Gassal Neyi Temizler?
Bu terk ediş, türlü sıkıntılarla dolu dünya hayatının son adımı, âhiret nimetlerine erişmenin de kapısı olur. Allah esirgesin, beyaz kefenle, “tahta at”la yolculuğa çıkan kişi ehl-i küfürse eğer, tam bir felaket başlamış olur.
Her mevsimin insana hissettirdiği şeyler var. İlkbahar çoğunlukla ümidi, dirilişi ve yeniden doğuşu; sonbahar eskimeyi, tükenişi; yaz bunalmayı, yılgınlığı ve boşa geçen zamanı hatırlatıyor bana.
Kış ise başka. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem “müminin baharı” buyuruyor bu mevsim için. Çünkü gündüzü kısa, oruç tutulur. Gecesi uzun, ibadet yapılır.
Çoğu insan soğuğu ve güneşsiz havanın kasvetini sevmediğinden olsa gerek, kışı zor geçirir. Bir an önce bitsin ister. Ama ben gelişini dört gözle beklerim. Yalnızca Nebevî buyrukta bahara benzetildiği için de değil. O zaten başımızın tacı.
Kış bana hayatın en önemli gerçeğini, ölümü hatırlatır. O herkesin tadını kaçıran ve çokça hatırlamamız gereken ölümü. Daha çocuk yaşta, mahallemizin camisinde birlikte namaz kıldığımız büyüklerimizin kelime-i şehadet getirerek, yıllar sonra da babamın soğuk bir kış günü “Allah, Allah, Allah... Sen her şeye kadirsin...” sözleriyle son nefesini verip çekip gitmesinden belki de.
Mutlak, kaçınılmaz ve insanoğluna buz gibi gelen ölümle soğuk bir kış günü karşılaşmak, bazıları için kışı daha da sevimsiz hale getirebilir. Oysa ölüm, şayet giden ehl-i iman ise kışı bahara çevirir. Bu terk ediş, türlü sıkıntılarla dolu dünya hayatının son adımı, âhiret nimetlerine erişmenin de kapısı olur. Allah esirgesin, beyaz kefenle, “tahta at”la yolculuğa çıkan kişi ehl-i küfürse eğer, tam bir felaket başlamış olur.
İki Ağaç
Doğuyoruz, yaşıyoruz ve ölüyoruz. İlâhî düzen bu şekilde işliyor. Anne karnından İslâm fıtratı üzere tertemiz bir şekilde dünyaya gelen insan, içerisinde bulunduğu sosyal ve kültürel şartların da etkisiyle kendisine bir rota çiziyor.
Kimisi Âlemlerin Rabbi’nin razı olacağı bir hayatı yaşamaya gayret ediyor. Dinin direği diye tarif edilen namazı gerçekten kılıyor. Oruçtan nasibi açlık ve susuzluktan ibaret kalmıyor. Bedenini önemsediği gibi nefsini de terbiye ediyor, arındırıyor. Zekât, sadaka verirken sağ elinin verdiğini sol eli görmüyor. Nasip olup hacca giderse, annesinden doğduğu gün gibi temizleniyor. Yanlışa düştüğünde bir daha yapmamak üzere tevbe ediyor. Samimi bir şekilde gözyaşı döküyor ve her ne olursa olsun Allah’a iltica ediyor. İyi insan olmaya çabalıyor.
Böyle insanlar tıpkı güzel ağaçlar gibi. Dallarında yuvalar kuruluyor, gölgesinde yorgunlar dinleniyor. Çiçeklerini koklayanların içi çiçekleniyor. Meyvesiyle açlar doyuyor. Yaprakları arasından süzülen güneş damlaları toprağa can suyu oluyor.
Kimileri de hiç ölmeyecekmiş, hesap vermeyecekmiş gibi yaşıyor. Hakka hukuka riayet etmiyor. Meşru yahut gayrimeşru, ne kazansa kâr sayıyor. Yoksulu gözetmiyor, kul hakkı yemekten ve zalimler kervanına katılmaktan imtina etmiyor. İlâhî emirleri ve yasakları hiç duymamış gibi yaşıyor. Elini ve dilini kötülüklerden korumuyor. Haddini bilmiyor. Namaz kıldığında, “Şu namaz kılanların vay haline ki namazlarından gafildirler. İbadetlerinde gösteriş yaparlar” azarlamasına muhatap oluyor.
Cehennemin derinliklerinde, ateşin ortasında büyüyen zakkum ağacına benziyor böylesi. Gölgesiz, çiçeksiz ve dalsız. Meyvesini yiyenler “karınlarında erimiş madenin yahut kaynar suyun kaynaması gibi” ıstırap çekiyor. En nihayetinde emr-i hak vaki oluyor ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşasa da göçüp gidiyor.
Kalbi Uyandırmak için
Ölüm bir son değil. Nasıl olacağına kendi irademizle karar verdiğimiz yepyeni bir başlangıç. Kabrimiz cennet bahçelerinden bir bahçe mi, cehennem çukurlarından bir çukur mu olacak, tamamen dünyada yapıp ettiklerimiz belirleyecek. Bir de Allah’ın rahmeti, mağfireti var; o hep sığındığımız, ümitlerimizi taze tutan.
Hak dostlarından birine soruyorlar:
– Efendim, kabir hayatından çok korkuyoruz. Çünkü neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz.
– Endişelenmeyin, diyor; dünyada bunca hataya, isyana rağmen bizi merhametiyle kuşatan; yediren içiren, barındıran ve koruyan Allah mezarda da bizi unutmaz.
Elhak doğru. Fakat emeksiz çabasız, ibadetsiz taatsiz, savruk ve gafil yaşayıp Allah’ın rahmetine ümit bağlamanın boş bir temenni olduğunu da hatırlatıyor ayetler ve hadisler. Hak dostları da kalbimizi uyandırmak için uğraşıyorlar.
Allah öyle Kerim bir Rab ki bizi affetmek için biraz gayret, biraz hassasiyet istiyor. Adeta kullarını affetmeye bahane arıyor. İşte o bahaneyi üretmek istiyorsak, üstad Necip Fazıl’ın;
“Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var
Ne güzel, bayramda tahta ata binmek var.
Ufka bakar ölüm, uzakta mı uzakta
Ve tabut bekler, suya inmek için kızakta.
Sultan olmak dilersen tâcı sorgucu unut
Zafer araban senin gıcırtılı bir tabut.”
dizelerinde dile getirdiği türden bir ölüm bekliyorsak çaba göstermemiz şart.
Ölüm de bu çabayı teşvik etmek, kalbimizi uyandırabilmek için en güzel ibret. Unutmayalım; gassal bedenimizi temizleyecek, günahlarımızı değil. Teneşirde vücudumuz paklanacak, amel defterimiz değil.