Aramak

Tavan Arası

İnsan ve Kalıplar

“Bir terzi düşünelim; her terzi dikeceği pantolon için bir modele sahiptir; ancak o modeli tek tek insanlara uyguladığı zaman insanların ölçüsünü almak zorundadır. Masa başı konuşmaları genelde model konuşmalarıdır. Eğer siz kafanızdaki modeli, mutlak ve son aşama olarak benimseyip, insanlığın pantolon modelinde ulaşabileceği son durum kabul edip, insanlara onu dikte etmeye çalışırsanız, pantolonun denk gelmediği, uymadığı insanlara zulmetmeye başlarsınız: Uzunsa ayaklarını kesersiniz, zayıfsa kilo almasını isterseniz, kiloluysa zayıflamasını istersiniz. Hâlbuki model bir şart olmakla birlikte yeterli değildir; çünkü her terzi pantolon modeline sahip olmakla birlikte o pantolonu isteyen kişinin, yani bireyin, tekilliğin ölçüsünü almak zorundadır.”

İhsan Fazlıoğlu, Sözün Eşiğinde, Ketebe Yayınları, Birinci Baskı, 2020

Odaklanma Sorunu

Zihninizi dikkat çelicilerin boyunduruğundan kurtarmadığınız müddetçe, ne kadar uğraşırsanız uğraşın, odaklanmaya yönelik çabalarınız akamete uğramaya mahkûmdur. Tıpkı beden sağlığına antrenman dışı zamanlarda da özen gösteren profesyonel bir sporcu gibi, siz de odaklanma harici zamanlarda zihninizi toksik girdilerden korumalısınız; bunaldığınız her an aklınızdan geçen ilk şey tüymekse, sıra pürdikkat çalışmaya geldiğinde zorlanırsınız. 

Cal Newport, Pür Dikkat, Metropolis Yayıncılık, Üçüncü Baskı, Çeviren: Onur Öztürk, 2018, İstanbul

Aklın Kaç Yolu Var?

“Aklın yolu birdir” demiş Semerkand Hanı, Nasreddin Hoca’ya. Nasreddin Hoca bu söz üzerine; 

“İşte akıllı insan denilen kimselerin düştükleri en büyük hata bu; onlar her şeyi ve bütün olayları tek taraftan görürler ve bunu erdem sanırlar. Akıllı diye bildiğimiz kişiler, olayları ve nesneleri kendi zaviyelerinden gören kimseleri de kendilerinden sayarlar. Kendi akıllarını çok beğendikleri için meseleyi kendileri gibi görenlere akıllı derler. 

Gerçekte akıllı insan aklın yolunun bir değil, birden fazla olduğunu kavrayabilen insandır. Bir olayın hesaba katılacak en az iki cephesi vardır. Aklın yolu birdir diyen insanlar mümkün olan iki ihtimalden ancak birini hesaba katanlardır. Oysa meseleye hangi taraftan yanaşırsanız o tarafından görürsünüz. Meselelerin ise tek tarafı yoktur.” demiş. 

İsmet Özel, Üç Zor Mesele, TİYO, İkinci Baskı, 2014, İstanbul

Kurgulanan Tarih

Eğitim sistemi ulusa ilişkin yeni mitolojiyi, yani kendi tarihini haklı çıkarıcı bir yaklaşımla bakmayı aşıladı. Bu, boyunduruk altına alanlar ile boyunduruk altına alınanların gerçek tarihi değil, anayurdun herkesin ortak ebeveyni gibi gösterildiği bir tarihti. Eğitime başka adımlar da eşlik etti: Egemen halkın dilinin dayatılması; halk kültüründeki belirli unsurları seçip uyarlamaya ve ulusal bir düzeye çıkarmaya dayalı bir folklorün yaratılması ve bunu tamamlamak üzere özel olarak belirlenmiş gelenek ve efsanelerin yayılması, ülke topraklarına ilişkin yeni bir imajın inşa edilmesine yardımcı olacak haritaların hazırlanması. Bu haritalar kesin sınırları belirleme gereğini ortaya çıkardı ve böylece o zamana değin bir arada yaşamaya alışmış olan komşu yörelerin sakinleri birbirinden ayrıldı. Öte yandan eğitim soylulara yaraşır bir ahlâk ve kültürün kurallarıyla değerlerini aşılamaya hizmet etti. Bunun için ilk iş olarak kurallara bağlı bir dil dayatıldı. Kitabi olan bu dilin amacı yalnız yerel ağızlarla mücadele etmek değil, halk arasındaki konuşma biçiminin tahrip edici kendiliğindenliğini ortadan kaldırmak, böylece akıl yürütme biçimlerini yeniden şekillendirmek ve avama özgü olanları saf dışı etmekti. 

Josep Fontana, Çarpıtılmış Geçmişe Ayna: Avrupa’nın Yeniden Yorumlanması, Afa Yayıncılık, Çeviren: Nurettin Elhüseyni, Birinci Baskı, 1995, İstanbul

Fazla Kazanç mı Doğru Yol mu?

Selef-i sâlihînden bir zât, Vâsıt şehrinden içi buğday dolu bir gemi hazırlayarak Basra’ya gönderdi. Orada bulunan vekiline de şunları yazdı: “Gönderdiğim buğdayı sana ulaştığı gün sat, sakın ertesi güne bırakma!” Fiyat konusunda da ona bir genişlik tanımıştı. 

Buğday yüklü gemi ulaşınca, Basra’da bulunan tüccarlar buğdayı satmakla görevli vekile; “Bugün satmayıp cuma gününe ertelersen birkaç kat daha fazla kâr edersin!” dediler. Adam da satmayıp bekletti. Cuma günü sattı ve birkaç kat fazla kâr etti. Durumu bir mektup yazarak malın sahibine bildirdi. Mal sahibi sâlih zât ona şöyle cevap yazdı: 

“Behey adam! Biz dinimizi selâmette tutarak bunun azını kazanmaya kanaat etmiştik! Fakat sen bizim sözümüze aykırı hareket ettin ve bizim adımıza bir suç işledin. Bu mektubum sana ulaşır ulaşmaz malın tamamını Basra’nın fakirlerine dağıt! Böylece bir kârım ve zararım olmadan karaborsacılık günahından kurtulabilirsem, buna razıyım.”

İmam Gazali, Kimyayı Saadet, Tercüme: Mehmet Ali Özkan, 1. Baskı, 2020, Semerkand Yayınları

Avrupamerkezci Tarih Anlatısı

Pek çoğumuz doğal olarak Doğu ile Batı’yı her zaman ayrı ve farklı oluşumlar gibi düşünürüz. Aynı zamanda genellikle “özerk” ve “eski” Batı’nın modern dünyanın oluşturulmasına önderlik ettiğine inanırız; en azından çoğumuz okullarda, belki üniversitede bunları öğreniriz. Hepimiz eski Batı’nın 1492 dolaylarında (Kristof Kolomb’u düşünün) dünyanın zirvesinde, eşsiz bilimsel rasyonalitesi, kabul edilebilir aceleciliği ve demokratik/ilerici özellikleri sayesinde ortaya çıktığını düşünürüz. Böyle olunca da geleneksel bakış açısı; Avrupalıların bir yandan Doğu’yu ve Uzakdoğu’yu fethettiği, aynı anda tüm dünyanın bozulma ve acıdan kurtarılıp modernitenin parlak ışığına ulaştırıldığı kapitalizmin izlerine teslim olduğu yolundadır. Buna göre, dünya tarihinin ilerlemeci hikâyesini Batı’nın yükselişi ve zaferiyle birleştirmek çoğumuz için doğaldır. Bu geleneksel görüş “Avrupamerkezci” olarak adlandırılabilir. Bunun temelinde Batı’nın hem geçmişte hem de şu anda ilerlemeci dünya tarihinin merkezini işgal etmeyi hak ettiği düşüncesi yatıyor. Peki gerçekten öyle mi? 

John M. Hobson, Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri, Yapı Kredi Yayınları, Çeviren: Esra Ermert, IV. Baskı, 2015, İstanbul 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy