Mahrem ve İfşa
“Sende bulunması halinde gizli kalmasını isteyeceğin şeyi, başkalarında görünce ifşa etme.”
(Hamdûn Kassar kuddise sırruhû)
Resûl-i Zî-şân sallallahu aleyhi vessellem, “Ben cevâmiu’l-kelîm ile gönderildim” buyurur. Ekser ulemâ “cevâmiu’l-kelîm”i, Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm’a Cenâb-ı Mevlâ’nın ikram eylediği, “veciz söz söyleme, az sözle çok mana ifade edebilme hususiyeti” diye anlamışlar ve bu hususiyetteki bazı hadis-i şerifleri misal göstermişlerdir. Gösterilen misallerden biri de, “Sizden biriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz” hadis-i şerifidir.
Hakikaten de müminler arasındaki kardeşlik hukukuna dair başka hiçbir şey söylenip yazılmamış olsaydı bile tek başına bu hadis-i şerif meseleyi bütün teferruatıyla anlamamıza kifayet ederdi.
İşte büyüklerin bir kısım sözleri, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vessellem’in mücmelen ifade buyurdukları hususların tafsilindeki bir faslı öne çıkarmaktan ibarettir ve bu cihetiyle de birer kelâm-ı kibardır. Nitekim melâmet ehlinin pîri olan Hamdûn Kassar kuddise sırruhû hazretleri, “Sende bulunması hâlinde gizli kalmasını isteyeceğin şeyi, başkalarında görünce ifşa etme” sözüyle, kardeşlik hukukunun zikrettiğimiz hadis-i şerifte mündemiç esaslarından birini nazara vermektedir.
Kendimizde bulunması hâlinde gizli kalmasını isteyeceğimiz şeyler, beşer olarak hepimizde görülmesi mümkün kusur, kabahat, hata yahut günahlardır. Bunlar çoğu zaman birbirleriyle örtüşse veya bazen biri diğerine yol açsa da temelde ayrıdır. Kusur; eksiklik veya zayıflık demektir mesela. Meramını anlatma güçlüğü, anlayış kıtlığı, irade zafiyeti, unutkanlık, çabuk aldanma, bir şeye aşırı düşkünlük ve benzeri haller birer kusurdur. Kabahatle daha ziyade toplumun âdâba aykırı bulduğu, ayıp, çirkin, yakışıksız davranışlar kastedilir. Hata; dikkatsizlik, tedbirsizlik, acelecilik, bilgisizlik gibi sebeplerle düşülen yanlış yahut yanılgıdır. Dinen yasaklanmış fiil ve davranışlar ise günah kapsamına girer bilindiği üzere.
Hepimiz beşeriz. Eksiklerimiz, zaaflarımız vardır. Bazen nefsimize yenildiğimiz, dünyaya aldandığımız, şeytanın iğvâsına kapıldığımız olur. Yanılır, sürçer, gaflete düşer; bir kabahati, bir günahı irtikâb eder ama bunların bilinmesini, başkalarının diline düşmesini, yüzümüze vurulmasını istemeyiz. Öyleyse Müslümana yakışan, kendisi için istemediğini, kardeşleri için de istememek; başkalarının kusur, kabahat, hata veya günahlarını ifşadan şiddetle imtina eylemektir.
İmam Şâfiî rahmetullahi aleyh de, “Dilinle başka birinin ayıbını anma. Çünkü senin de ayıpların var, insanların da dilleri!” buyurarak yine bu minvalde bir ikazda bulunur. Kaldı ki başkalarının ayıplarını ifşa da ayıptır. Hatta ayıptan da öte bazen gıybet gibi bir günahın işlenmesi demektir. Böyle bir ayıp veya günahtan sakınmamız için dinimizde insanların gizli hallerini, kusurlarını araştırmak manasında tecessüs yasaklanmış, kişinin kendi kusurlarıyla meşgul olması tavsiye buyurulmuştur.
Öte yandan mümin kardeşliği sadedinde başkalarının ayıplarını örtmenin mükâfatını haber veren bir hadis-i şerifte, başkalarının ayıplarını dile dökenler için de hepimizin korkması gereken ağır bir tehditte bulunulur. Bahse konu hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: “Her kim mümin kardeşinin ayıp ve kusurlarını, kimsenin görmediği ve görmesini istemediği hallerini örterse, Allah Teâlâ da kıyamet gününde onun ayıplarını örter. Her kim mümin kardeşinin meydana çıkmasını istemediği bir halini ortaya çıkarır ve dile verirse, Allah Teâlâ da onun ayıplarını, kimsenin bilmesini istemediği hallerini ortaya çıkarır; bu suretle kendi evi içinde de olsa onu rezil eder.”
Başkasının bilhassa da gizlediği bir günahını açığa vurmamak, o günahı mazur görmek manasına gelmez. Bu mümin tavrı, evvelâ muhatabın utanma duygusunu ve böylece o günahta ısrardan vazgeçme ihtimalini muhafaza içindir. Sâniyen kulun, Cenâb-ı Erhamü’r-Râhimîn’in bahşeylediği manevî nimetleri ahval ve ahlâkında gösterme mükellefiyetidir. Rabbimiz, bütün esmâ ve sıfatlarına insanı mazhar kılarak onu şereflendirmiş, bu nimetlerinin tecellisini de insanda görmek istemiştir. Allah Teâlâ “Settârü’l-Uyûb”, yani ayıpları örtendir; kulundan da beklenen başkalarının ayıplarını örtmesidir. Allah Teâlâ “Gafûr”dur, yani bazı kusur ve günahları görmezlikten gelip yok sayandır. O’nun kulundan da beklenen, başkalarının istemeden şahit olduğu gizli kusur ve günahlarını görmezlikten gelmektir. Allah Teâlâ “Afüvv”dür, yani affetmeyi seven, çok bağışlayandır; kulundan da beklenen bağışlayıcı olmasıdır.
Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm’ın biraz evvel zikrettiğimiz hadis-i şeriflerinin baş tarafındaki, “Her kim mümin kardeşinin ayıp ve kusurlarını, kimsenin görmediği ve görmesini istemediği hallerini örterse, Allah Tealâ da kıyamet gününde onun ayıplarını örter” müjdesi eşliğinde şu hatırlatma ile bitirelim.
Herkesin anasından babasından, eşinden dostundan kaçacağı o büyük günde ortaya çıkmasını istemediğimiz ayıp, kusur ve günahlarımız varsa ve biz bunun dehşetli utancını yaşamak istemiyorsak, Hamdûn Kassar kuddise sırruhû hazretlerinin sözünü kulağımıza küpe yapalım.