divan’ının bir başka yerinde de şöyle der ki sözlerin üzerinde iyi tefekkür etmek gerekir:

“Bu ayda edilen dualar müstecab olur. Çünkü oruçlunun ahı felekleri yırtıp geçer. Oruç kuyusunun sıkıntısına tahammül gösteren, nihayet Yusuf gibi aşk diyarının sultanı olur. Oruçlunun açlık tesiri ile yüzü sararırsa sonunda oruç ipeğinden kaftan giyer. Ey nutuk, sus! Sahur davulu gibi dan dan ötme! Orucun ne olduğunu yine oruçlular bilir.”

Burada “orucun ne olduğunu yine oruçluların bileceği” ifadesi hem âriflerin önemini hem de Ramazaniyelerin kaybının ne büyük eksiklik olduğunu anlamak için anahtar cümle konumundadır. Öyle ya; hakiki manasıyla oruç tutanlara oruç anlatılmaz. Oruç onlardan dinlenir. 

Ramazaniyelerin eskide kalması, bugün yazılmamasının en büyük sebebi belki de orucun ne olduğunu bilen gerçek oruçluların, ârif zâtların kalmamış olmasıdır denilebilir mi? Akla gelse de hayır! Asıl söylenmesi gereken şudur: O ârif kimseler yaşadığımız şu tuhaf zamana uygun bulmadıkları için bu hakikatleri dile getirmiyorlardır. Yani Ramazaniyelerin eksilmesi meğer bizim eksilmemizmiş! 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy