Aramak

M. Raşit Bilici

Ev mi Yuva mı?

Günümüzde kadın erkek birlikteliği denildiğinde merkeze konulan aşk, sevgi gibi kavramlar yanıltıcıdır. Esas olan huzurdur; bu da vazife şuuru ve saygıyla mümkündür. Aşk, sevgi kalbin işidir; kalpler ise Cenâb-ı Mevlâ’nın tasarrufundadır. Ancak, O’nun rızası için çıkılan yolun bir meyvesi olarak Vehhâb olan Rabbimiz bunu da bahşeder.

Bir arada yaşamaya mecburuz. Bu birlikteliğin başladığı ilk yer ise aile. Bir topluluk olarak küçük fakat manası, önemi, özü itibariyle büyük bir yapıdır aile. İlk eğitim kaçınılmaz olarak orada başlar. Güven, huzur, samimiyet, sadakat, merhamet, fedakârlık önce ailede tadılır. 

Öyleyse ailede her bir fert üzerine düşen sorumlulukları bilmesi, uygulaması gerekir. Günümüzde tecrübe ettiğimiz üzere aile iyi olunca toplum da iyileşiyor, bozulunca toplum bozuluyor.

Bazen emir, bazen tavsiye 

İslâm’ın aileyle ilgili emir ve tavsiyeleri ciddi bir yekûn tutar. Bu emir ve tavsiyelerin hayat bulduğu aile, başta çocuklar olmak üzere herkes için büyük bir nimettir. Böyle olduğunda aile, paylaşarak mutluluğumuzu çoğaltabileceğimiz, sıkıntılarımızı hafifletebileceğimiz bir yuvadır, yuvamızdır. Aksi durum ise son derece çetin bir imtihandır.

Evlenmek, bir aile kurmak dinimizde yerine göre zorunlu, yerine göre isteğe bağlı kılınmıştır. Fakat her halükârda tavsiye edilmiştir. Sorumluluk almamak, alınmış sorumluluktan kaçmak İslâm ahlâkının onayladığı bir tavır değildir. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem “Nikâh benim sünnetimdir; kim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir” buyurarak aile kurmayı teşvik etmiştir. 

İlk düğme doğru iliklenmeyince

Ailenin huzur kaynağı mı yoksa imtihan mı olacağı daha eş seçiminde belirlenmiş olur. Kadının veya erkeğin yapacağı seçimde sadece kendisini değil, doğacak çocukları da düşünmesi gerekir. Ruhen kendisi çocukluktan veya ergenlikten çıkamamış, kaba ve cahil kişilerin iyi anne baba olamayacağı açıktır. Bu noktada güzellik, yakışıklılık, servet, itibar ya da gönül kayması göze perde olmamalıdır. 

Yeni nesillerin kişilik ve karakter inşasında özellikle annenin rolü çok büyüktür. Hem klasik ahlâk kitaplarımızın hem de günümüz biliminin işaret ettiği üzere çocuğun fizikî ve ruhî oluşumu anne karnında başlar. Çünkü çocuk, henüz ceninken annenin olumlu ya da olumsuz ruh halinden etkilenir. Nihayet 6 yaş civarında temel karakter özellikleri şekillenir. Bundan sonra hayatının bütün dönemlerinde bu temel üzerine devam eder. Kitaplarımızda annelerin hamilelik dönemine özellikle dikkat çekilmiş, kadınların bu dönemlerinde ve süt verirken hoş tutulması ısrarla tavsiye edilmiştir. 

Eş seçiminde gösterilmesi gereken bu özen yuva kurulduktan sonra da devam etmelidir. Aile birliği, dünya hayatının sıkıntı ve zorluklarına, aile üyelerinin düşünmeden ya da cehaletle yaptığı hatalara rağmen korunmalıdır. İlâhî kaderin bir tecellisi olarak bir araya gelen kadın ve erkeğin birbirinin imtihanı olmadan devam edebilmelerinin tek bir yolu vardır: Her birinin üzerine düşen görev ve sorumluluklarını bilmesi ve bu şuurla hareket etmesi. 

Sorumluluk bilinci

Aile içerisinde herkesin görev ve sorumluluğu yaratılışına, yaşına, durumuna göre farklıdır. Baba öncelikle eşinin ve çocuklarının huzurunu, geçimini, düzenini sağlamalıdır. Ailenin rehberi, hayırlara yönlendiren büyüğü olmalıdır. Ailesinin kendisi için bir nimet olduğunu ve ailesinden sorumlu olduğunun bilincinde olmalıdır. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, meşhur hadis-i şerifinde erkeğin bu görevine özellikle dikkat çekmiştir. 

Anne ise öncelikle kocasına sadakatli, mahremiyetine dikkatli, kanaatkâr ve evlatlarına merhametli olmalıdır. Cennetin annelerin ayaklarının altına serilmesinin bir karşılığı olarak eşiyle aralarındaki sıkıntıları çocuklarına yansıtmadan ailenin huzuru ve düzeni hususunda eşine yardımcı olmalıdır. 

Çocuklara gelince; yanlışı doğruyu, iyiyi kötüyü ayıracak yaşa geldiklerinde anne ve babanın rızasına aykırı davranışta bulunmamalı, gönüllerini hoş tutmalıdır. Bir gün kendilerinin de anne baba olacağını düşünerek hareket etmelidir.

Hiçbir ailede tam, yüzde yüz uyumdan söz edilemez. Hele de nefsin istek ve yönlendirmelerinin baş tacı edildiği günümüzde her konuda fikir ve davranış birliğinin sağlanması imkânsızdır. Dolayısıyla her ailede huzursuzluk, kırgınlık, tartışma yaşanır. Her birimizin fıtratı, düşünceleri, istekleri olunca bu durum kaçınılmaz hale gelir. İşte bu noktada sabır, tahammül, yumuşak huyluluk devreye girer. 

Bahsettiğimiz bu durum sadece günümüz için geçerli değildir. Sahabe efendilerimizin, Allah dostlarının, hatta peygamberlerin aileleri de çeşitli badirelerden geçmişlerdir. Mesela bir mesele hakkında Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ile Hz. Aişe radıyallahu anhâ annemiz arasında bir anlaşmazlık olmuştu. Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh’ı hakem tayin ederek meseleyi çözmüşlerdi. 

Şu halde aile içerisinde tam, kesintisiz mutluluk aranmaz. Eğer dünyada bu mümkün olsaydı cennet hayatının bir cazibesi kalır mıydı? Dolayısıyla bu hayatın her kesitinde zorluk ve sıkıntı yaşanacak, bunlar sabır ve tahammülle olgunlaşmamıza vesile olacak. Nitekim “üzüntü ve bela ehl-i sabrın vesile-i miracıdır” denilmiştir. Aile de fedakârlık, anlayış, merhamet ve saygıyla ebedi saadete vesile kılınabilir.

Aşk yanılsaması

Günümüzde kadın erkek birlikteliği denildiğinde merkeze konulan aşk, sevgi gibi kavramlar yanıltıcıdır. Esas olan huzurdur; bu da vazife şuuru ve saygıyla mümkündür. Aşk, sevgi kalbin işidir; kalpler ise Cenâb-ı Mevlâ’nın tasarrufundadır. Ancak, O’nun rızası için çıkılan yolun bir meyvesi olarak Vehhâb olan Rabbimiz bunu da bahşeder.

Diğer taraftan bir kimse eşi sevgi ve saygıyı ihmal ediyor gerekçesine dayanarak kendi sorumluluğunu ihmal edemez. Yuvayı dağıtmaya mazeret tutamaz. Hiçbir gerekçe eşlerin birbirlerine, çocukların da ebeveyne karşı görev ve sorumluluklarını düşüremez. Yine hiçbir gerekçe itaati, saygıyı ve hürmeti terk etmeyi mazur kılamaz. Rabbimiz Bakara suresinde eşleri birbirine libas/örtü kıldığını beyan ediyor. Yetişkin çocuklara da şöyle emrediyor: “Rabbin yalnız kendisine kulluk etmenizi ve ana babaya iyilik yapmanızı kesin olarak emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlılık çağına erişirlerse sakın onlara öf bile deme. Onları azarlama, gönül alıcı tatlı ve güzel söz söyle!” (İsrâ 23) 

Evlatlar kendilerini büyütürken annenin yaşadığı sıkıntıları, babanın da ailesinin geçimi için katlandığı zorluk ve fedakârlıkları unutmamalıdır. 

Bugün bu görevlerin yok sayılması için dört koldan çaba sarf edilmektedir. İnsanlık için yeni senaryolar yazanların gayesi muhtemelen aileyi bozup insanları yalnızlaştırarak nefsinin esiri; dininden, örf ve kültüründen kopuk bireyler üretmektir. Ailemizi zamanın tehlikelerinden korumak için öncelikle kendi görev ve sorumluluklarımızın bilincinde olmalıyız. Unutmamak lazım; asıl mesele evlenmek değil, yuva kurmak. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy