TİCARETTE DÜRÜSTLÜK VE KUSURLU MAL SATIŞI
Helal ticaretin en önemli esaslarından biri, satılan maldaki kusurları müşteriden gizlenmemesidir. Maldaki kusur gizlenerek yapılan satış müşteriye hıyanettir ve adeta onun parasını çalmak gibidir.
“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkının karşılanması Allah’a aittir” (Hûd 6) ayeti mucibince her canlı gibi insan da kendisine takdir edilmiş olan rızkını ne eksik ne de fazla, tamı tamına elde eder. Fakat insan akıllı bir varlıktır ve dinî emir ve yasaklara muhataptır. Bir imtihan yeri olan bu dünyada rızkını helalden mi yoksa haramdan mı kazanacağı kendisine bırakılmıştır.
Ehl-i sünnet âlimleri helal gibi haramın da rızık olduğunu söylemişlerdir. Nitekim ayet-i kerimede “Artık Allah’ın size verdiği rızıktan helâl ve tayyip (temiz) olarak yiyin” (Nahl 114) buyurularak, rızkın helâlden temin edilmesi emredilmiş, haram kazanç ise yasaklanmıştır. Her canlı kendisine takdir edilmiş rızkını yer, kimse başkasının rızkını yiyemez. İnsanın hakkı yenilebilir ama rızkı yenilemez.
İş dünyada bedel âhirette
İnsanların ihtiyaçlarını karşılamak için sıklıkla başvurduğu yollardan biri, aralarında alışveriş yapmalarıdır. Dünyevî işlerin aynı zamanda âhirete ait sonuçları da vardır. Mesela alışverişler hileli yapılırsa dünyada anlaşılmasa da âhirette insanın karşısına hem günah hem de kul hakkı olarak yığılacaktır.
Alışverişin helal olmasının, haram karıştırılmamasının birçok kuralı vardır. Bunlardan biri de müşteriye karşı dürüst olmaktır.
Malın kusurunu gizlememek
Helal ticaretin en önemli esaslarından biri, satılan maldaki kusurları müşteriden gizlenmemesidir. Maldaki kusur gizlenerek yapılan satış müşteriye hıyanettir ve adeta onun parasını çalmak gibidir.
Malın kusurlarını bildirmeden yapılan satışın caiz olmayacağı ve elde edilen kazancın da helal olmayacağını haber veren birçok ayet-i kerime ve hadis-i şerif vardır. Bunların en başında “Ey iman edenler, mallarınızı aranızda bâtıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka” (Nisâ 29) ayeti gelir.
Fakihlerimiz bu ve benzeri ayet-i kerimelerden her türlü gayri meşru yoldan kazanç sağlamanın yasaklandığı sonucunu çıkarmışlardır. Müşteriyi kandırarak aslında razı olmayacağı bir alışveriş yaptırmak da bu yasağın kapsamına girer. Çünkü malın kusurunun gizlendiği satış, aslında müşterinin rızası bulunmayan bir ticarettir.
Müşteri bazı özelliklerin malın değerini düşürdüğünü bilmiyorsa bunların kusur olduğu konusunda da aydınlatılmalıdır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin şu buyrukları da bu husustaki ilkelerimizdedir: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Bir Müslüman kardeşine kusurlu bir şeyi satacak olursa, kusurunu ona açıklamadan satması helal değildir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/491) ve “Bizi aldatan bizden değildir.” (Tirmizî, Büyû 72)
Kâr gibi görünen zarar
Hile karıştırılarak yapılan alışverişin günah olmasının yanında, elde edilen kazancının da bereketsiz olacağı Hz. Nebî sallallahu aleyhi vesellem tarafından şöyle bildirilmiştir: “Alıcı ve satıcı birbirinden ayrılmadıkça serbesttirler. Eğer doğru söylerler ve (malın durumunu) açıklarlarsa kendileri için alışverişlerinde bereket hâsıl olur. Fakat yalan söylerler ve (malın kusurunu) gizlerlerse, bereketleri yok olur.” (Buhârî, Buyû 19; Müslim, Buyû 11), “Kim kusurunu açıklamadığı bir malı satarsa daima Allâh’ın gazabı ve meleklerin lânetine uğrar.” (İbn Mâce, Ticârât 45)
Malın kusurunu müşteriye bildirmek bazen satıcıdan başkaları için de gerekli olur. Ashâb-ı Kirâm’dan Vâsile b. el-Eska radıyallahu anhu, yaşadığı bölgeden bir deve satın alan kişiye, devenin durumunun kendisine açıklanıp açıklanmadığını ve binmek için mi yoksa eti için mi satın aldığını sorar. O kişi de hacca gitmek yani binmek için satın aldığını söyleyince Hz. Vâsile devenin toynağında çatlak olduğunu söyler. Yani bu devenin taşımacılık için uygun olmadığını, müşterinin işini görmeyeceğini ima etmiş olur.
Bunun üzerine satıcı gelip kendisine çıkışınca Hz. Vâsile; “Ben Allah Resûlü’nün ‘Bir kimsenin bir şey satıp da o maldaki (kusurları) açıklamaması helal değildir. Bunu bilen kimsenin de bu kusurları açıklamaması helal olmaz’ buyurduğunu işittim” der. (Müsned, 3/491)
Demek ki satıcı söylemese de malın kusurunu bilenlerin aldanacak olan müşteriyi uygun bir şekilde ikaz etmesi dinî ve ahlâkî bir sorumluluktur. Özellikle kişinin aralarında arkadaşlık, komşuluk, akrabalık gibi hukuku olan kimseleri uyarması onların kişi üzerindeki bir hakkıdır.
Herkes yapıyor diye
Bazı satıcıların aklına şu soru gelebilir: “Diğer satıcıların mallarını kusursuzmuş gibi gösterdikleri bir piyasada ben malıma kusurlu dersem istediğim gibi satış yapamam. Kâr etmek bir yana zarar ederim.”
İlk anda mantıklı görünen bu düşünce uzun vadede zarar getirir. Yukarıda naklettiğimiz hadisler malın kusurunun gizlendiği satışların bereketsiz olduğunu açıklamaktadır. Tüketicileri abartılı ve yanıltıcı reklamlar ile kandırarak yapılan satışlar da bereketten nasipsiz kalacaktır. Üstelik kişinin rızkı yalan ve hile ile değişmez, artmaz. Dürüstlük ise önce kaybettirir gibi görünse de uzun vadede kazandırır. Güven, piyasada hemen kazanılacak bir meziyet değildir. Bu söylediklerimiz ticarî ilişkilerin dünyevî tarafı ile ilgilidir. Uhrevî olarak ise zaten doğruluktan başka yol yoktur.
Birçoğumuzun duyduğu “Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir tâcir, peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir” (Tirmizî, Büyû 4) hadisi şerifi, aslında dürüst tüccar olmanın hem çok değerli hem de zor olduğunu anlatır. Âhirette Allah Teâlâ’nın övdüğü (Nisâ 69-70) kişilerle beraber olmak, pahası büyük bir nimettir. Denilmiştir ki hadisteki dürüst kişiler ticaret yaparken peygamberler gibi emin yani güvenilirdir. Sıddıklar gibi temiz ve saftır. Düşmanla cihad eden mücahitler gibi nefsiyle ve şeytanlarla cihad etmektedir. Elbette bunlar zor işlerdir. Bu mertebeye çıkabilecek kişilerin, rızkın Allah tarafından takdir edildiğine, dürüstlük ile eksilip hile ile artmayacağına dair sağlam bir itikatları olması gerekir.
Müslüman, başa çıkabileceği haksızlıklara karşı koymalıdır. Her hakkını âhirete bırakmak Müslümana yakışır bir tavır değildir. İslâm fıkhındaki bunca hüküm boşuna konulmamış, âlimler bu içtihatları boş yere yapmamışlardır.
Ayıplı mal satın alınmışsa
İslâm hukukuna göre maldaki kusurlara “ayıp” denir. Ayıp, tüccara göre malın değerini düşüren veya satıştan beklenilen maksadı engelleyen özelliktir; yere ve zamana göre değişebilir. Mesela malın kalitesiz olması ayıp sayılan bir durum değildir. Elbette özellikler gizlenerek satılmadıysa. Elektronik bir cihazda yazılım güncellemesi gibi bir yolla kolaylıkla giderilen bir kusur veya o malda genellikle rastlanılan durumlar ayıp sayılmaz.
Hz. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin çeşitli hadislerinden ve şer’î delilerden yola çıkan âlimlerimiz şunları söylemişlerdir: Böyle kusurlu bir malın satışının yapılması satıcı açısından günah olsa da her iki taraf için de geçerlidir. Ancak müşteri malın kusurunun farkına varırsa iade etme hakkına sahiptir. Buna “ayıp muhayyerliği” denir. Hanefî, Şafiî ve Mâlikî mezheplerine göre müşteri ayıplı malı ya o haliyle kabul eder veya iade edip ödediği parayı geri alır. Müşteri ayıplı malı alıkoyup, maldaki kusur karşılığında satıcıyı ödediği bedelden indirim yapmaya zorlayamaz. Fakat satıcı bu teklifi kabul ederse anlaştıkları bir miktarı müşteriye geri verebilir. Bazen satıcı da sattığı maldaki kusuru bilmeyebilir. Bu durumda da hükümler aynıdır. Böyle kusurlu bir malın sorumluluğu üreticiye kadar gider.
Maldaki bir kusurun aslî bir özellik olup olmadığı ve buna göre ayıp sayılıp sayılmayacağı, o malın ne ölçüde değerini düşüreceği gibi hususların belirlenmesi için uzman bilirkişilere başvurulması gerekmektedir.
Malın geri verilebilmesi için alındığı zamandaki durumunda önemli bir değişiklik olmamalıdır. Zaten ayıplı olan mala ikinci bir zarar veren müşteri bunu iade etmek istediğinde, satıcı bu malı kabul etmek zorunda değildir. Fakat ilk kusur sebebiyle müşterinin ödediği bedelin uygun bir kısmını geri vermelidir.
Şu durumlarda müşteri ayıp muhayyerliği hakkını düşürmüş sayılır. Birincisi, malın kusurunu bilerek satın almışsa daha baştan hakkından vazgeçmiştir. İkincisi ise kusurlu olduğunu anladığı halde onu kullanmaya devam ederse bu kusura razı olmuş sayılacağından hakkını düşürmüş olur. Yine malın iadesinden önce kusur kendiliğinden yok olursa, ayıp muhayyerliği kendiliğinden düşer.
Haklardan faydalanmak
Günümüzde bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de tüketicilerin korunmasına yönelik birçok düzenleme yapılmaktadır. Bu düzenlemelerin İslâm hukuku açısından da uygun olduğu durumlarda mağdur olanların tüketici haklarından yararlanmaları tavsiye olunur.
Müslüman, başa çıkabileceği haksızlıklara karşı koymalıdır. Her hakkını âhirete bırakmak Müslümana yakışır bir tavır değildir. İslâm fıkhındaki bunca hüküm boşuna konulmamış, âlimler bu içtihatları boş yere yapmamışlardır.
İslâm’ın getirdiği kurallar hem dünya hem de âhiret hayatı için düzenlemelerdir. Dinin sadece ibadet kısmı ile yetinilmemeli elden geldiğince “muamelât” dediğimiz dünyevî hükümleri ile de amel edilmelidir.
Ayrıca hilekârları şikâyet etmeyip hesaplaşmayı âhirete bırakmak, onları başkalarını aldatmaları için cesaretlenmelerine yol açar.
Yapılan hayırların kat kat bereketleneceği içinde bulunduğumuz mübarek üç aylarda, özellikle ticaretle uğraşanlar için kazançlarını temizlemelerine yardımcı olacak şu hadisi şerifi hatırlatarak yazımızı sonlandırıyoruz:
“Ey tüccarlar! Alışverişte gereksiz sözler ve yeminler olur, şeytan ve günah karışır. Ticaretinizi sadaka ile karıştırınız!” (Ebu Davud, Büyû 1; Tirmizi, Büyû 4)