Aramak

Mehmet Gayretli

CAMİLER NEDEN BOŞ?

Uluslararası araştırma niteliğinde olan istatistiklere göre beş vakit namaz kılma oranlarında Gana yüzde 91 ile başta yer alıyor. Üst sıralarda daha çok Afrika ülkeleri yer alırken, komünist rejimlerin hâkimiyeti altında yaşamış Orta Asya ve Bosna, Kosova gibi ülkelerle ağır Batılılaşma politikalarına maruz kalmış Türkiye’de oranlar çok daha düşük. Buna göre 2022’de ülkemizde namaz kılma oranı yüzde 21.

Son zamanlarda camilerin boş kalmasının basın yayın ortamlarında, sosyal medyada ve dini çevrelerde sıkça gündeme geldiğini görebiliyoruz. Konuya ilişkin ortaya konan görüş ve yaklaşımların, doğru olmakla birlikte çoğu defa yetersiz olduğunu da anlayabiliyoruz. Kanaatimce bu mesele sadece güncel bir problem olarak ele alınmamalı, tarihî arka planı, sosyolojik, psikolojik hatta siyasî ve ekonomik boyutu da mütalaa edilmelidir.

Camilerin merkezden kenara itilmesi

Şurası kesin ki, camiler İslâm’ın en önemli kurumlarıdır. Modern zamanlara kadar hangi Müslüman topluma gitseniz caminin, mescidin hayatın merkezinde yer aldığını görürsünüz. Sadece bir ibadethane olmanın ötesinde sosyal hayatın da merkezi konumundadır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem döneminde hem ibadethane hem eğitim kurumu hem idarî merkez hem şûra yeri hem adalet müessesesidir. Bunlara başka özellikler de eklenebilir. 

Tarihî kaynaklara baktığınızda, sahabe döneminde fethedilen yerlerde kurulan ilk İslâm şehirleri başta olmak üzere bütün yerleşim alanlarının merkezinde cami ve mescitler inşa edilmiş, diğer mimarî unsurlar onun etrafında kümelenmiştir. Batı medeniyetinin bütün dünyayla birlikte İslâm coğrafyasını da istila edip etkilemeye başladığı zamandan itibaren cami ve mescitler maalesef Müslümanların hayatındaki yerini kaybetmeye başlamıştır.

Siyasetin ve eğitimin etkisi

Konun siyasî boyutu çok önemlidir. Osmanlı’da Tanzimat’la başlayan Batı yönelimi, İttihat ve Terakki çevreleri gibi Osmanlı elitlerinin gittikçe sekülerleşmesine sebep olmuştur. Daha sonra bu elitlerin liderliğinde kurulan Cumhuriyet döneminde ise Batılılaşma ve sekülerleşme çok daha vahşi politikalarla benimsetilmeye çalışılmıştır. Ne yazık ki, bu dönemde uygulanan din düşmanı politikalarla camilerin birçoğu satılmış veya başka amaçlar için kullanılmaya başlanmıştır. Halk sistematik bir şekilde dinden uzaklaştırılmış, din eğitimi yasaklanmış, bazı yörelerde cenaze yıkayacak kimse bile bulunamaz hale gelinmiştir. 1950’lerden itibaren yavaş yavaş başlayan yumuşama ile toplumda, özellikle de gençlikte dine yöneliş tekrar canlanmıştır. Dolayısıyla o günleri esas aldığımızda bugüne şükretmemiz gerekir. Zira bütün olumsuzluklara rağmen eskiyle kıyaslanamayacak kadar genç dinine yönelmiş, dinin emir ve yasaklarına dikkat eder hale gelmiştir.

Konunun bir başka boyutu eğitimdir. Yüz yıldır Batıcı, seküler, katı laikçi hatta biraz da ırkçı bir eğitim düzeninin tezgâhından geçmiş ve bütün milli ve manevi değerleri mahvedilmiş bu toplumdan, daha iyisini beklemek doğru değildir. Toplumumuzun ve gençliğimizin ortaya koyduğu olumsuzlukların faturasını mensup oldukları İslâm’a kesmeden önce bu eğitim sistemine kesmek gerekmez mi? Yıllardır bu ülkede İslâmî faaliyetler yasaklı değil miydi? Şu toplum ancak son yirmi yıldır din adına biraz huzur ve rahatlık gördü. Bugün toplumun namazını, ahlâkını, cami alışkanlığını sorgularken bu gerçekler unutulmamalıdır. Bugün mütedeyyin bir kitle varsa bütün bu olumsuzluklara rağmen var. Ağır yaptırımları göğüsleme pahasına din-i mübin için çalışan gönüllü çevrelerin gayretleriyle var. Başlıktaki soru ya da sorun bizi yıldırmasın. Aslında küçümsenecek bir mesafe alınmadı.

“Camiler niye boş” sorusuna cevap ararken, Osmanlı sonrası rejimin oluşturmak istediği toplumsal etkilerin maalesef büyük ölçüde gerçekleştiğini söylemek zorundayız. Gençliğin önemli bir kısmı büyük ölçüde zihnen ve fiilen Batılılaşmış, kendine yabancılaşmıştır. Ateizm, deizm gibi bâtıl düşünceler yaygınlaşmış, dine aykırı hatta düşman ideolojiler ciddi rağbet görmüştür. Yaş gününden noel kutlamalarına varıncaya dek pek çok Batılı adet muhafazakâr çevrelerde bile yaygınlaşmıştır. Modernlik olarak sunulan Batılılaşmanın boyutlarına dair sayfalar dolusu örnek sayılabilir. 

Devlet eliyle yürütülen bu zorunlu modernleşme çabalarının sonunda pek çok milli ve manevi değer aşınmış durumdadır. Öteden beri söylenen yüzde doksan dokuzluk Müslüman oranı tamamen hayaldir. Kamusal alanı İslâmileştirmek anlamında bir rejim teklifi ile halk oylaması yapılsa muhtemelen halkın çoğunluğu olumsuz oy kullanır. Yani bizim camilerin dolmasından daha önemli bir sorunumuz var: Toplumun ve gençlerin din anlayışı. Konuştuğumuz problemin çözümünü buradan başlayarak aramak lazım.

Ekonomik refah ve dindarlık

Bu mevzunun bir başka boyutu da ekonomik gelişme. Türkiye son yirmi yılda hayat standartları ve kişi başına düşen gelir bakımından değişti. Tarihin her döneminde görüldüğü üzere, insanların maddi imkanları artınca dünyaya daha çok meylediyor. Yani dünyevîleşiyor. Eskiden olmayan imkânlar nefs adına yeni fırsatlar sunuyor. Dünyevîleştikçe de maneviyat azalıyor. Bugün yaşadığımız sorunun temelinde büyük ölçüde bu yatıyor. 

Epeydir Müslümanların üzerinde herhangi bir baskı olmamasına rağmen maneviyata yöneliş istenen ölçüde artmıyor, aksine azalıyorsa sebebi dünyanın yakıcı lezzetlerine alabildiğine dalmaktır. Tam da burada dünya nimetlerine aldanmamayı, mesafe koymayı tavsiye eden, nefs terbiyesini esas alan tasavvufî düşüncenin ve hayat tarzının ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor.

Araştırmalar ne söylüyor?

Konumuza tekrar dönecek olursak, camilerin boş olmasının, Müslümanların namaz kılma alışkanlıklarıyla doğrudan ilgisi olduğunu söylememiz yanlış olmaz. İnternette bulabildiğim kadarıyla, konuyla ilgili yapılan araştırmalarda enteresan sonuçlar karşımıza çıkıyor. Mesela Diyanet İşleri Başkanlığı’nca 2014 yılında “Türkiye’de Dinî Hayat Araştırması” yaptırılmış. Yurt genelindeki 21 bin 632 kişiye uygulanan anketle vatandaşların dinî eğilimleri ve bunların gündelik hayattaki yansımalarının belirlenmesi amaçlanmış. Araştırmaya katılanların yüzde 50,9’unun kadın, tamamının 18 yaş ve üzeri olduğu belirtilmiş. Bu araştırmada beş vakit namaz kılma oranı yüzde 42,5 çıkmış. 

Bir başka araştırma da şu: 2019 yılında bir araştırma şirketinin Türkiye’de 3500 kişiyle yaptığı bir ankette düzenli namaz kılma oranı yüzde 39 çıkmış. Bir başka araştırma da 2022 yılında İslâm ülkelerinde yapılmış; Pew Research adlı şirkete ait. Uluslararası araştırma niteliğinde olan bu istatistikte beş vakit namaz kılma oranlarında Gana yüzde 91 ile başta yer alıyor. Üst sıralarda daha çok Afrika ülkeleri yer alırken, komünist rejimlerin hâkimiyeti altında yaşamış Orta Asya ve Bosna, Kosova gibi ülkelerle ağır Batılılaşma politikalarına maruz kalmış Türkiye’de oranlar çok daha düşük. Buna göre 2022’de ülkemizde namaz kılma oranı yüzde 21. 

2024 yılında bir araştırma şirketinin iki bin kişi ile yaptığı bir ankete göre Türkiye’de beş vakit namaz kılanların oranı yüzde 18,8. Evet, rakamlar gittikçe düşüyor maalesef. Bütün bu rakamlardan çıkarabileceğimiz sonuç şudur: Ekonomik refah düzeyinin artması, Müslümanlara siyasî baskılardan daha çok zarar vermiş gibi görünüyor.

Ne yapmalı?

Peki ne yapacağız? Burada ülke yönetiminin neler yapması gerektiği hususunda söylenecek çok şey var. Yine de asıl muhatap biz Müslümanlar. Büyük ölçüde iş, dinî hassasiyeti olan Müslümanlara, cemaatlere, dinî kurumlara düşüyor. Her şeyden evvel dini, diyaneti, namazı camiyi dert edinmek gerekiyor. Dert varsa derman bulunur. 

Bu noktada Türkiye’de resmî dinî hizmetlerden sorumlu kurum olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’na büyük iş düşüyor. Müftüden müezzine bütün hocalarımızın ev ev, dükkân dükkân dolaşıp insanımıza, gençlerimize ulaşması, gönül bağı kurması ve irşad faaliyeti yürütmesi lazım. Ne yazık ki diyanet camiası, bazı istisnalar hariç, insanları ayağına bekliyor. Camiye cemaate gelenlere hitap ediyor. Halbuki problem gelmeyenlerde. Herkesin seferber olması lazım. 

Cemaatlere de çok büyük vazife düşüyor. Dinî hayatın büyük ölçüde cemaatle canlı ve sağlam yürütülebildiği hakikatini dikkate alırsak, irşad hizmetlerini herkese ulaştırma hususunda çok çaba harcamalıyız. Harcamalıyız ki, insanlar dinin kıymetini anlasın ve ona göre hayatını tanzim etsin. O zaman camiler Allah’ın izniyle dolup taşacaktır. İnsanlar o zaman İslâm’ın vaadettiği huzuru ve mutluluğu tadacaktır. 

Asıl muhatap biz Müslümanlar. Büyük ölçüde iş, dinî hassasiyeti olan Müslümanlara, cemaatlere, dinî kurumlara düşüyor. Her şeyden evvel dini, diyaneti, namazı camiyi dert edinmek gerekiyor. Dert varsa derman bulunur.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy