SEMERKAND SOFRASI
Kaşgarlı Mahmud, Divan-ı Lügati’t-Türk’ünde o zamanlar “tirgi” veya tirgü” diye telaffuz edilen “dergi” kelimesinin “kurulu sofra” anlamına geldiğini yazıyor. Semerkand Dergisi’ni hem bu sebeple hem de farklı yazılarıyla farklı lezzet ve besin değerlerine sahip sağlıklı yemeklerin sunulduğu bir sofraya benzemesi itibariyle Semerkand Sofrası diye nitelemek mümkün.
İletişim teknolojisindeki gelişmelerle ortaya çıkan her yeni imkân, hayra vesile kılınabildiği gibi şerre de alet edilebiliyor. Fakat bu teknolojiyi üreten ve elinde tutan hâkim zihniyet, söz konusu imkânları ağırlıklı olarak insanlığın ifsadı için kullanıyor. Yazılı, görsel ve dijital medya aracılığıyla, ilâhî ölçüleri gözetmeyen, akledemeyen, kapitalist anlayışın pazarladığı dünyalık hazları tüketmeye teşne, modern cehaletle malûl, birbirlerinin kurdu insanlar inşa ediliyor.
İslâmi hassasiyet taşıyan çevreler ise müminlere hitaben gelen, “Sizin aranızdan hayra çağıran, iyiliğe yönlendirip kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân 104) mealindeki emirle mükellef kılındıkları farz-ı kifâyenin ifası için aynı iletişim imkânlarını kullanmak suretiyle bu ifsada mâni olmaya çalışıyorlar. Çeyrek asırdır her ay insanları Hakk’a ve hayra çağıran Semerkand Dergisi böyle imkânlardan biri.
Kaşgarlı Mahmud, Divan-ı Lügati’t-Türk’ünde o zamanlar “tirgi” veya tirgü” diye telaffuz edilen “dergi” kelimesinin “kurulu sofra” anlamına geldiğini yazıyor. Semerkand Dergisi’ni hem bu sebeple hem de farklı yazılarıyla farklı lezzet ve besin değerlerine sahip sağlıklı yemeklerin sunulduğu bir sofraya benzemesi itibariyle Semerkand Sofrası diye nitelemek mümkün.
Hatta Mostar’ı, Semerkand Aile’yi, Genç Okur’u, Mavi Fidan’ı, Şeker Ağacı’nı ve nihayet Buhara Dergisi’ni hesaba katarak “Semerkand Sofraları”ndan bahsedebiliriz. Seyyid Abdülbaki el-Hüseynî kuddise sırruhû hazretlerinin kurduğu, herkese açık bu Semerkand sofralarının hepsi de hitap ettikleri kesimlerin şartları dikkate alınarak, onların kalp ve zihin sağlığını korumak üzere hazırlanıyor.
İsimler Muhteva ve Maksadı da Ele Verebiliyor
Dergi, matbaanın icadından iki asır sonra ortaya çıkan süreli yayın türlerinden biri. Bizim mecmua veya dergi dediğimiz bu yayın türüne Batılılar “magazin” adını vermiş. Magazin, Arapça “mahzen” kelimesinin çoğulu olan “mehâzin”in İngilizce ve Almanca gibi Batı dillerine geçmiş hali. Dergiyi, değişik yazıların bir arada tutulduğu bir depo gibi düşünmüşler.
Fakat magazin kelimesinin daha sonra aynı Batı dillerinde hem “cephane deposu” anlamı kazanması hem de “avamın ilgi duyduğu mâlâyanî cinsinden basit ve eğlendirici konular” anlamıyla bir yozlaşmaya yol vermesi, o cenahta bu tür yayınların nasıl bir misyon üstlendiklerine işaret ediyor.
Seviyeli bilim ve sanat dergilerini elbette ayrı tutmamız gerekiyor ama magazin adlandırmasının Batılı veya Batılılaşmış çevrelerin dergilerini de aşan yayın anlayışını belirlediği de bir gerçek. Dergiler de dahil her türlü iletişim aracını insanları manen katletmek üzere silah gibi kullanmaya sevk eden bir anlayış bu. Bâtılın katliamına karşı hak cephesinde durarak insanlığı koruyup yaşatmaya çalışan Semerkand ve benzeri dergilerin varlığı hayatî bir önem taşıyor bu yüzden.
Kâmil mürşidlerin bir kısmı, icazet verdikleri halifeleri yanında, bizzat yazdıkları yahut söz ve sohbetlerinden derlenen kitap veya risaleler vasıtasıyla vefatlarından sonra da irşadlarını devam ettirirler.
Günümüz şartlarında dergiler de bu vasıtalardan biri. Zira Semerkand dergi grubundaki gibi süreli yayın sofralarında sunulanlar, Allah dostlarının beslendikleri kaynakları esas alan, onların irşad çizgisini ve Ehl-i Sünnet hassasiyetini gözeten metinlerden ibaret.
Semerkand dergileri, Efendimiz sallallahu aleyhi vesselleme emredildiği gibi (Nahl 125) okuyucularını “hikmetle ve güzel öğütle Rabbimiz’in yoluna” yani sırat-ı müstakime çağırırken, inkârcılarla da “en güzel şekilde mücadele” etmeye çalışıyor. Bununla da kalmıyor, dergi sayfalarında hatırlatılan hakikatleri başkalarına aktarmalarına da imkân sağlayarak okuyucularını, ayet-i kerimede “kurtuluşa erenler” diye müjdelenen zümreye dâhil etmeyi amaçlıyor.
Semerkand’ın Yayın Çizgisini Belirleyen İki Hadis
Semerkand Dergisi’nin yayın çizgisini iki hadis-i şerif belirliyor. Bunların ilkinde Allah Resûlü sallallahu aleyhi vessellem; “Kim bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle (o kötülüğü hoş görmeyip kabullenmesin) ki bu, imanın en zayıf derecesidir.” buyuruyor. (Müslim, İman 78)
Kötülük yahut hadis-i şerifteki ifadesiyle “münker”, bazen İslâm’ın itikat ve ibadet esaslarını inkâr, tahrip veya başkalaştırma gayretidir. Bazen bir bid’at, ahlâk ve edebe uymayan bir davranış, sapkın bir düşünce yahut fıtrata aykırı bir yöneliştir. Bazen de toplum düzenini bozan, insanları birbirine düşüren bir ayrışmadır. Hatta cehalettir, gaflettir, hırstır, açgözlülüktür, sabırsızlıktır, şükürsüzlüktür.
Sakındırıldığımız bu ve benzeri halleri “değiştirmek”ten murat ise o münkere elimizle veya dilimizle engel olup yayılmasını önlemek, insanların yanlış algı yahut kabullerini düzeltip onları marufa yönlendirmektir. Dile dayalı bir yayın niteliğiyle Semerkand, çeyrek asırdır işte bu nebevî emrin “münkeri dil ile değiştirip önleme ya da düzelteme” kısmını vazife edinmiştir.
Yayın çizgimizi belirleyen ikinci hadis-i şerifte ise; “Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sıkı sıkıya sarıldığınız sürece doğru yoldan asla sapmazsınız. Bunlar Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve Resûlü’nün sünnetidir.” buyuruluyor. (Muvatta’, Kader 3)
Bu sebepledir ki Semerkand Dergisi’nde ayet-i kerime ve hadis-i şerifler baştan beri müstakil olarak ve sürekli bir şekilde konu edilmekle kalmıyor, herhangi bir meseleyle ilgili diğer yazılarda da mutlaka referans alınıyor. Çünkü Müslümanların sırat-ı müstakimden sapmadan istikametlerini korumalarına, böylece ebedi saadete ulaşmalarına vesile olabilmek için yayınlanıyor bu dergi.
Yayına başladığı günden bu tarafa zihinleri bulandıran, ayakları kaydıran, kalpleri öldüren ifsadın gittikçe yaygınlaşıp şiddetlenmesi karşısında ayet ve hadislerde beyan buyurulan hakikatleri, sabit ölçülerimizi daha çok hatırlatmaya çaba gösteriyor.
“Hatırlatmak Müminlere Fayda Verir”
Semerkand’ın ısrarla ve sürekli bir şekilde ayet ve hadislerde beyan buyurulan sabitelerimizi hatırlatması, bazen eleştirilere sebep olabiliyor. Hatta bu hakikatlerin tekrarı karşısında, ya “bunlar bizim bildiğimiz, dolayısıyla ihtiyacımız olmayan şeyler” yaklaşımı ya da “ihtiyacı olanlar bu hakikatlere zaten ilgi duymuyor, itibar etmiyor” yakınması, bir kısım abonelerin dergiden sarfınazar etmesine gerekçe bile yapılabiliyor.
Oysa Zariyat suresinin Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesselemin şahsında hepimize hitaben gelen 55. ayet-i kerimesinde tam da böyle gerekçelerden sakındırılıyoruz. “Sen yine de (sana vahyedilenleri) hatırlat. Muhakkak ki (hakikati) hatırlatmak müminlere fayda verir.” mealindeki söz konusu ayet-i kerime, Efendimiz aleyhissalâtü vesselamın tebliğine kulak tıkayanlar karşısında üzüntüye kapılması üzerine nâzil olmuş.
Ayet-i kerimede inkârcılar anlamak istemese, alaya alsa da hakkı ve hakikati anlatmaya devam etmenin müminlere fayda sağlayacağı özellikle ifade buyuruluyor. Müfessirler, hakikati hatırlatmanın müminlerin imanlarının güçlenmesini, daha güzel davranmalarını, gaflete düşmeyip vazifelerini ihmal etmemelerini, bilmediklerini öğrenmelerini sağlamak gibi pek çok faydasından söz etmişlerdir. Bazı müfessirler ise “müminler” ile “iman etmiş fakat imanın gerektirdiği davranışları sergilemeyen” ya da “iman etmeye meyilli” kimselerin kastedildiği görüşündedir. İlâhî ölçüleri hatırlatmaktaki ısrarla böylelerinin mümine yaraşır bir davranış içine girmelerine yahut hidayetlerine vesile olunabilecektir.
Yazımızın başında Semerkand Dergisi’ni Semerkand Sofrası diye nitelemiştik. Sofra, Arapçadan dilimize geçen ve yolculuk anlamındaki “sefer” ile aynı kökten gelen bir kelime. Aslında yolcunun yedeğine aldığı yemek, yani “azık” demek.
Hepimiz dünya üzerinden geçip giden birer yolcuyuz. Bu yolu salimen hitama erdirmek için her ay Semerkand sofralarında sunulan azıklar az şey değil. Öyleyse sadece kendimizi değil; eş dost, hısım akraba, çevremizde bulunan herkesi bu sofralardan nasiplendirmeye çalışalım ki “kurtuluşa erenler” zümresine dâhil olabilelim inşallah.
Bu dergi Müslümanların sırat-ı müstakimden sapmadan istikametlerini korumalarına, böylece ebedi saadete ulaşmalarına vesile olabilmek için yayınlanıyor.