Aramak

Büyüklerin Sözleri

Cehalet ve Tartışma

“Cahillerle tartışmayın; ben hiç yenemedim.”

(İmâm Gazâlî rahmatullahi aleyh)

İslâm âlimlerinin büyüklerinden İmâm-ı Gazâlî rahmetullahi aleyh, bu sözüyle bir tecrübesini aktarmaktan ziyade, bizleri cahillerle tartışmaya girmekten sakındırarak ikazda bulunuyor. Ancak bu ikazı daha iyi anlayabilmek için tartışma ile neyin kastedildiği, cahillerin kimler olduğu, böyleleriyle münhasıran hangi mevzularda tartışmaktan kaçınılacağı hususlarını vuzuha kavuşturmamız gerekiyor. 

Evvela şunu söyleyelim: Muhatabımız ister cahil, ister âlim; ister Müslüman, ister gayrimüslim olsun, dinimizde tartışma tavsiye edilmemiş, hoş karşılanmamıştır. Bu mutlak bir yasak değildir ama bizleri belli şartları taşımadan, usûlünü gözetmeden, muhatabın kim olduğunu dikkate almadan tartışmaya girmekten men eyleyen bir ihtardır. Yoksa İslâmî ilimler arasında, hepsi de birer tartışma çeşidi diyebileceğimiz, ilm’ül-cedel, ilm’ül-münâzara, ilm’ül-hilaf gibi alt disiplinler vardır. 

Fakat adlandırılmalarından da anlaşılacağı üzere bunlar, her birinin kendine mahsus usûlü olan birer ilimdir. Hepsi de esas itibariyle, iki farklı görüşten, hakikate daha uygun olanı tercih maksadıyla, şer’î bir delil getirme ameliyesidir. 

Bu demektir ki böyle tartışmalar hem tartışma usûl ve âdabına, hem şer’î ilimlere vâkıf âlimlerin harcıdır. Bu tarz tartışmaların kalabalık önünde değil; mümkün mertebe mahrem bir zeminde yapılması, muhatapların birbirlerine karşı nazik ve hürmetkâr olması, hakikati bulma dışında tarafların birbirlerini alt etme gibi nefsânî maksatlar taşımaması, getirilen sağlam delilin tereddütsüz kabullenilip tartışmanın bitirilmesi o usûllerden bazılarıdır. 

Yine bu meyanda Nahl sûresinin, “Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış” mealindeki 125. ayet-i kerimesinin, her Müslümana Rabbimizin yolunda olmayanlarla kayıtsız şartsız tartışma ruhsatı verdiği anlaşılabilir. Öyle değildir. Zira bu türlü tartışmalar için “en güzel şekilde” şartı konulmuştur. 

Tefsirlerde o şart; tartışma mevzûuna dair nas ve içtihatları kâmilen bilmek, kırıcı olmayan tatlı bir dille konuşmak, öfkelenmemek, muhatabın seviyesini ve söylenenleri kabule kalben hazır olup olmadığını gözetmek ve benzeri hallerle izah edilmiştir. Bu şartlara riayet edilmeden yapılacak tartışmalar, muhatabın küfür, inkâr yahut dalâletini ziyadeleştirmek gibi bir vebâle sebebiyet verebilecektir. 

Bir de dünyalık meselelerde yahut mâlâyanî cinsinden gündemler üzerine yapılan tartışmalar vardır ki hadis-i şeriflerde Müslümanlar birbirleriyle böyle tartışmalara girmekten men edilmişlerdir. Çünkü daha çok bir ağız dalaşına dönüşen bu türlü tartışmalar kardeşliğimizi zedelemekte; küskünlüklere, kırgınlıklara, tefrikaya yol açmaktadır. Çoğu zaman bir câhiliyye asabiyesinin, Müslümana yakışmayan haset, kibir, kin ve nefret hislerinin alâmetidir. Doğruyu bulmaya değil, muhatabı haksız çıkarıp küçük düşürmeye matuftur. 

Gaflet sâikiyle bir şekilde içine düştüğümüz böyle tartışmalara haklı bile olsak derhal son vermemiz istenmiştir. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vessellem, haklıyken tartışmayı bırakanın, haksızken tartışmayı bırakandan daha çok âhiret mükâfatına nâil olacağını haber vermişlerdir. 

Tartışmalar hakkında bu ölçüleri hatırlattıktan sonra gelelim İmâm-ı Gazâlî rahmetullahi aleyh gibi ulemâ-yı kirâmın bizleri şiddetle sakındırdığı cahillerle tartışma meselesine: Bizim irfanımızda cehalet, bilginin niceliğiyle yani azlığı çokluğu ile değil; niteliği ve davranışlardaki zuhuru ile alâkalıdır. Rabbini ve dolayısıyla kendini, yani kulluğunu bilmeyen bir kişi ne kadar çok tahsil görmüş, ne kadar çok malumat edinmiş olursa olsun, cahildir. Böyleleri nefslerini, zanlarını, ideolojilerini yahut pozitif bilimleri putlaştırmışlardır. Mutlak hakikatin bilgisi olan vahyi kabule yanaşmaz, inkâra veya tahfîfe çalışırlar. Her mevzuda “bana göre” diye başlayıp ahkâm kesen kibirli, küstah, inatçı, zorba kimselerdir. 

Bu sebepledir ki âlimlerimiz “cehl”i, “bilgili olma”nın değil ama hakikat bilgisine vukûfiyetle kazanılan “itidal, mülâyemet, nezaket, vakar ve akl-ı selîm” manasına “hilm”in zıddı saymışlardır. 

Kur’an-ı Kerim’de beyan buyurulduğu üzere ayetleri alaya alan, dini yalanlamaya yeltenen, sürekli İslâm’a ve Müslümanlara sataşan hilm yoksunu, hadsiz, kaba, kötü niyetli ve saldırgan cahiller her devirde olagelmiştir. Fakat galiba günümüzde bu cahillerin sayılarında değilse bile hezeyanlarını yayma imkânlarında artış var. Nitekim internet gibi, sosyal medya gibi nevzuhur mecralarda türlü sebeplerle itikada, İslâm’ın şiar ve ölçülerine, din büyüklerine çirkin, saygısız, tehditkâr bir üslupla dil uzatıldığına sıkça şahit oluyoruz. 

Bir kısım Müslümanlar hamiyet-i diniyye ile bu sataşmalara bazen mümin vakarını zedeler tarzda öfkeyle karşılık verirken, çirkinliği yaygınlaştıran beyhude bir tartışmaya alet olduğunu fark edemiyor. Oysa böyle durumlarda doğru olan, cahilleri muhatap almadan, onlarla tartışmaya girmeden; doğruyu, hakikati, ölçüyü güzel bir dille ortaya söylemektir. 

Zira Müslümanın cahillerle işi olmaz. Müslüman, ister gerçek ister sanal olsun, cahillerin meclisinde bulunmaz, onlardan yüz çevirir. Yeryüzünde vakarla yürür, cahiller tarafından kendisine sataşıldığında, “Allah size kalp ve zihin esenliği versin” manasına “selâm” deyip yoluna gider. 

Hâsıl-ı kelâm, Müslüman cahille tartışmaz; çünkü cahillerle tartışılmaz. Müslüman hakikati hatırlatmakla mükelleftir ve şüphesiz ki hidayet Allah’tandır. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy