CAMİLERİMİZ ve MESCİTLERİMİZ
Camilerin en önce gelen üstünlüğü “yeryüzünde Allah’ın evi olmaları, oralara gelenlere Allah’ın ikramda bulunmasıdır.” Yani mescitlere gelenler -özellikle itikâfa girenler- Yüce Allah’ın misafiri sayılırlar ve çeşitli ikramlarına mazhar olurlar. Hadislerde belirtildiğine göre namaz öncesinde veya sonrasında mescitlerde bekleyenlere, abdestlerini bozmadıkları sürece melekler dua eder, bu kişiler namazda sayılır, Allah Teâlâ’nın hoşnutluğunu kazanırlar.
Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evler” (Nûr 36) olarak tanımlanan mescitler, Arapça’da “secde edilen yer” anlamına gelir. Cami kelimesi ise “cem” kökünden gelir ve “bir araya getiren, toplayan” manasındadır. Cami tanımı genellikle Cuma namazı kılınan büyük mescitler için kullanılır.
İlişkili kavramlardan olan musallâ, bayram ve cenaze namazı kılınan yerlere, namazgâh da yol boylarındaki üstü açık mescitlere denilir. Osmanlılar döneminde padişahların yaptırdıkları camilere “Selâtin Camileri”, vezirler ve diğer devlet adamlarının yaptırdığı orta büyüklükteki yapılara cami, Cuma namazı kılınmayan ve küçük olanlara da mescid denilmiştir. (DİA, Cami, 47)
Biz bu yazımızda cami ve mescit kelimelerini büyük küçük ayırımı yapmadan aynı anlamda kullanacağız.
İslâm’ın tarihe mührü
Kur’an-ı Kerim’de, mabet olarak inşa edilen ilk yapının Kâbe olduğunu (Âl-i İmrân 96) Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de bu amaçla yapılan ikinci yapının Mescid-i Aksâ olduğunu haber vermiştir. (Buhârî, “Enbiyâ” 40) Kâbe’nin binasını ilk yapan Hz. Âdem aleyhisselâm’dır, daha sonra yıkılmış olan temelleri üzerinden Hz. Şit aleyhisselâm tekrar yapmış, fakat bu defa da Nuh tufanı sırasında kumlara gömülmüştür. Daha sonra Kâbe’yi Hz. İbrahim ve Hz. İsmail aleyhimesselâm ilk temelleri üzerine yeniden yapmışlardır. Mekke’nin en çukur yerinde bulunan Kâbe’nin duvarları günümüze kadar başta seller olmak üzere çeşitli sebeplerle defalarca zarar görmüş ve yenilenmiştir.
İslâm tarihinde Medine’de birçok mescit yapıldığı anlatılır. Bunların en meşhurları Ebû Ümâme, Âtike ve Kuba mescitleridir. Hicretten hemen sonra ise eni ve boyu yaklaşık 100’er metre olan Mescid-i Nebevî inşa edildi. Zamanla Medine’deki mescitlerin sayısı artmış olsa da Cuma ve Bayram namazları sadece burada kılınırdı. Mescid-i Nebevî ilk olarak Hz. Osman radıyallahu anh tarafından genişletildi. Günümüze kadar da farklı zamanlarda tamir ve yenilemeleri yapıldı.
Müslümanlar fethettikleri yerlerde ya eski kilise gibi yapıları camiye çevirirler veya yeni mescitler yaparlardı. Öte yandan kendi kurdukları Kûfe, Basra ve Fustat gibi yerlerde ise şehir planlamasını merkeze Cuma kılınacak camiyi koyarak yapmışlardır. Daha sonraları da şehirlerin büyümesi sebebiyle bir şehirde birden fazla Cuma camisi görülmeye başlanmıştır.
Caminin kullanım amaçları
Cami ve mescitlerin iki temel kullanım amacı vardır. Bunlar ibadet ve eğitimdir. Yani birinci kullanım amacı içinde Allah’a kulluk vazifesinin yapılmasıdır. Ayet-i kerimede mealen; “Şüphesiz mescitler Allah’ındır” buyurulur. (Cin 18) Mescit ve camiler öncelikle beş vakit namaz, Cuma, bayram, cenaze namazları ve hutbe gibi cemaatle eda edilmesi gereken ibadetler için kullanılır. Cemaatle namazda asıl olan mescitlerdeki cemaattir. Bütün fıkıh mezheplerinde beş vakit namazın başka yerlerde kılınması ile cemaat sevabı hasıl olsa da camide kılınmasının sünnet ve ayrı bir faziletinin olduğu söylenmiştir. Çünkü İslâm’ın biricik mabedi camidir. Dergâh, tekke, medrese gibi diğer dinî hizmetler için kullanılan yerler cemaatle namaz konusunda camiye denk olamaz.
Camilerin namazdan sonra ikinci kullanım amacı eğitim öğretimdir. Nitekim camilerde âlimlerimiz ve hocalarımız tarafından hem ilim talebelerine hem de halka açık olarak pek çok ders halkaları oluşturulmuş, vaazlar verilmiş, düzenlenen kurslar ile çocukların dinî eğitimi almaları sağlanmıştır. Hatta bu amaçla kullanılan bazı camilerin kütüphaneleri bile olmuştur. Bu eğitim ve öğretim faaliyetleri hâlâ devam etmektedir.
Hz. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, başta peygamberlik olmak üzere devlet reisliği, hâkimlik, komutanlık gibi görevleri için tek yer olarak Mescid-i Nebevî’yi kullanırdı. Ancak Ashâb-ı Kirâm devrinden itibaren günümüze kadar diğer din ve devlet hizmetleri için zamanla ayrı binalar tahsis edilmiş, artık camiler sadece ibadet ve ilim için kullanılır olmuştur. Bunun için artık mescit ve camilerin dünyevî amaçlarla kullanımından kaçınmak gerekir.
Nitekim devesi kaybolan bir adam Mescid-i Nebevî’nin içine kafasını uzatarak insanlara devesini sorduğunda, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem; “Bulamaz ol! Mescitler ne için yapılmışlarsa ancak onun içindir” buyurarak mescitlerin ibadet ve ilim dışında kullanılmasının doğru olmadığına işaret etmiştir. (Müslim, Mesâcid 80, 81)
Cemaatle farz kılmak, kendi başına birçok rekât nafile namaz kılmaktan daha üstündür. Nitekim, Hz. Ömer radıyallahu anh Ramazan’da sabaha kadar ibadet edip sabah namazını kendi başlarına kılan kişileri görünce “Sabah namazını cemaatle kılmam benim için sabaha kadar nafile namaz kılmaktan daha güzeldir” demiştir.
Hz. Nebî sallallahu aleyhi vesellem’in “cami yaptıranlara veya cami yapımına bir kuş yuvası kadar katkıda bulunana cennette bir köşk ile mükâfat verileceği” müjdesini alan Müslümanlar, bulundukları yerlerde pek çok mescit ve cami yapımına vesile olmuşlardır. İslâm coğrafyasında her memleketin mimarî birikimi camilerinde görünmektedir. Minare, kubbe gibi ilaveler buna örnektir. Özellikle Selçuklu ve Osmanlı Selâtin Camileri, İslâm medeniyetinin izzetini, büyüklük ve zenginliğini göstermeleri açısından hem daha önceki dinlerin yapılarına bir cevap hem de müstakil birer nişanedirler.
Yine İslâm dininde binalarda esas olan sadeliğin ibadethanelerde de bulunması istenilmiş, özellikle namaz kılarken insanı meşgul edecek süslemelerden kaçınılmıştır. Nitekim birer sanat eseri olan büyük camilerde tavanlarda dahi bulunan tezyinata, baş hizasına gelince rastlanmamaktadır. Mescit ve camilerin sırf gösteriş amacıyla veya namaz kılanları meşgul edecek şekilde süslenmeleri ise mekruhtur.
Camilerin ve camide bulunmanın Faziletleri
Camilerin en önce gelen üstünlüğü “yeryüzünde Allah’a en sevimli yerler olmaları, Allah’ın evi sayıldığından oralara gelenlere Allah’ın ikramda bulunmasıdır.” (Müslim, Mesâcid 288, Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr 10/161,10324) Yani mescitlere gelenler -özellikle itikâfa girenler- Yüce Allah’ın misafiri sayılırlar ve çeşitli ikramlarına mazhar olurlar. Hadislerde belirtildiğine göre namaz öncesinde veya sonrasında mescitlerde bekleyenlere, abdestlerini bozmadıkları sürece melekler dua eder, bu kişiler namazda sayılır, Allah Teâlâ’nın hoşnutluğunu kazanırlar.
Camilerde namaz kılmanın diğer bazı faziletleri şunlardır:
• Giderken atılan her adım sadaka sayılır; bu adım için sevap yazılır, günah silinir, derece artar.
• Cemaat sayısı arttıkça kazanılan sevap da artar.
• Camiye giden kişi ayet-i kerimedeki “hiçbir ticaretin ve alışverişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı” (Nûr 37) kişilerden olur.
• Cemaate devam edenler, artık imanlarına şahitlik edilen kimselerdir.
Cemaate katılmayı isteyen fakat hastalık ve mazeret sebebiyle katılamayanlara cemaatle ibadet etmiş gibi sevap yazılır. Gücü kuvveti yerindeyken cemaat ehli olup daha sonra mazeretleri sebebi ile camiye gidemeyen ihtiyarlar da böyledir.
Cemaatle farz kılmak, kendi başına birçok rekât nafile namaz kılmaktan daha üstündür. Nitekim, Hz. Ömer radıyallahu anh Ramazan’da sabaha kadar ibadet edip sabah namazını kendi başlarına kılan kişileri görünce “Sabah namazını cemaatle kılmam benim için sabaha kadar nafile namaz kılmaktan daha güzeldir” demiştir. (Abdürrezzak, Musannef, 1/526)
Cemaatle namaz, en önemli sünnet çeşidi sayılan “sünen-i hüdâ”dandır. Bu tür sünnetlerin yapılması hidayete, terki de dalâlete götürür.
Cemaate devam etmek aynı zamanda cami ve mescitleri ayakta tutmaktır. Tefsirlerde “Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve âhiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.” (Tevbe 18) ayetinde, mescitlerin binasını inşa ve tamir edenler yanında buralarda cemaatle namaza devam edenlerin de kastedildiği anlatılmıştır.
Üç mescit, diğer faziletli camiler
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Mescid-i Haram’da kılınan bir namazın diğer mescitlerde kılınan namazdan yüz bin kat, Mescid-i Nebevî’de kılınan bir namazın da diğer yerlerde kılınan namazdan bin kat daha faziletli olduğunu haber vermiştir. (İbn Mâce, İkâmetu’s-Salât, 5/195)
Bu ve benzer hadisleri dikkate alan âlimlerimiz, namaz kılmak bakımından camilerin en faziletli olanlarının sırasıyla Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksâ olduğunu söylerler.
İslâm alimleri bu üç mescit dışında sırasıyla hangi mescitlerde namaz kılmanın faziletli olduğuna dair çeşitli açıklamalar yapmışlardır. Hanefîlere göre sırasıyla en faziletli olanlar Kuba Mescidi gibi kadim (eski) camiler; büyük camiler, mahalle mescitleri ve çarşılardaki mescitlerdir.
Fakat mahalle mescidinde ve kişinin hocasının camisinde namaz kılmak, cemaati kalabalık ve büyük camilerden efdaldir. Mahalle camisinin kişi üzerinde hakkı vardır. Kişi tek başına kalsa bile namazı orada kılmalıdır.
Şâfiîlere göre ise önce uzak da olsa cemaati kalabalık olan cami yakın camiden daha efdaldir. Yine de her iki mezhepte de âlim kişinin cemaati az olan yakın camide namaz kılarak cemaatin çoğalmasına vesile olması tercih edilmiştir. (İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 1: 552-554; Ramlî, Nihâyetü’l-Muhtâc, 2: 142-144) Yine âlimlerimiz kadınların evlerinde namaz kılmalarını daha uygun görmüşlerdir.
Cami âdâbı
Allah’ın evi olan ve insanların ibadet etmek için geldiği mekanlar olan camilerde elbette uyulması gereken kurallar vardır. Mesela:
• Mescide sağ ayakla ve besmele ile girilir, sol ayakla çıkılır.
• Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem mescide girerken “Allahım, bana rahmet kapılarını aç” diyerek, çıkarken de “Allahım, bana fazlından ver” diyerek dua etmeyi tavsiye etmiştir.
• Kerahet vakti değilse oturmadan önce iki rekât “tahiyyetü’l-mescid” yani mescide saygı namazı kılınır. Oturmadan önce kılınacak herhangi bir farz veya sünnet bu saygı namazı yerine geçer. Bu namazı kılamayacak olan kişi en azından “Sübhanallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallahu vallâhu ekber” der. (Ö. N. Bilmen, İlmihal. m. 403)
Eskiden cami ve mescitler müstakil iken, günümüzde de apartmanlarda da bu tür mabetlere rastlanmaktadır. Böyle bir yerde eğer beş vakit namaz kılınıyor ve görevli imam ve müezzini varsa mescit hükmünü almaktadır.
Gerek hadisi şeriflerden gerekse İslâm âlimlerinin tavsiyelerinden özetle aşağıdaki edepleri çıkarmak mümkündür.
Temiz girmek temiz tutmak
Camiye gelecek kişilerin namaz kılabilecek kadar madden, hükmen ve mânen temiz olmaları gerekir. Maddi temizliğe “necasetten taharet” denir. Kişinin bedeninde, kıyafetinde ve namaz kılacağı yerde dinen pis sayılan kan, dışkı, idrar, kusmuk gibi şeyler olmamalıdır.
“Hükmî temizlik” ise kişide gusül ve abdestin bulunmasıdır. Manevi temizlik ise küfür ve şirk kirlerinden arınmış olmaktır. Mescide ibadet için girecek kişi en azından gusül abdestli olmalı özellikle Cuma ve bayram namazları için güzel giyinmelidir. Ayet-i kerimede “Ey Âdemoğulları, her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin” (A’râf 31) buyurulmuştur.
Camilerin temiz tutulması da kifâye yoluyla gerekli bir görevdir. Cenâb-ı Allah ziyaretçiler için Kâbe’nin temiz tutulmasını bizzat kendisi emretmiştir. (Bakara 125; Hac 26) Diğer mescitler ve camiler âdeta Kâbe’nin birer şubesi gibi olduklarından, onların da bu hükme girmeleri gerekir.
Hadis-i şeriflerde de mescitlerden temizlenen şeylerin hurilere mehir sayılacağı, mescit temizliği karşılığında cennette köşk verileceği söylenerek bu temizlik teşvik edilmiştir. Asr-ı Saadet’te Mescid-i Nebevî’yi temizlemeyi hizmet edinen sahabiler olduğu, hatta bizzat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in de mescidinde temizlik yaptığı anlatılmaktadır.
Günlük hayatımızın vazgeçilmezi olan cep telefonları namazda iken çalınca huzurumuzu kaçırmaları ile ayrı bir imtihan sebebi olmaktadır. Gerçi bazen namaz kılarken kalbimizden geçen düşüncelerin yanında telefon melodisi masum kalsa da çıkan ses cami edebine uymamaktadır.
Camidekileri rahatsız etmemek
Namaz huşû ile eda edilmesi gereken bir ibadet olduğu için elden geldiğince ibadet edenlerin huzurunu bozacak şeylerden uzak durulması, sakin bir ortamda namaza başlanması gerekir. Bu sebeple mescitlerde diğer kişileri huzursuz bırakacak, akıllarını meşgul edecek şeyler mekruh görülmüştür.
Hz. Nebî sallallahu aleyhi vesellem, yaydıkları kötü ve ağır koku yüzünden sarımsak ve soğan yiyenlerin mescide gelmemelerini istemiş, hatta bu durumda olanları mescitten çıkartmıştır. (Müslim, Mesâcid 17; Tirmizî, Et’ime 13) Bu yasağın sebebi insanlara eza vermemek olduğundan, başka rahatsız edecek durumlar da buna kıyas edilerek mekruh sayılmıştır. Buna göre aşırı ter veya sigara kokulu iken, çorapları kokarken camiye gitmek mekruhtur. Yine kişi grip ve nezle gibi hastalıklar yüzünden hapşırarak veya öksürerek insanları çıkardığı seslerle rahatsız edecek ve mikrop saçarak hastalanmalarına sebep olacaksa camiye gelmemelidir.
Günlük hayatımızın vazgeçilmezi olan cep telefonları namazda iken çalınca huzurumuzu kaçırmaları ile ayrı bir imtihan sebebi olmaktadır. Gerçi bazen namaz kılarken kalbimizden geçen düşüncelerin yanında telefon melodisi masum kalsa da çıkan ses cami edebine uymamaktadır. Cemaatle namaz kılarken böyle bir durumla karşılaşan kişi en azından tek elle telefonun ses tuşlarına basarak sesini kapatmalıdır.
Âlimlerimiz, camide nasıl hareket edilmesi gerektiğini bilmeyen çok küçük çocuklar ile akıl hastalarının camilere getirilmesini hoş karşılamamıştır. Ancak biraz daha aklı başında olan temyiz çağındaki çocukların Kur’an ve dinî bilgileri öğrenmeleri, namaza alıştırılmaları gibi amaçlarla camilere götürülmelerini tavsiye etmişlerdir.
Caminin saygınlığını korumak
Camide ibadet ve ilim amacı taşımayan söz ve davranışlardan kaçınarak gerekli saygı gösterilmelidir. Buna göre bu mekanlarda yemek içmek, uyumak gibi işlerden veya dünyevî, mâlâyani veya yüksek sesle konuşmaktan uzak durulmalıdır.
Âlimlerimiz yemek ve uyumak gibi davranışların mescitlere yakışmadığını, mekruh olduğunu, bu davranışları ancak itikâfa girenlerin ve yolcuların mekânı kirletmeden ve etraftakileri rahatsız etmeden yapabileceklerini söylemişlerdir. Yine onlar kollar sıvalı, ceket omuzda gibi özensiz şekillerde girmeyi mescit adabına aykırı bulmuşlardır.
(Ö. N. Bilmen, İlmihal. m. 503, 506)
Saf düzenini muhafaza etmek de cami ve cemaat adabından olup, terki mekruhtur. Kişi camide kafasına göre durmamalı, omuzları birbirine değebilecek kadar yanındakine yakın ve aynı hizada olmalıdır. Saf imamın arkasından başlar ve sağlı sollu yayılır.
Bulunduğu camide ezan okunduktan sonra ciddi bir mazereti olmadan cemaatle namaz kılmadan çıkıp gitmek mekruhtur. Başka bir camiye gitse bile hüküm değişmez.
Camiler bizim dünyanın türlü çeşit karmaşasından korunduğumuz siperlerimiz gibidir. Bu siperlere girerek hem kendimizi hem de dinimizi korumuş oluruz.
Cenâb-ı Allah kalplerimizi “evim” dediği cami ve mescitlere bağlasın. Orada huzura duran ve huzur bulanlardan eylesin. Âmin.