HADİS-İ ŞERİFLER PEŞİNDE BİR ÖMÜR
İmam Buhârî, annesi ve kardeşiyle birlikte hac yolculuğuna çıktığında 16 yaşındadır ve ezberinde 70 bin hadis vardır. Hac sonrası ailesiyle beraber Buhara’ya dönmeyip Mekke’de kalır. Burada ve daha sonra geçtiği Medine’de ders aldığı hadis âlimleri bir müddet sonra onu talebe gibi değil, kendilerinden biri gibi görmeye başlamışlardır.
Semerkand şehir merkezinin 20 km. kadar kuzeyinde, eski adı Hartenk, yeni adı Hoca İsmail olan köyde İmam Buhârî rahmetullahi aleyhin türbesini ziyaret ediyoruz.
Türbenin yer aldığı külliye, etrafını asırlık çınarların ve gül bahçelerinin çevrelediği geniş bir alanda 90’lı yılların sonlarında inşa edilmiş. Külliye’de İmam’ın türbesi dışında bir cami, bir medrese, İmam Buhârî Araştırmaları Merkezi ve bir de müze bulunuyor.
Türbe, üç tarafında külliyenin girişine doğru uzanan birbirine bitişik tek katlı yapılarla, ziyaretçilerini karşılamak üzere kollarını açmış gibi bir görüntü veriyor adeta. Hadis ağırlıklı tedrisatın yapıldığı medrese ile araştırma merkezi ve müze, ahşap sütunlu revaklardan girilen bu yapılarda bulunuyor.
Müzede Mushaflar, eski ilim meclislerinin tabloları ve Sahih-i Buhârî’nin bazı yazma nüshalarıyla, farklı zamanlarda neşredilmiş baskıları sergilenmekte. Timurlular dönemi mimarisine uygun olarak yapılan türbenin 62 dilimli mavi kubbesi, İmam Buhârî’nin kamerî takvim hesabıyla 62 yıllık ömrüne işaret ediyormuş.
İmam Buhârî’nin asıl adı Muhammed b. İsmail. Dört kuşak önce İslâm’la şereflenmiş yerli bir ailenin ferdi olarak miladi 810 yılında Buhara’da doğmuş. Şimdi türbesinin bulunduğu Semerkand yakınlarındaki Hartenk’te de 870 yılında vefat etmiş. Bu dünyada hicri takvime göre 62, miladi takvime göre ise 60 yıl ömür sürmüş yani. Çocukluk dönemini saymazsak yaklaşık yarım asır boyunca sahih hadisler peşinde Buhara’dan Semerkand ve Merv’e, Mekke’den Medine ve Mısır’a, Bağdat’tan Basra ve Kûfe’ye, Dımaşk’tan (Şam) Humus’a, Belh’ten Nişabur’a kadar neredeyse gitmediği ilim merkezi kalmamış.
O günün şartlarında bu merkezlere defalarca gidip gelmelerin, talebelik ve hocalık süresinin, Sahih-i Buhârî gibi muazzam bir eser dışında 20’nin üzerinde kitabın sığdığı bereketli bir ömür bu.
İlâhî takdirin bereketli bir ömür, olağanüstü bir hafıza, dikkat ve tahammül gücü yanında ilim aşkıyla da nimetlendirerek sahih hadislerin derlenmesine vesile kıldığı İmam Buhârî, hiç şüphesiz Cenâb-ı Mevlâ’nın biz Müslümanlara büyük bir ikramıdır. O, ilmin izzetini koruyan ve dünya metaına önem vermeyen tutumu, az yiyip az uyuyup az konuşması, son derece nazik, mütevazi ve cömert olması gibi özellikleriyle de tam bir Rabbânî âlim örneğidir.
Külliyeyi daha çok yerli ahaliden kafileler ziyaret ediyor ve yabancı olduklarını anladıkları herkese yaptıkları gibi bize de Buhârî hazretlerini tanıtmaya çalışıyorlar. Onun ilminin derinliğine, dünya nimetleri karşısındaki istiğnasına, Buhara’daki evini adım atacak yer bırakmayacak kadar dolduran kitapların her birini bir okuyuşta ezberlediğine, ona sahih hadisleri derleme vazifesini rüya yoluyla bizzat Peygamberimiz sallallahu aleyhi vessellemin verdiğine dair anekdotlar aktarıyorlar.
İmam Buhârî’nin aynı zamanda mahir bir kemankeş (okçu) ve usta bir şair olduğunu yine onlardan öğreniyoruz. Bütün bunları anlatırken yaşadıkları heyecan, bu büyük âlimi ne kadar sevip saydıklarını, ona ne kadar değer verdiklerini de yansıtıyor.
Hadis Âlimlerinin Şeyhi
İmam Buhârî, itikadî ve fıkhî konularda da müstakil eserler yazmıştır ama yoğunlaştığı asıl alan hadis ilmidir. Kur’an-ı Kerim’den sonra dinin ikinci temel kaynağı olan hadis-i şerifleri, aslına en uygun haliyle tespit eyleyip derlediği ve Sahih-i Buhârî olarak şöhret bulmuş el-Câmiu’s-Sahîh adlı muazzam eseri sebebiyle de talebesi İmam Müslim’le beraber “muhaddisân-ı şeyhayn”dan, yani hadis âlimlerinin iki şeyhinden birincisi olarak tanınır.
Kendisi küçükken vefat eden babasının geride bıraktığı hadis mecmualarını okuyarak erken yaşlarda hadis-i şeriflere merak salar İmam Buhârî. Hıfzını tamamladığı 9 yaşından itibaren Buharalı hadis âlimlerinden ders almaya, hadis öğrenmeye başlar. Hiçbir ayrıntıyı gözden kaçırmayan dikkat ve titizliği, eşsiz hafıza gücüyle daha ilk yıllarda kendilerinden ders aldığı hocalarının bile aktardığı hadislerdeki bazı rivayet hatalarını düzeltebilen sıra dışı bir talebe olarak fark edilecektir.
Annesi ve kardeşiyle birlikte hac yolculuğuna çıktığında 16 yaşındadır ve ezberinde 70 bin hadis vardır. Hac sonrası ailesiyle beraber Buhara’ya dönmeyip Mekke’de kalır. Burada ve daha sonra geçtiği Medine’de ders aldığı hadis âlimleri bir müddet sonra onu talebe gibi değil, kendilerinden biri gibi görmeye başlamışlardır. Henüz 18 yaşındadır ama çevredeki pek çok âlim, yazdıkları hadis kitaplarının tashihi için ona başvurmakta, bir hadis hakkında anlaşmazlığa düştüklerinde onu hakem tayin etmektedirler. İlk eseri olan Târihü’-l Kebîr’i, Medine’de Ravza-i Mutahhara’da 20 yaşlarında iken kaleme alır. Artık memleketine dönme vakti gelmiştir. Yola koyulur ve güzergâhındaki şehirlerde hadis âlimleriyle buluşup görüşerek, onlardan hadisler derleyerek Nişabur’a kadar varır.
Nişabur’da kendisinden ders aldığı hadis âlimlerinden İbni Râhaveyh, sahih hadisleri toplayan bir kitap ihtiyacından söz eder ona. Zira Resûlullah sallalahu aleyhi vessellemin vefatının üzerinden iki asrı aşan bir zaman geçmiştir. Hadis-i şerifleri en doğru haliyle bilen sahabe ve tâbiîn nesli göçmüştür. Daha çok ezberlenmek suretiyle sözlü olarak kuşaktan kuşağa aktarılan hadislerin unutulması yahut aslını zedeleyen değişikliklere uğraması tehlikesi karşısında Emevîler döneminden itibaren derleme çalışmaları başlar. Ancak derlenip yazılı hale getirilen bu rivayetler arasında sahih olmayan hadisler de vardır. Sahih olmayan hadisler, ya râvîleri hadis ilminin aradığı şartlardan birini veya birkaçını taşımayan ya da rivayet zincirinde kopukluk bulunan hadislerdir. Yine ilk derlemelerde hadis mi yoksa sahabe yahut tâbiînden bir zâtın sözü mü olduğuna hükmedilemeyen rivayetler vardır. En önemlisi de Hz. Osman radıyallahu anhunun şahadetinden hemen sonra ortaya çıkan sapkın fırkaların, bid’at ehlinin ve cahil Müslümanların, kendilerini meşrulaştırmak için hadis diye uydurdukları sözler hâlâ dolaşımdadır. Bu şartlarda sahih hadisleri derlemek ihtiyaçtan da öte bir zarurettir artık.
Kur’an-ı Kerim’den Sonra En Çok Başvurulan Kitap
İmam Buhârî, kulaklarında hocası İbni Râhaveyh’in, “İlmin afeti unutmaktır; böyle bir afete maruz kalmadan en doğru haliyle tespit edilip yazıya geçirilmesi gerekir” sözüyle uykuya daldığı bir gece bir rüya görür. Rüyasında, sıkıntılı bir hâl içinde bulunan Resûlullah sallallahu aleyhi vessellemin yanına varır ve elindeki bir yelpaze ile O’nu rahatlatır.
Rüya tabircileri bu rüyayı, “Hz. Peygamber’e isnat edilen yalan yanlış rivayetlerden O’nu koruma vazifesinin kendisine verildiği” şeklinde yorumlarlar. Bunun üzerine yanına aldığı bir kâtibiyle ilim merkezlerini yeniden dolaşmaya, buralardaki âlimlerden hadisler almaya koyulur. Bu yolculuklarında 1000’in üzerinde muhaddisten yazarak veya çeşitli beldelerde hadis bildiğini söyleyen kimselerden dinleyerek 600 bin civarında rivayet derlemiş; bunlardan senedinde kopukluk olmayan 200 binini kayda geçirmiştir. Kayda geçirdiği bu rivayetleri de râvilerinin sıhhati bakımından incelemeye tâbi tutarak bir daha elemiştir. Geriye kalan ve sahihliği hususunda kesin kanaate ulaştığı binlerce hadis-i şeriften bazılarını 90 bin talebeye yazdırmış; kitabına ise, fazla hacimli olmaması için bunlardan 900 kadarını almıştır.
İmam Buhârî, besmelesini yine Ravza-i Mutahhara’da Efendimiz sallallahu aleyhi vessellemin kabr-i şeriflerinin yanı başında çekerek yazmaya başladığı el-Câmiu’s-Sahîh’indeki hadisleri konularına göre tasnif ederek sıralar. Her bir hadis-i şerifi, boy abdesti alıp iki rekât namaz kıldıktan sonra yazmıştır. Bağdat uleması onu denemek için senedi ve metni birbirine karıştırılmış 100 hadis hakkında ne düşündüğünü sorduklarında İmam Buhârî bu rivayetlerin her birini, senet ve metinlerinin doğrusunu ezberden okuyarak düzeltmek suretiyle hadislere vukufiyetini ispatlamıştır. Yine de eserini ilmine güvendiği hadis âlimlerinin onayına sunmaktan geri durmamıştır.
Kaldı ki o, diğer kitapları gibi Sahih’ini de her seferinde daha kusursuz hale getirerek üç defa yazmıştır. Bu titizliğinin arkasında, “eserinin bereketli kılınması” duasına icabet edileceği ümidi vardır. Öyle de olmuş, Cenâb-ı Mevlâ, Buhârî’nin Sahih’ini Müslümanlar arasında Kur’an-ı Kerim’den sonra en çok okunan, en çok müracaat edilen, en çok ezberlenen ve en güvenilen kaynak kılmıştır.
O’nun icabet bulan bir duası da Buhara’dan Semerkand’a giderken yükselmiştir Hak katına. Âhir ömründe Nişabur’dan memleketinde döndüğünde Buhara valisi, eserlerini kendisinden dinlemek ve çocuklarına ders okutmak üzere onu sarayına davet eder. Ancak İmam Buhârî, ilmi kimseden esirgememekle beraber, başkalarının ayağına götürerek küçük düşüremeyeceğini; öğrenmek istiyorlarsa ders verdiği mescide gelebileceklerini söyleyerek bu daveti reddeder.
Vali alınmış ve öfkelenmiştir. Halkın sevip saydığı bu âlimi cezalandırmaya cesaret edemez. Adamları vasıtasıyla Buhârî’nin ehl-i sünnet itikadına aykırı görüşlere sahip olduğu iftirasını yayar ve bir vakit sonra bu iftira taraftar bulunca da onun için Buhara’dan sürgün kararı çıkarır. İmam Buhârî Semerkand’a doğru yol alırken uğradığı muamelenin ağırlığıyla ellerini açar ve “Rabbim, yeryüzü bu genişlikte bana dar oldu. Ruhumu yanına al” diye dua eder. Semerkand’ın yakınındaki Hartenk köyünde, buradaki akrabalarını ziyaret ve üç gün sonraki Ramazan Bayramı’nı onlarla geçirmek için yolculuğuna ara verdiğinde hastalanıp bayram gecesi son nefesini verir; “yâr ile bayram edenler” zümresine dâhil olur.
[Gelecek Ay: Hâce-yi Ahrâr’ın Huzurunda]