Aramak

Hidayet Işık

EN AKILLI KİM?

Akıl, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ve güzel ile çirkini birbirinden ayırt edebilme becerisidir. Genellikle akıl ile birbirine karıştırılan zekâ ise algılama, kavrama ve pratik çözüm üretme becerisidir. Psikolojide anlama, kavrama ve çözümleme yeteneği için kullanılan bir terimdir. Akıl daha uzun vadeli olarak insanın kârını ve zararını, lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesi ile ilgilidir.

Akıl, Yüce Allah’ın insana bahşettiği en büyük nimettir. İnsanları diğer mahlûkattan ayıran en birinci özellik de akıldır. Öyle ki aklı olmayanın dini bile yoktur. Bu yüzden insanı Rabbi ve diğer insanlar karşısında yükümlü kılan da akıldır. 

İslâm Dini’nde Kitap ve Sünnet akıldan önce gelmektedir. Bununla beraber Kitap ve Sünnet’i anlayacak ve yorumlayacak olan da yine akıldır. Aklı olmayanın dininin de olmamasının sebebi budur.

Bazı rivayetlerde geçtiği üzere Yüce Allah Hz. Âdem aleyhisselamı yarattığı zaman ona akıl, iman ve hayâ (utanma duygusu) şeklinde üç büyük nimet sunmuştur. Hz. Âdem’den bunlardan birini seçmesini istemiş, o da Cebrâil aleyhisselamın işaretiyle akıl nimetini seçmiştir. Bunun üzerine iman ve hayâ, Yüce Allah’ın kendilerine aklın yanında bulunmalarını emrettiğini belirterek Hz. Âdem aleyhisselama gelmişlerdir. Böylece babamız Âdem akıl sayesinde diğer iki nimete de sahip olmuştur.

Aklın Tanımı

Arapça bir kelime olan akl/akıl, sözlükte “engellemek, alıkoymak, bağlamak” gibi anlamlara gelir. İyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden ayırt edebilme yeteneği ve melekesi olarak tarif edilir. Düşüncenin temelinde ve arka planında da akıl nimeti bulunur.

Kelâmcılara ve filozoflara göre akıl, “varlığın hakikatini idrak eden, maddi olmadığı halde maddeye tesir eden basit bir cevher”dir. Mantıkçılara göre ise, kavramlar arasında ilişki kurarak önermelerde bulunan ve kıyas yapabilen bir güçtür. Akıl bu durumuyla soyut bir cevherdir. 

Fahreddin Râzî rahmetullahi aleyhin dediği gibi “Aklın mahalli kalptir.” Ancak fonksiyonel olarak işlev noktası beyindir. Yani yapısal olarak kalp ve beyin farklı cisimler iken işlevsel olarak birbirini tamamlayıcı mahiyettedir. Ancak kalp derken burada kastedilen, bütün canlılarda bulunan yürek dediğimiz organ değildir. Yürekle ilişkili olan ve sadece insanlarda bulunan insânî kalptir ki bu da manevi bir cevherdir. 

Akıl, Kur’an-ı Kerim terminolojisinde “bilgi edinmeye yarayan bir güç ve bu güçle elde edilen bilgi” olarak tanımlanmaktadır. Kur’an’ın birçok yerinde insanlar akıllarını kullanmaya teşvik edilmiş, akıllarını kullanmayanlar çeşitli vesilelerle kuvvetli şekilde yerilmiştir.

Hadis terminolojisinde ise “deveyi veya başka bir şeyi bağlamak, zaptetmek, diyet vermek” gibi anlamları ifade etmektedir. Bunun yanında “hatırda tutmak, anlamak ve bilmek” gibi anlamlara da gelmektedir. 

Aklın Çeşitleri

Aklın çok çeşitli kategorik ayırımları yapılmıştır. Biz burada akl-ı meâş (dünya aklı) ve akl-ı meâd (âhiret aklı) şeklindeki ikili ayırımından bahsedeceğiz.

Dünya aklı olan akl-ı meâş ile insanlar dünya işlerini yerine getirirler. Bu akıl bütün insanlarda bulunur. Kâfir ve münafıkların bazı hususlarda Müslümanlardan önde olmalarının sebebi dünya akıllarının fazla çalışmasındandır.

Âhiret aklı olan akl-ı meâd ise yalnızca Müslümanlarda bulunur ve onlar bununla âhiret işlerini düzenlerler. Allah ile aralarındaki muamelâtı tanzim ederler ve âhiret için hazırlanırlar.

Akıl ve Zekâ

Yukarıda ifade edildiği gibi akıl, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ve güzel ile çirkini birbirinden ayırt edebilme becerisidir. Genellikle akıl ile birbirine karıştırılan zekâ ise algılama, kavrama ve pratik çözüm üretme becerisidir. Psikolojide anlama, kavrama ve çözümleme yeteneği için kullanılan bir terimdir.

Akıl daha uzun vadeli olarak insanın kârını ve zararını, lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesi ile ilgilidir. Bu durumuyla, aşağıda geleceği üzere aklın en üst seviyesi, âhiret için kullanıldığı alanla ilgilidir. Zekâ ise daha çok dünyevî işler için kullanılır ve günlük yaşamın pratikleriyle ilgilidir.

Nedendir bilinmez, günümüz bilimsel literatüründe akıldan çok zekâ üzerinde durulmaktadır. Zekâ hakkında matematiksel zekâ, sosyal zekâ, duygusal zekâ şeklinde kategorik ayırımlar yapılmıştır. Buna karşılık akıl kavramı üzerinde yeterince durulmamaktadır. 

Bütün bu tanımlamaların sonucunda şunu söylemek mümkün görülmektedir: Bir insan çok zekî olabilir ama yeterince akıllı olmayabilir, hatta aptal olabilir. Nitekim günlük hayatta insanların çok akıllı ve zekî olarak tanımladıkları insanların birçoğu akıllı olmak bir yana zekî bile değillerdir. Sadece kurnazdırlar. Yani bir şekilde işlerini halletmekte ve gemilerini kolayca yüzdürmektedirler. 

Oysa aynı insanlar Allah’ı ve âhireti unutmuş, tamamen dünya ile meşgul durumdadırlar. Bu durumuyla Kur’an ve Sünnet ölçülerine göre akıllı ve zekî insanlar kategorisine dâhil değillerdir.

Peygamber Aklı Evliya Aklı

Bütün bu zikrettiğimiz hususların yanında Peygamberlerin ve Allah dostlarının aklının çok farklı çalıştığını belirtmemiz gerekir. Bizim aklımız ve idrak seviyemiz onların bu durumunu anlamaya yeterli değildir. Zaten peygamberlerin sıfatlarından birisi de “fetanet”tir. Yani diğer insanlarla kıyaslanmayacak şekilde müthiş bir akla ve zekâya sahip olmalarıdır. 

Bu noktada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin Hudeybiye anlaşmasıyla ortaya koyduğu akıl ve zekâ örneği bütün beşerî değerlendirmelerin üzerindedir ve aklının diğer insanlardan farklı olduğunu göstermektedir. Hz. Ömer radıyallahu anhu gibi önde gelen sahabilerin bile başlangıçta karşı çıktığı ve yüzde yüz Müslümanların aleyhine gibi görünen bu anlaşma, sonuçta Müslümanların lehine dönüşmüştür. Sonunda müşriklerin kendileri bu anlaşmayı bozmak zorunda kalmışlardır. 

Peygamber aklı gibi evliya aklı da farklı çalışmaktadır. Elbette evliyanın aklı peygamber aklı seviyesinde değildir. Bununla beraber peygamberlere vâris olduklarından onlar gibi diğer insanlardan farklı çalışmaktadır. Buna dair de küçük bir örnek verelim:

Merhum Gavs-ı Sânî Seyyid Abdülbâkî hazretleri köydeki büyük külliyenin yapımı sırasında kendisine zengin sofilerden birisi gelir ve külliyeyi tek başına kendilerinin yaptırmak istediğini söyler. Gavs-ı Sânî hazretleri projenin çok masraflı olduğunu belirtince buna gücünün yettiğini ifade eder. Bunun üzerine Gavs hazretleri şu cevabı verir:

“Peki, yarın âhiret gününde sofilerim bana; ‘Efendim, bu kadar büyük bir hayır vardı da bizi neden bundan mahrum ettiniz?’ diye sorarlarsa ben ne cevap vereceğim?” 

Peşinden, külliyenin sofilerden toplanan paralarla yapılacağını söyler ve öyle de yapılır. 

Halbuki normal bir insan aklı ve sadece zekâ ile düşünse, o kişinin teklifini kabul etmesi ve işini kısa yoldan halletmesi gerekirdi. Demek ki Allah’ı ve âhiret gününü düşünüp işini ona göre planlayan gerçek akıllıların aklı ile hareket etmesi, beklenen davranışın dışında davranmasını gerektirmiştir.

Aklı Kullanmamanın Cezası

Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’in çeşitli ayetlerinde muhtelif vesilelerle aklı kullanmayı teşvik etmekte, akıllarını kullanmayanları uyarmakta ve bunun sonucunda verilecek ceza ile tehdit etmektedir. Örnek olarak iki ayet zikredelim.

Yüce Allah Yunus suresinde mealen şöyle buyurur: “O akıllarını kullanmayanları inkâr bataklığında bırakır.” (Yunus 100)

Ayetin metninde inkâr kelimesi olarak tercüme edilen kelimenin aslı “rics”dir. Rics sözlükte “pislik” anlamındadır. Bu durumda bire bir tercüme; “O akıllarını kullanmayanların üzerine pislik bırakır” şeklindedir. Ancak meallerde genellikle “inkâr” şeklinde tercüme edilmiştir. Zira burada mecâzî bir anlatım vardır. Çünkü Allah’ın akıllarını kullanmayanlara pislik yağdırması zâhirî anlam itibariyle pek uygun değildir. Bu yüzden buradaki pisliği, inkârın ve inançsızlığın pisliği şeklinde anlamak daha doğru görülmüştür. 

Diğer bir ayette Yüce Allah şöyle buyurur:

“Cehennem neredeyse öfkesinden çatlayacak. Oraya her bir grup atıldıkça muhafızları onlara; ‘Size bir uyarıcı (peygamber) gelmemiş miydi?’ diye sorarlar. Şöyle cevap verirler: ‘Evet, doğrusu bize bir uyarıcı gelmişti. Fakat biz onu yalancılıkla itham etmiş ve ‘Allah hiçbir şey göndermemiştir, siz gerçekten büyük bir sapıklık içindesiniz’ demiştik. ‘Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık şimdi şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık’ diye de ilave ederler.” (Mülk 8-10)

Burada cehennem ehlinin peygamberlerin davetine kulak vermemelerinin ve akıllarını kullanmamalarının sonucu olarak içine düştükleri pişmanlık tasvir edilmektedir. Demek ki akıllarını kullanıp peygamberlerin davetine uysalardı azap içinde olmayacaklardı. Yani insan aklını kullanırsa azaptan kurtulabilir ve ebedi cennet yurduna ulaşabilir.

İnsanların En Akıllısı

İnsanların en akıllısının kim olduğu konusunda insanlar arasında çeşitli değerlendirmeler yapılmaktadır. Genellikle işlerini iyi yürütenlere ve hayatta başarılı olanlara akıllı gözüyle bakılmakta, en akıllı insan kategorisine konulmaktadır. Biz, yukarıda peygamberlerin ve velîlerinin akıllarının diğer insanlardan farklı çalıştığını ve değer yargılarının dünyevî ölçülerin üstünde olduğunu belirtmiştik. Bu husus burada da bariz bir şekilde görülmektedir. 

Kütüb-i Sitte Külliyatı içinde geçen iki hadis-i şerifte Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu hususu açıkça belirtmiştir. Bu hadisler şu şekildedir:

Akıllı kimse nefsini muhasebe eden ve ölümden sonrası için çalışandır. 

Âciz kimse de nefsini hevâsının peşine takan ve (bu haldeyken) Allah’tan temennide bulunan kimsedir.” (Tirmizî, Kıyâmet 26) 

“Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme soruldu: 

– Müminlerin hangisi en faziletlidir?

– Ahlâkça en güzelleridir, cevabını verdi. Tekrar soruldu: 

– Peki, müminlerin hangisi en akıllıdır? 

– Ölümü en çok hatırlayan ve kendilerine gelmeden önce onun için en iyi hazırlığı yapanlardır. İşte akıllılar bunlardır, cevabını verdi.” (İbn Mâce, Zühd 31)

Birinci hadis-i şerifin metninde Türkçe akıllı kelimesi karşılığında Arapça “keys” kelimesi kullanılmıştır. İkincisinde ise bunun vurgulu hali (ism-i tafdili) olan “ekyes: en akıllı” kelimesi kullanılmıştır. 

Akıllı diye tercüme edilen keys kelimesi “işlerini yumuşaklıkla yaparak iyi çeviren, hayra ulaşmakta en doğru kararı veren” gibi anlamlara gelmektedir. 

Bu durumda kişinin kendisini hesaba çekmesi, nefs muhasebesi yapması, bunun sonucunda da dünyanın faniliğini idrak edip ölümden sonrası için çalışması, keys kelimesindeki bütün bu anlamlara uygun düşmektedir. 

Keys kelimesinin zıddı anlamında kullanılan âciz kelimesi ise nefsinin hevâsının peşinde koşan kimseleri ifade etmektedir. Böyle olduğu halde onlar günahlarında ısrar ederek tevbe edip Hakk’a dönüş yapmamaktadırlar. Buna rağmen Allah’ın kendilerini affedeceğini ve cennetine koyacağını ümit etmektedirler. Böylece birtakım kuruntularının peşine takılarak kendilerine yazık etmektedirler.

Sonuç olarak, insanların en akıllısı, kendisinde iki temel özellik bulunan kimsedir:

• Nefs muhasebesi yaparak ve iç tenkit mekanizmasının çalıştırarak kendisini hesaba çeken,

• Ölümü sık sık hatırlayarak dünyanın fani olduğunu, Allah’ın ve âhiretin ise baki olduğunu idrak eden ve ölüm sonrası için en iyi şekilde hazırlık yapan. 

Yüce Allah bizleri aklını en iyi şekilde kullanan gerçek akıllılardan eylesin. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy