CEMAATİ NASIL ANLAMALIYIZ?
İstense de istenmese de insan var oldukça cemaatler var olacaktır. Bu sosyal, psikolojik, kültürel ve dinî bir gerçekliktir. İfa ettikleri hizmetler bakımından var olması gerekir, çünkü alternatifi yoktur. Dolayısıyla karşılaşılan problemlerin çözümünde toptancı yaklaşımlardan vazgeçilmelidir.
Arapça bir kelime olan “cemaat”in Türkçe karşılığı topluluk demektir. Genel anlamıyla İnsanların belirli amaçlarla bir araya getirdiği topluluklara cemaat denilebilir. İnsanlar türlü amaçlarla bir araya gelip topluluk oluştururlar. Siyasî amaçla bir araya geldiklerinde parti kurarlar. Ticarî amaçla bir araya geldiklerinde şirket, kooperatif kurarlar. Spor amacıyla kulüp kurarlar. Sosyal amaçlarla bir araya geldiklerinde de dernek, vakıf kurarlar.
Cemaat tanımı ise yalnızca dinî amaçla bir araya gelindiğinde kullanılır. Aslında yukarıda saydığımız toplulukların hepsi kelime anlamıyla cemaattir. Fakat her birine farklı isimler verilir. Bugün cemaat denildiğinde üst sıralarda akla gelen cami cemaati ise birlikte ibadet etmenin dışında cemaat tanımından maalesef uzak durumdadır.
Cemaatleşmenin teşviki
Dinimiz cemaatleşmeyi teşvik eder. Türlü maksatlarla bir araya gelip organize olmak modern toplumlarda da sosyal yapının gelişmişliğinin bir ölçüsü olarak kabul edilir.
Adı ne olursa olsun, bütün toplulukların/cemaatlerin ortak amacı dayanışma ve yardımlaşmadır. Bu yolla daha güçlü daha büyük olmayı ve varlıklarını geliştirmeyi hedeflerler. Mesela siyasî partilerin amacı, bir siyasî söylem etrafında bir araya gelerek daha geniş kitlelerin desteğini almak ve ülke yönetiminde etkili olmaktır. Şirketler daha çok parayı bir araya getirerek daha büyük kârlara ulaşmak ister. Kulüpler daha geniş taraftar desteğine erişerek daha büyük başarılar elde etmek ister. Dernek ve vakıflar da daha büyük desteklerle amaçlarına en iyi şekilde hizmet etmenin peşindedir.
Aynı şey dinî topluluklar yani cemaatler için de geçerlidir. Özünde Allah rızası olan amaçlarını gerçekleştirmek için daha çok kimseyle bir araya gelerek yardımlaşma ve dayanışma içinde gayret sarf ederler.
Dinî cemaatler de kendi içinde farklı yol ve yöntemler takip ederler. Kimisi okuyarak zamanın fitne ve fesatlarına karşı koymayı ve bilinçlenmeyi amaçlar. Kimisi toplumun zayıf unsurlarını maddî olarak desteklemek ve kardeşlik bağlarını geliştirmek üzere hizmet üretmeyi amaçlar. Kimisi de Allah’a daha güzel kul olmak, ahlâkı güzelleştirmek, imanı takviye etmek, dinî duyarlılığı artıracak amel ve ibadetler yapmak hedefiyle hareket ederler. Bunların hepsi İslâm’ın övdüğü güzel şeylerdir.
Hangi konuyu ele alırsanız alın, merkezinde daima insan vardır. Siyasetin de ticaretin de eğitimin de sporun da merkezinde insan vardır. Toplumun, toplumsal faaliyetlerin kalitesini artırmak, insanın kalitesini artırmaktan geçer. Toplum bir zincir ise bu zincirin sağlamlığı, onu oluşturan her bir halkanın sağlamlığı kadardır. Dolayısıyla toplumda daha çok önemli veya daha az önemli kimse yoktur. Her bir kişi önemlidir ve kıymetlidir.
Tasavvufî cemaatler
Bizim tarihimizde dinî hassasiyetleri geliştirmek, güzel ahlâkı yaymak, dinî değerleri yüceltmek adına hizmet veren en önemli topluluk, adına tarikat dediğimiz tasavvufî cemaatlerdir. Son yüzyılda dinî yapılarda bir çeşitlilik olsa da geleneksel tasavvufî cemaatler hâlâ ülkemizde ve Müslüman coğrafyada en etkili yapılar olarak varlığını devam ettirmektedir.
Ülkemiz açısından bir değerlendirme yapacak olursak, tasavvufî cemaatlerin varlığı tarihten bugüne çok önemli roller oynamaktadır. Toplumda dinî duyarlılığın artmasında, manevi değerlere karşı yapılan saldırılara karşı koymada, şeytanın ve nefsin kötü arzularına karşı direnç kazanılmasında büyük ölçüde hizmet etmektedirler. Bu hususlar sadece devletin resmî kurumlarıyla deruhte edilemeyecek kadar önemlidir. Bu nedenle cemaatlerin varlığına ve hizmetlerine karşı çıkmak hem psikolojiyi hem sosyolojiyi hem de dini anlamamak demektir.
Zaaflar ve itirazlar
Cemaatlerin varlığına veya deruhte ettikleri hizmetlere karşı çıkanların söylemlerine bakacak olursak esastan yoksun olduklarını görebiliriz. Siyasî nüfuz kazanmaları, ekonomik güç elde etmeleri genelde en çok dile getirilen eleştirilerdir. Bu tenkitlerin sahipleri ise daha çok Müslümanların sosyal hayatta rol oynamalarından rahatsız olan çevreler olduğu görülecektir.
Bununla birlikte dinî cemaatlerin en zayıf noktası da eleştiri konusu olan bu tarafıdır. Yani bazı cemaatlerin elde ettikleri nüfuzu, ekonomik gücü İslâm’ın ve Müslümanların menfaatine değil de cemaatlerinin veya liderlerinin şahsî amaçlarına hizmet etmek için kullanmalarıdır.
Mesela cemaat lideri bir parti kurmuştur. Dinî dayanışma ve duyarlılıklarını korumak için gelen müntesiplerini o siyasî partiye sevk etmektedir. Veya falanca kişi bir siyasî makama adaydır. O makama ulaşmak için cemaati kullanmaktadır. Dahası, vaktiyle Müslümanlara zulmetmiş bir siyasî partiye sırf bazı imkânlar elde etmek için destek olan cemaat de görülmüştür.
Bu ve benzeri durumlar, aslında hayatî hizmetler gören cemaatler için en büyük tehlikedir. Bu millet yakın zamanda FETÖ diye bilinen bir cemaat yapılanmasının nasıl bir tehlike oluşturduğunu yaşayarak da görmüş bulunuyor.
Reddedilemez gerçeklik
İstense de istenmese de insan var oldukça cemaatler var olacaktır. Bu sosyal, psikolojik, kültürel ve dinî bir gerçekliktir. İfa ettikleri hizmetler bakımından var olması gerekir, çünkü alternatifi yoktur.
Dolayısıyla karşılaşılan problemlerin çözümünde toptancı yaklaşımlardan vazgeçilmelidir. Nasıl ki sahte dinler, sahte peygamberler konusunda hak olanı bâtıl olandan ayırıyorsak, cemaatler konusunda da aynı şekilde davranılmalıdır. Ehl-i Sünnet’in temel yaklaşımlarından, mesela faiz yasağı, kadın-erkek ilişkileri gibi konularda gevşek tutum sergileyen cemaatlerden uzak durmak gerekir.
Esasen Ehl-i Sünnet bir anlayışa sahip olsa da elindeki gücü İslâm’ın ve Müslümanların aleyhine kullanan yapılardan da uzak durmak gerekir. Dinî duyarlılığa sahip cemaatlerde yer alan kimseler şunu mutlaka göz önünde bulundurmalıdır: Dinde mutlak otorite sadece Allah’a ve Resûlü’ne aittir. Onun dışında herkes, ne kadar kâmil olursa olsun yanılabilir, hata edebilir. Tâbi oldukları kişilerden gelen söz, talimat, söylem her ne varsa mutlaka şeriatın şaşmaz ölçülerine vurulmalı, uymuyorsa orası derhal terk edilmelidir.
“Vardır bir bildiği”, “vardır bir hikmeti” gibi anlayışlar İslâm’ın kabul edeceği bir şey değildir. Hak ve hakikatin ölçüsü kişiler değil, şeriattır. Bizim gibi toplumlarda gördüğümüz liderlere aşırı bağlılık, hem siyasî yapılarda hem dinî yapılarda savrulmalara, istikametten şaşmalara neden olmaktadır. Bu da ümmetin birlik ve beraberliğine engel teşkil etmektedir.
Temennimiz, tez zamanda Müslümanlar şuurlanır, bu yanlışlardan vaz geçer de Rabbimiz’in vaat ettiği izzetli günlere kavuşur.