Aramak

Güldeste

Vaktin Değeri

17. yüzyılın Nakşibendî mürşidlerinden İmam Rabbânî kuddise sırruhû hazretleri Mektûbât’ında şu satırları kaleme almıştır:

Vaktin kazancı ve bu halin ifadesi şu hadis-i şerifte bildirilen manaya uygun düşmektedir: “Kişi sevdiği ile beraberdir.” (Buhârî, Edeb 96)

Ancak bilinmeli ki bu yolun tutkunları bu beraberlikle yetinmez ve bu yakınlığa benzeyen uzaklık ile tatmin olmazlar. Aksine onlar uzaklığa benzeyen yakınlığı ve ayrılığa benzeyen vuslatı isterler. İhmalciliği ve ertelemeyi caiz görmez, tembellikten ve ertelemeden kaçınırlar. Zaman sermayesini bâtıl süslerle tüketmezler. Ömür sermayelerini boş hayallerle yok etmezler. Değerli bir şey dururken küçük şeylerle yetinmezler. Allah’ın razı olduğu değerli bir şeyi bırakıp gazaba sebep olacak bir şeye iltifat etmezler. Lezzetli birkaç lokmacık karşılığında kendilerini satmazlar. Kulluktan aldıkları hazzı değerli ve süslü elbiselere değişmezler. Bu saltanat tahtını Allah Teâlâ’nın dışındaki şeylerle ilgilenmenin kir ve pislikleriyle kirletmeyi ar kabul ederler. Türlü çeşit putları Hak Sübhânehû’nun mülküne ortak etmekten sakınırlar ve bunu alçaklık sayarlar. 

Kardeşim! Buradaki bütün maksat halis dini elde etmektir. 

“İyi bil ki hâlis din yalnız Allah’ındır.” (Zümer 3)

Dinde şirkin bir zerresini bile caiz görmezler.

“Allah’a ortak koşarsan bütün amelin boşa gider.” (Zümer 65)

Durumunu bir süre gözden geçirmelisin. Şayet halis dine ulaştıysan müjdeler olsun sana! Yoksa başına bela gelmeden önce tedavisini düşünüp tedbirini alman gerekir.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi, Müslümanlığının güzelliğindendir.” (Tirmizî, Zühd 11)

O halde anlamsız işlerin arasında telef olup gitmemek için mutlaka vakitleri değerlendirmek gerekir. Şiir okumanın, hikâye anlatmanın düşmanların nasibi olduğuna inanmalı, sükût ile ve bâtının nisbetini korumakla meşgul olunmalıdır.

Bu yolda dostların bir araya gelmesi dikkati dağıtmak için değil, iç âlemin derlenip toparlanmasını sağlamak içindir. Bu sebepledir ki halvet yerine insanlara karışmayı tercih etmişler, cem olma halini toplulukta aramışlardır. Eğer bir topluluk, bâtının dağılmasına sebep oluyorsa ondan sakınmalı ve uzaklaşmalıdır.

Bâtının derlenip toparlanmasını sağlayan her şey mübarektir; bunu sağlamayanlar ise uğursuz ve bereketsizdir. Sâlik o şekilde yaşamalıdır ki, arkadaşlık ettiği dervişlerin iç âleminin derlenip toparlanmasını sağlamalı, dervişlerin gönüllerinin dağılıp ayrılığa düşmesine sebep olmamalıdır.

Nefsinin kötü ahlâkını iyileri ile değiştirmeli ve konuşmak yerine susmayı tercih etmelidir. Vakit birbirine şiirler okuma ve uzun nutuklar çekme vakti değildir.

Öyle Bir Meclis ki

Yine İmam Rabbânî kuddise sırruhû şöyle demiştir:

Bilesiniz ki kalbi dünyaya karşı soğumuş, Hak Teâlâ aşkı ile yanmış olan kimse gerçek saadete ermiştir. Peygamber Efendimiz aleyhissalâtu vesselam şöyle buyurur: “Dünya sevgisi bütün günahların başıdır.” (Ebû Nuaym, Hilye, 6/388; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, nr. 10458)

Dünyayı terk etmek ise bütün ibadetlerin özüdür. Allah Teâlâ dünyayı sevmemektedir, yarattığından beri bir kez olsun dünyaya nazar etmemiştir. Dünyanın ve dünya ehlinin temel karakteri kovulmuşluk, lânetlenmişliktir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

“Dünya da dünyanın içindekiler de lânetlenmiştir, bir değeri yoktur. Fakat Allah Teâlâ’nın zikri bunun dışındadır.”
(Tirmizî, Zühd 14)

Yüce Allah’ı zikredenlerin bedenleri, hatta bütün hücreleri zikir ile dolu olduğu için bu lânetin dışında kalmıştır. Çünkü onlar dünya ehli sayılmazlar. Çünkü dünya, Hak Teâlâ’yı zikretmeye engel olan, insanı O’ndan başka bir şeyle meşgul eden şey demektir. Bu ister mal, makam, liderlik, şan şöhret olsun, isterse de şeref veya gayretkeşlik olsun aynıdır, hepsi dünyadır. “Bizi zikretmekten yüz çevirenlerden uzak ol” (Necm 29) âyet-i kerimesi bu hususta kesin bir delildir.

Dünyadaki her şey manevi âlemimize beladır. Dünya ehli, dünyada bütün hayatları boyunca karanlıklar içinde uğraşıp didinirler, âhirette ise pişman olur ve hasret çekerler. Dünyayı gerçek anlamda terk etmek, dünyaya karşı istek duymamak demektir. Dünyaya karşı isteksiz olmak ise, varlığı ile yokluğunun eşit hale gelmesiyle mümkündür. Bu da büyüklerin yakınlığında bulunmadan pek mümkün olmaz. Bu büyüklerin yakınında olma imkânı bulursan bunu büyük bir ganimet say; bütün ilgini ve dikkatine oraya ver.

Allah Teâlâ her geçen gün bu yüce dergâha muhabbetinizi artırsın. Bu dergâhın sâliklerine karşı tevazu sahibi olmayı ve onlara iltica etmeyi ömür sermayeniz kılsın. Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: 

“Allah Teâlâ’nın (amelleri kaydeden yazıcı meleklerden başka) yollarda dolaşarak zikir yapanları arayan melekleri vardır. Allah Azze ve Celle’yi zikreden bir topluluğa rastlayınca,

– Gelin, aradıklarınız burada, diye seslenirler.

Sonra toplanarak dünya semasına varıncaya kadar zikredenleri kanatlarıyla kuşatırlar. Bunun üzerine Allah Teâlâ meleklerden daha iyi bildiği halde onlara;

– Kullarım ne diyorlar, diye sorar. Melekler;

– Sübhânallah diyerek sana yakışmayan sıfatlardan seni tenzih ediyorlar, Allahuekber diyerek senin büyüklüğünü dile getiriyorlar, sana hamd ediyorlar ve senin yüceliğini ifade ediyorlar, derler. Allah Teâlâ;

– Peki, beni görmüşler mi, diye sorar ve konuşma şöyle sürer:

– Hayır, vallahi seni görmediler.

– Ya beni görselerdi ne yaparlardı?

– Eğer seni görselerdi sana daha çok ibadet eder, seni daha fazla yüceltir ve şanına yakışmayan sıfatlardan seni daha çok tenzih ederlerdi.

– Kullarım benden ne istiyorlar?

– Senden cenneti istiyorlar.

– Peki, cenneti görmüşler mi?

– Hayır, vallahi yâ Rabbi! Cenneti görmediler.

– Ya görselerdi nasıl olurdu?

– Eğer cenneti görmüş olsalardı, onu daha büyük bir arzuyla isterler, elde etmek için daha fazla çaba gösterirlerdi.

– Kullarım neyden Allah’a sığınıyorlar?

– Cehennemden sığınıyorlar.

– Peki, onu görmüşler mi?

– Hayır, vallahi cehennemi görmediler.

– Ya görselerdi nasıl olurdu?

– Eğer cehennemi görmüş olsalardı, ondan daha çok kaçarlar, daha fazla korkarlardı.

– Sizleri şahit tutarak söylüyorum ki, ben bu zikreden kullarımı bağışladım.

Meleklerin biri der ki:

– Onların arasında bulunan falan kişi aslında bu zikir yapanlardan değildi. Bir işi için gelip aralarına oturmuştu. 

Bunun üzerine Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

– O zikir meclisinde bulunanlar öyle kimselerdir ki, onların arasında bulunan kimse kötü olmaz!” (Buhârî, Deavât 66)

Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre, bu dergâha muhabbet besleyenler bu dergâhın halkı ile beraber sayılırlar. Hatta bu dergâha muhabbet besleyenlerle beraber olanlar da mahrum olmazlar. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy