KALAK
Sözlüklerde; “endişe, kaygı, sıkıntı ve tedirginlik” gibi anlamlara gelen “kalak”ın tasavvufî tarifini Hâce Abdullah Herevî kuddise sırruhû şöyle yapar: “Şevki, yani aşırı isteği sabırsızlıkla harekete geçiren şey.” Sabır ortadan kalktığı için özlem sâliki harekete geçirir ve Allah’a yöneltir. Kalak, kalbin Allah’a kavuşma özlemi ve bu sebeple heyecanlanması anlamına gelen “şevk”ten sonraki makamdır. O halde kalak makamında şevk iyice artmakta ve sâlikin sabrı kalmadığı için her an vuslatı talep etmektedir.
Tasavvuf ehli, şevk ve kalak kavramlarını yakın anlamda kullanır, fakat kalakın daha üst makam olduğunu da belirtir. O halde kalak makamını anlamak için şevkin ne olduğunu bilmek gerekir. Sûfîler şevki; “Yürekten çıkan bir alevdir, alevin doğuş sebebi hicrandır. Bu alevi vuslat söndürür” diyerek açıklar.
Şevk, muhabbetin neticesidir, ondan doğar. Çünkü kim Allah’ı canı gönülden severse O’na kavuşmayı ister. Kalpte önce muhabbet başlar, zamanla bu muhabbet artar ve kalbi ele geçirir. Böylece şevk ortaya çıkar. Şevk makamına eren birinin ise tek derdi Cemalullah’tır. İşte bu şevk makamından sonra kalak yüzünü gösterir. Çünkü sâlikin kararı kalmamış, sabrı nihayete ermiş, insanlardan kaçar olmuştur. Tek çare ise Allah’a kavuşmaktır. Fakat halen bu ayrılık yurdunda, dünyadadır.
Hz. Musa aleyhisselâm, kırk gün sürecek bir buluşma için Allah Teâlâ’nın huzuruna çağrılır. Kardeşi Hz. Harun aleyhisselâm’ı vekili olarak bırakıp alelacele Tur dağına gittiğinde Allah Teâlâ şöyle buyurur:
– “Seni halkından aceleyle ayrılmaya sevkeden neydi ey Musa!” (Tâhâ 83)
Bu soru üzerine Hz. Musa aleyhisselâm şöyle cevap verir:
– “Onlar da benim izimdeler; benden hoşnut olasın diye sana gelmekte acele ettim ey Rabbim.” (Tâhâ 84)
İşte sûfîler, Hz. Musa aleyhisselâm’ın Rabbi’nin huzuruna çıkmak için acele etmesini “kalak makamı”na delil olarak gösterirler.
İmam Kurtubî rahmetullahi aleyh, bu iki ayet-i kerimeyi şöyle izah eder:
“O, sözleşilen şekilde Tûr-i Sina’ya gelince, Rabbi’ne kavuşma şevkini duydu. O’na olan aşırı şevkinden dolayı aradaki mesafe kendisine çok uzak geldi. Bundan dolayı o kadar sıkıldı ki, gömleğini dahi yırttı. Fakat yine de dayanamayarak onları geride bırakıp tek başına gitti. Huzurda durunca şanı yüce olan Allah;
– Kavminden erken gelmek için seni aceleye iten nedir ey Musa, diye sordu.
O ise ne cevap vereceğini kestiremeyip şaşırdı ve cevap olmak üzere:
– Onlar da arkamdan geliyorlar, dedi.
Yüce Allah acele etme sebebini sorduğu halde o kavminin arkasından gelmekte olduğunu söyledi. Daha sonra da;
– Rabbim, razı olasın diye ben huzuruna gelmek için acele ettim, dedi.
Böylelikle şevkini ve Allah’ın rızasını aramaktaki samimiyetini dile getirmiş oluyordu.”
Hâce Abdullah Herevî hazretleri kuddise sırruhû kalakın üç derecesi olduğunu söyler.
“Birincisi mizacı zorlayan, insanlardan uzaklaştıran ve ölümü lezzetli kılan kalaktır.” Kalakın bu birinci derecesinde sâlik başkalarına dayanamayacak bir duruma gelir. İnsanlara sabredemez, yanlarında daralır, bunalır. Nereye gitse sıkılır. İnsanlarla birlikte olduğunda vuslat yolundan uzaklaşacağı korkusuna kapılır. Tek derdi kavuşma olduğu için ölüm kendisine güzel gelir. Çünkü ölümü sevgiliye kavuşmak, varlık hissinden kurtulmak ve böylece hakiki tevhide ermek olarak görür.
“İkincisi, akla gâlip gelmeye çalışan, işitmeyi engelleyen ve sabrı yenmeye çalışan kalaktır.” Kalakın bu derecesinde bazen akıl, bazen de kalak duygusu sâlike hâkim olur. Manevi bir savaş içindeki sâlik kâh aklın kurallarına uyar kâh aklı yener ve kendisini şevkin kollarına bırakır. Bu durum sürekli devam eder. Başkalarının sözlerine ve sohbetlerine tahammül edemez. Sadece Hakk’a dair sözleri ve sohbetleri dinlemek ister. Bu sebeple kulağı sadece Hakk’ın zikrine açıktır. O’nun zikriyle huzura erer, kalbi sükûn bulur.
“Üçüncüsü, asla merhamet etmeyen, sınır tanımayan ve hiç kimseyi bırakmayan kalaktır.” Bu mertebede sâlike artık sadece kalak duygusu hâkimdir. Akıl geride kalmış ve vücut üzerindeki hükümranlığını kaybetmiştir. Sâlik sınırları aşmış ve sınırsız bir kalp dünyasında kendini bulmuştur. Burası “şuhud” makamıdır. Allah’tan başka kimseyi tanımaz, her türlü bağdan ve zincirden özgürleşmiş ve âlemde sadece Hakk’ın tecellilerini görür hale gelmiştir.
Sâlikin içi içine sığmaması, ne yapacağını şaşırması, Allah’tan başka bir şeye odaklanamaması ve O’nun huzurundan başka kimsenin yanında huzur ve sükûn bulamaması olan kalakın tek ilacı vuslata ermektir. Kalak makamındaki sâlike, dünyevî hiçbir şey huzur ve mutluluk veremez. Sevgiliden bahsedilmeyen hiçbir sohbeti dinleyemez olur. Bu sebeple ölüm gözünde tüter.
Hakk’a duyulan yüksek şevk ve derin özlem, sabrın sınırları zorlar ve beden elbisesi (varlık hissi) sâliki sıkmaya başlar. Gönlünde sadece Hakk’a kavuşma arzusu vardır. Bu arzu ile yanar tutuşur. Öyle ki tüm varlık gözünden silinir ve sadece mahbub kalır. Tek endişesi ve tek derdi Hakk’ın rızasına erip sevgisini kazanmaktır. İşte kalakın sâlik üzerindeki tezahürleri böyledir.