ŞİBLÎ BİZE NE SÖYLÜYOR?
Cüneyd-i Bağdâdî kuddise sırruhû Şiblî rahmetullahi aleyh için; “Her toplumun bir tâcı vardır. Bu toplumun tâcı Şiblî’dir” demiştir. Gerçekten de onun bize kadar gelebilen az sayıda sözü ve menkıbesi dahi sayfalarca açıklama gerektirecek kadar derinlik taşımaktadır.
İmam Şiblî rahmetullahi aleyh dördüncü tabaka sûfîlerindendir. Adı Cafer bin Yunus’tur. Cüneyd kudise sırruhû’nun talebesidir. İlk dönem sûfîlerin meşhur olanlarındandır. Hicri 334, miladi 946 senesinde vefat etmiştir. Yaşadığı dönemde de bugün de onun sözleri, menkıbeleri hakikat tâliplerine yol göstermeye devam etmektedir.
Âriflerin yazdıkları ya da onlardan bahseden kitapları okumanın bereketi, bizden yüzlerce yıl önce yaşamış olsalar da onların sohbetlerine katılma imkânı sunması sebebiyledir. Allah ondan razı olsun, biz Şiblî ’nin sohbetine katılamadık elbette, onu görmedik. Fakat kitaplar sayesinde onun sözleri bugüne taşındı ve tâliplerin istifadesine sunuldu.
Böyle eserlerin en önemlilerinden biri de Lâmiî Çelebi’nin Sûfîler Ansiklopedisi ismiyle bugünün okuyucularına sunulan ve asıl adı Fütûhu’l-Mücâhidîn olan eseridir. Bu eser Molla Câmî’nin Nefehâtü’l-Üns min Hadarâti’l-Kuds adlı meşhur kitabının ilaveli tercümesidir. 1521 senesinde telif edilen bu iki ciltlik eserde Lâmiî Çelebi, yüzlerce sûfînin ve hakikat ehlinin hayatını, kerametlerini ve hâllerini anlatır.
Lâmiî Çelebi merhumun eserinde ele aldığı zâtlardan biri de Şiblî rahmetullahi aleyh’tir. O Şiblî ki Cüneyd-i Bağdâdî kuddise sırruhû onun için; “Her toplumun bir tâcı vardır. Bu toplumun tâcı Şiblî’dir” demiştir. Gerçekten de onun bize kadar gelebilen az sayıda sözü ve menkıbesi dahi sayfalarca açıklama gerektirecek kadar derinlik taşımaktadır. Bunlardan birkaçını nakledelim.
Bir adam Şiblî’nin evine gelip kapıyı çaldı. Şiblî dışarı çıkıp “Kimi istiyorsun?” diye sordu. Kapıdaki “Şiblî’yi” dedi. Hazret şöyle cevap verdi: “Duymadın mı, o kâfir olarak vefat etti, Allah ona rahmet etmesin!” Denildi ki: Şiblî “kâfir olarak vefat etti” sözünü nefsi için söyledi.
Bu menkıbe sûfîlerin acayip hallerinden birine işaret eder. Onlara göre kendi ismini benimsemek dahi benliğin emaresidir. Sûfî ise yola benliğinden vazgeçmek için çıkmıştır. “O benim!” demek bile iddia taşımaktır. Bu hal ancak erbabınca anlaşılabilir. Bizim anlayacağımız ise tasavvufun her türlü iddiayı terk etmek olduğudur.
. . .
Bir defasında Şiblî’ye sema hakkında sordular. Dedi ki: “Dıştan bakınca fitne, içten bakınca ibrettir. Şeylerin iç yüzünü tanıyana ibreti dinlemek helal olur. Yoksa fitneyi davet etmiş ve belaya maruz kalmış olur.”
Hazret’in bu sözü, zâhiri tartışmalı ve yanlış anlaşılmaya müsait bazı uygulamalar için peşin hükümlü olmamak gerektiğini hatırlatır bize. Geçmişte ve bugün dinle ilgisi tartışılan sema ve benzeri haller aslında bir cezbe halinin yansımasıdır. Dolayısıyla kalkıp dönmeye başlayan kişinin bunu niçin yaptığını düşünmeden hüküm vermek en azından suizanna düşmek demektir. Aynı şey sûfîlerin şatahat tarzı sözleri için de geçerlidir. Yani işlere ve sözlere dışarıdan değil, içeriden bak diyor Hazret.
. . .
Şiblî rahmetullahi aleyh demiştir ki: Bir keresinde helal lokmadan başka bir şey yememeye ant içmiştim. Kırda geziyordum. Bir incir ağacı gördüm. Ondan yemek için elimi uzattığımda incir ağacından bir ses geldi: “Sözünü tut ve benden yeme. Çünkü ben bir yahudinin malıyım.”
. . .
Şiblî’ye “En şaşılacak şey nedir?” diye sordular. Şöyle cevap verdi: “Rabbi’ni anladığı halde ona itaat etmeyen kalptir.”
. . .
Şiblî’nin hizmetkârı olan Bekir Dîneverî demiştir ki: Şiblî vefatına yakın şöyle dedi:
“Üzerimde birine karşı yaptığım ve karşılığı dirhem (gümüş para) tutacak kadar bir haksızlığın borcu var. Onun sahibi için 1000 dirhem sadaka verdim. Ama yine de gönlüme ondan daha ağır gelen bir şey yoktur.”
. . .
Yine hizmetkârı demiştir ki:
Vefatına neden olan hastalığı sırasında “Bana abdest aldır” dedi. Ben de abdest aldırdım. Fakat sakallarını hilâllemeyi (uzun sakalının arasına parmakları sokarak ıslatmayı) unuttum. O sırada dili tutulmuş, konuşamıyordu. Elimi tutup sakalının içine daldırdı ve o an ruhunu teslim etti.
Büyüklerden birisi bu kıssayı duyunca dedi ki: “Ömrünün sonundayken bile şeriat âdâbından bir edebi dahi aksatmayan böyle bir mert hakkında ne denebilir ki!”
Bir kişi sakalını hilâllemese dahi abdesti kabul olur, fakat bu uygulama abdestin sünnetlerindendir. Ârif zâtlar vefat anında sünneti ihmal etmek istemezler. Çünkü sünnet olan hiçbir davranışı küçük veya önemsiz görmezler.
Ârifler keşfe, hale, keramete meraklı sâliklerin yanılgı içinde olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre sâlik sadece Allah’ın rızasına tâlip olmalıdır. Ârifleri ârif yapan da bu husustur. Bu nedenle biz onların hayatına baktığımızda şeriat ahkâmına noksansız uyduklarını görürüz.
Bu sadece Şiblî’ye özel bir durum değildir, bütün ârifler böyledir. Mesela, Merkez Efendi ismiyle meşhur Musa Muslihiddin kuddise sırruhû ergenlikten vefatına kadar cemaatsiz tek bir vakit namaz kılmamıştır. Bazen kaçırdığında yolun kenarında beklemiş, gördüklerine “Cemaat yapalım, kıldıysan nafile namazın olur” diyerek ricada bulunmuştur. Onlar sünnete böyle önem veriyorlar.
Nefsimizin isteklerinin, zaaflarının pençesinde kıvrandığımız bugünkü halimizi âriflerin sözleriyle, halleriyle onarmaya, ıslah etmeye muhtacız.