Önce
Büyükler
“Kızım ya da oğlum nasıl daha başarılı olur?”, “Güzel ahlâklı bir evlat yetiştirmek için neler yapmak gerekir?”, “Çocuklara akademik eğitim nasıl verilmelidir?” gibi sorulara cevap arıyor, videolar izliyor, makaleler tarıyor, uzmanlara kulak veriyoruz.
Bu çabamız elbette kayda değer. Fakat bir çocuğu iyi yetiştirebilmek için önce iyi ebeveynlere ihtiyaç vardır. Çünkü bizim karakter ve davranışlarımız çocuğun kişiliğinin ilk harcını oluşturur. Yavrularımız doğaları gereği yaşamın ilk yıllarından itibaren bizi model alır; ne söyleyip öğütlediğimizden çok, nasıl insanlar olduğumuzu içselleştirirler.
Rabbimiz’in bize emaneti olan çocuklarımızı en iyi şekilde yetiştirmek, onlara güzel bir terbiye verebilmek için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Bu süreçte zihnimizi, odağında “çocuk” olan sayısız soru meşgul ediyor. “Kızım/oğlum nasıl daha başarılı olur?”, “Güzel ahlâklı bir evlat yetiştirmek için neler yapmak gerekir?”, “Çocuklara akademik eğitim nasıl verilmelidir?” gibi sorulara cevap arıyor, videolar izliyor, makaleler tarıyor, uzmanlara kulak veriyoruz.
Bu çabamız elbette kayda değer; ancak bütün bunlar olurken çok önemli bir hususu atlıyoruz ister istemez: Merkeze evladımızı koyup “nasıl daha iyi bir çocuk olabileceğini” araştırırken kendimizi çemberin dışına itiyoruz.
Oysa bir çocuğu iyi yetiştirebilmek için önce iyi ebeveynlere ihtiyaç vardır. Çünkü bizim karakter ve davranışlarımız çocuğun kişiliğinin ilk harcını oluşturur. Yavrularımız doğaları gereği yaşamın ilk yıllarından itibaren bizi model alır; ne söyleyip öğütlediğimizden çok, nasıl insanlar olduğumuzu içselleştirirler.
İşte bu nedenle öncelikle kendi vasıflarımızı gözden geçirmemiz, çocuğa kazandırmak istediğimiz niteliğe evvela bizim ulaşmamız ya da yaklaşmamız elzemdir.
Örneğin çocuğumuza sabrı öğretmek istiyorsak, zorluklar karşısındaki sabır ve dirayetimizle ona örnek olmamız gerekir. Saygıyı öğrenmesini arzu ediyorsak, evvela bizim çevremize ve çocuğumuza saygılı davranmamız, hal ve tavrımızla yol göstermemiz lazım gelir. Dürüstlükten, merhametten, çalışkanlıktan söz etmeden önce bunları kendi hayatımızda uygulamaya çalışmamız son derece önemlidir. Zira kendimizde bulunmayan bir cevheri çocuğumuza kazandırmamız hayli güç olacaktır.
İşte bu yüzden eğitimin ilk halkasını çocuk değil, anne baba oluşturur. Şahsî gelişimini önceleyen, kendi zaaflarıyla yüzleşebilen ve dönüşüme gönüllü bir ebeveyn, çocuk için en güçlü rehberdir.
Bununla birlikte hiçbir anne baba, önüne çıkan sorunlarla nasıl başa çıkacağını bilerek işe başlamaz. Bu nedenle “mükemmel ebeveynlik” diye bir kavramdan söz etmek mümkün değildir. Ancak en iyi ebeveynler, daima gelişmenin yollarını arayanlardır. Bu nedenle insanın doğru sorular üzerine kafa yorması ve kendi gelişim yolculuğuna öncelik vermesi son derece önemlidir.
Anne babaların hallerini ve hedeflerini muhasebe etmesini sağlayacak, onlara iyi ebeveynler olmanın kapısını aralayacak önemli sorulara biraz daha yakından bakalım.
Çocuğuma Sevgimi Gösterebiliyor muyum?
Anne babalar çocuklarını elbette çok seviyor olsalar da bunu sağlıklı şekilde gösterebilmek ayrı bir gayret ve özen gerektirir. Bu konudaki en büyük örneğimiz, bir çocuk gördüğünde mübarek yüzü neşeyle dolan, onları sevip kucaklamaktan kaçınmayan Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’dir. Sahabe-i Kirâm’dan Hz. Enes b. Mâlik radıyallahu anh şöyle aktarır:
“Çoluk çocuğuna Allah Resûlü’nden daha şefkatli bir kimseyi görmedim. Oğlu İbrahim’in, Avali semtinde oturan bir süt annesi vardı. Beraberinde ben de bulunduğum halde Resûlullah sık sık oğlunu görmeye giderdi. Varınca, demircinin duman dolu evine girer, oğlunu kucaklar, koklar, öper ve bir süre sonra da dönerdi.” (Buhârî, Edeb 18; Müslim, Fedâil 63)
Bir başka rivayete göre Resûl-i Ekrem Efendimiz’in, torunu Hz. Hüseyin’i öptüğünü gören bir sahabi;
– Benim on tane çocuğum var. Şu ana kadar hiçbirini öpmedim, deyince Resûlullah Efendimiz buyurur ki:
– Merhamet etmeyene merhamet olunmaz!
Yine bir gün yanına gelen bir bedevînin “Ya Resûlallah, siz çocukları öper misiniz; biz öpmeyiz” sözüne; “Allah senin kalbinden merhameti almışsa ben ne yapabilirim” diye karşılık vermiştir. (Buhârî, Edeb 18)
Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem çocuklara olan sevgisini göstermekten hiçbir zaman çekinmemiş, önemli bir iş veya ibadet üzere olsa dahi onları ötelememiş, daima şefkatle yaklaşmıştır. Hz. Enes b. Mâlik radıyallahu anh bu durumu şöyle aktarır:
“Alleh Resûlü’nü hutbe okurken gördüm, (torunu) Hasan dizinin üstündeydi. Ne söyleyecekse halka söylüyor, sonra eğilip çocuğu öpüyor ve ‘Ben bunu seviyorum’ diyordu.” (Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe 56)
Hz. Katâde radıyallahu anh ise şöyle anlatır:
“Bir defasında Resûlullah’ın, kızı Zeynep’ten olan torunu Amame kucağında olduğu halde yanımıza geldi. O şekilde namaza durdu. Rükûa varırken çocuğu yere bırakıyor, kalktığı zaman da kaldırıyordu.”
Bu rivayetler Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in, torunlarının şahsında çocuklara gösterdiği sevgi ve şefkate işaret etmiştir. O’nun bu davranışı, gündelik meşguliyetler ve vazifeler arasında mekik dokuyan, yoğunluktan şikâyet eden, başını iş veya telefondan kaldırıp çocuğunun gözlerine bakabilecek vakti bile bulamayan günümüz ebeveynlerine ders niteliğindedir.
Resûlullah Efendimiz’in çocuklara sevgisinin hiçbir zaman koşullu olmadığı, ayrım yapmaksızın bütün çocukları kapsadığı, belli şartlara bağlanmadığı açıktır. Çocukluk yıllarından itibaren O’nun hizmetinde bulunan, çok sevdiği ve kıymet verdiği Enes b. Mâlik radıyallahu anh; “Resûlullah’a tam on sene hizmet ettim. Bana bir defa bile ‘öf’ demedi. Yaptığım bir şeyden dolayı ‘Niye böyle yaptın?’ diye azarlamadığı gibi, yapmadığım bir şey sebebiyle ‘Şöyle yapsan olmaz mıydı?’ demedi” buyurmuştur. (Buhârî, Savm 53, Menâkıb 23; Müslim, Fezâil 82)
Çocukların en büyük ihtiyaçlarından olan ve “koşulsuz sevgi” olarak tanımlanan bu duygu, çocuğu yaptığı ya da olduğu şeyden veya başarılarından bağımsız olarak, sırf “o” olduğu için sevmek, önemsemektir. Ne olursa olsun sevildiğini, değerli olduğunu ve içtenlikle kabul gördüğünü ona hissettirmektir.
Koşulsuz sevgide “Eğer böyle davranırsan seni severim” ya da “Şunu yaparsan benim sevgimi hak edersin” mesajı veya iması yoktur. Sevgi bir ödül değil, çocuğun varoluşuyla birlikte ona sunulan bir güvencedir. Örneğin çocuk sınavdan düşük not aldığında ona başarısız hissettirmemek; aksine, aldığı notun onun değerini belirlemeyeceğini göstermektir. İstenmeyen bir davranışta bulundu diye sinirlenip sevgiyi geri çekmek yerine, yalnızca bu davranıştan ötürü duyulan rahatsızlığın dile getirilmesidir. Bu duruş, çocuğa “Sana olan sevgimi hiçbir şey değiştiremez ama annen/baban/büyüğün olarak hatanı görüp seni uyarmak, sana yol göstermek de vazifem” mesajı verir.
Koşulsuz ve çekincesiz bir sevgi, çocuğun mutlu, özgüvenli, kalbini açabilen ve empati kurabilen biri olarak büyümesi için temel zemini oluşturur. Duyguları kabul gören ve davranışından bağımsız değerlendirilen bu çocuk, hem ailesiyle güvenli bağ geliştirme fırsatı bulur hem de yapıcı eleştiriye açık hale gelir.
Bu denge sağlanamadığında ise “Sevilmek için mükemmel olmalıyım” düşüncesi ortaya çıkabilir. Sevgiyle tehdit edilen, hata yapınca dışlanan, belli şartları sağladığında yakınlık görebilen çocuk, “Olduğum halimle yeterli ve sevilebilir değilim” diye düşünüp kendisinden taviz vermeye, karakterini ve duygularını bastırmaya başlar. Sevilmeyi hak etmek için başkalarının beklentilerine göre davrandığından kendisi olmanın huzurunu tadamaz hale gelir. Bu da ruhsal gelişimini ve kimlik oluşumunu zedeleyebilir.
Fıtratını Kabul Edip Destekliyor muyum?
Anne baba olmadan önce çocuğumuzun nasıl biri olacağını merak eder, onun için hayaller kurar, planlar yaparız. Ancak evladımız bizim zihnimizdeki profile uymayabilir yahut büyüdüğünde onun için kurduğumuz hayalleri gerçekleştirmek istemeyebilir. İşte anne baba olmak, çocuğun yaradılıştan gelen yetenek ve temayüllerini görüp onu olduğu gibi kabul etmeyi, tabiri caizse “elmayı armuda dönüştürmeye çalışmamayı” gerektirir. Aslolan onun mizacını, duygularını, güçlü ve zayıf yönlerini yargılamadan görmek, değiştirmeye çalışmadan önce anlamaya çalışmaktır.
Bu durum kimi zaman ebeveynler tarafından olumsuz algılanıp “çocuğun kendisini geliştirmesinin önünde bir engel” olarak görülür. Oysa kabul, çocuğun özünü anlamak ve desteklemek, yeşerip kendini geliştirebileceği toprağı bulmasını sağlamak, onu fıtrat ve kabiliyetleri dışında bir hedefe zorlamamaktır.
Örneğin çocuğumuz yapı olarak çekingen ve içe dönükse “Hadi biraz cesur ol artık, neden sen de diğer çocuklar gibi oynamıyorsun?” diyerek onu diğerleriyle karşılaştırmak yerine “Oyuna başlamadan önce etrafı izlemeyi sevdiğini biliyorum, istersen beraber oturup gözlemleyelim” demektir doğru olan. Üzüldüğünde hemen gözleri doluyorsa “Niye bu kadar sulu gözlüsün!” diyerek utandırmak değil, önce halini anlayıp ona destek olmayı tercih etmektir. Hareketi seven, enerjik bir çocuksa “Dur artık, koşmanı istemiyorum” diye uyarmak yerine onu enerjisini atabileceği etkinlik ve mesleklere yönlendirmektir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de gençlere büyük kıymet vermiş, onlarla birebir ilgilenmiş, ilgi ve yeteneklerine uygun vazifeler almalarını sağlamıştır. Vahiy kâtipliği, öğretmenlik, zekât memurluğu, sancaktarlık gibi önemli görevlere çoğunlukla gençleri getirmiş ve başarılı olabilmeleri için daima desteklemiştir. Zekâ ve temayülüne güvendiği gençleri ilimde ilerlemeleri için yönlendirmiş, yabancı dile kabiliyeti olanları Süryanice, İbranice gibi dilleri öğrenmeye teşvik etmiş, tercüman olarak vazifelendirmiştir. Ayrıca cesareti ve yönetme kabiliyetiyle öne çıkanları komutan olarak genç yaşta görevlendirmiş, onlardaki cevheri görüp doğru alana yönelmelerini sağlamıştır.
Bir çocuk büyüklerinden değer görüp benimsendiğinde, kendini güvende hissetmeye başlar. Bu da özsaygısını ve dayanıklılığını artırır. Ayrıca kabul gördüğü bir ortamda büyüdüğü için kendini değiştirmeye değil, geliştirmeye odaklanır.
Örneğin fıtraten konuşkan bir çocuğun bu özelliği yıkıcı şekilde mütemadiyen eleştirilirse zamanla içine kapanması veya değişime zorlandığı için direnç göstermesi ihtimal dahilindedir. Ebeveynin ondaki mizacı görüp dengelemesi ve iyi yönde kullanmaya teşvik etmesi ise bu yeteneğinin gelişmesini sağlar. Veya evdeki eski malzemeleri söküp birleştirmeyi seven, onlardan yeni materyaller oluşturmaya çalışan bir çocuğu azarlamak yerine, keşif ve üretim yapabileceği eğitimlere yönlendirmek, ondaki ışığı görmenin tezahürüdür. Her çocuğu fıtrat ve yeteneklerine uygun şekilde destekleyebilmenin bir yolu mutlaka vardır.
Dinleyip Anlamaya Çalışıyor muyum?
Çocuğumuzla sağlıklı iletişim kurmanın temelinde, onu içtenlikle ve tüm dikkatimizle dinlemek yatar. “Etkin dinleme” olarak adlandırılan bu yöntem, çocuğumuzun herhangi bir durum karşısında ne yaşayıp hissettiğini daha iyi anlamamıza, his ve ihtiyaçlarını fark etmemize yardımcı olur.
Dinlenilen çocuk anlaşılmaya değer olduğunu hisseder. Bu da ebeveynine duyduğu güveni artırarak iç dünyasını paylaşmasını sağlar. Ayrıca çocuk anlattıkça kendi duygularını daha rahat ifade edebilmeye başlar. Bu sayede kendini anlatamamış kimselerde görülen öfke, inatlaşma, huzursuzluk gibi duygular genellikle baş göstermez. Duygu, fikir ve sorunlarını anlatmasına izin verilen çocuğun, büyüklerinin rehberliğinde çözüm üretebilme becerisi de artar.
Çocuğun önemsediği her şey dinlemeye değerdir. Çünkü gün içinde farkında olarak veya olmayarak neler düşündüğünü ve yaşadığını anlamak, onu tehlikelerden korumak, problemlerini çözmesine yardım etmek, kendisini ve çevresini daha iyi tanımasını sağlamak için onu can kulağıyla dinlememiz gerekir.
Dinlemenin bir diğer getirisi, anlatan kişinin bir süre sonra “dinlemeye hazır” hale gelmesidir. Böylece çocuk yargılanmadan ve samimiyetle duyulmuş olmanın rahatlığıyla ebeveynine daha kolay kulak verebilir.
Karşımızdakini nasıl dinlememiz gerektiği konusundaki rol modelimiz yine Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’dir. O biriyle konuşacağı zaman tüm bedeniyle bu kişiye yönelmiş, karşısındaki kişi yüzünü başka tarafa çevirmedikçe yüzünü çevirmemiş, kendisine düşmanlık edenleri bile sükunetle dinleyip konuşma sırasının kendine gelmesini beklemiştir. Bu edep ve zarafet, bizim tarafımızdan anlaşılmaya büyük ihtiyaç duyan çocuklarımızla iletişimde ilkemiz olmalıdır.
Çocuğun önemsediği her şey dinlemeye değerdir. Çünkü gün içinde farkında olarak veya olmayarak neler düşündüğünü ve yaşadığını anlamak, onu tehlikelerden korumak, problemlerini çözmesine yardım etmek, kendisini ve çevresini daha iyi tanımasını sağlamak için onu can kulağıyla dinlememiz gerekir. Çocuk hata da yapsa, yanlışa da düşse gelip bize anlatabileceğini, onu katı bir şekilde yargılayıp küçümsemeyeceğimizi bilmelidir.
Öte yandan onu dinlemezsek bizden uzaklaşması, onu dinliyor gibi görünen zararlı kimselere yaklaşması da mümkün hale gelebilir. Ne yaşarsa yaşasın, anlatabileceği ilk kişiler olduğumuzda ise hayatlarını daha yakından okuyabilir, ihtiyaç duydukları destek ve rehberliği onlara sunabiliriz.
Çocuk için çok önemli olan bir konu, bizim için ilk anda anlam ifade etmeyebilir. Ancak bunlar, onun dünyasının en mühim ve ciddi meseleleri olabileceği için bizim özen göstermemiz gerekir. En kıymetli rehberimiz olan Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de bu konuya önem vermiş, örneğin Enes b. Mâlik radıyallahu anh’ın kardeşi Ebû Umeyr’in kuşu ölünce teselli için yanına gitmiş, onunla şakalaşıp yüzünü güldürmüş, kalbini kazanmıştır.
(Buhârî, Edeb 112; İbn Mâce, Edeb 24)
Çocuklarla sohbetin en güzel taraflarından biri de, bu muhteşem varlıklardan öğrenecek çok şeyimiz olmasıdır. İlginç fikirleri, sevimli yorumları, kalbimize dokunan hisleri sayesinde kendi sıkıcı hayatlarımızı geride bırakıp, bir an için de olsa onların harikulâde dünyalarında keşfe dalabiliriz. Hem zaten şu dünyada samimiyetle kulak vermeye değecek, böyle temiz ve hakiki kaç kişi bulabiliriz?
Ona Güveniyor ve Alan Tanıyor muyum?
Resûlullah Efendimiz’in genç sahabilere çeşitli görevler verdikten sonra onları nasıl desteklediğinden, vazifelerini yerine getirebilmeleri için onlara yetki ve alan tanıdığından bahsetmiştik. O, çocuklara ve gençlere bir iş verdiği zaman çekingenlik göstermesinler diye onlara ne kadar güvendiğini daima hissettirmiş, her birini cesaretlendirerek vazifelerini kolaylaştıracak nasihatlerde bulunmuştur. Örneğin kendisi henüz hayatta olduğu halde Hz. Ali kerremallahu veche, Muaz b. Cebel, Zeyd b. Sabit radıyallahu anhümâ gibi genç sahabilerin fetva vermesine müsaade etmiş, güzel vasıflarını överek onları teşvik etmiştir.
Bu tutum bizim için de yol gösterici olmalıdır. Çocuklarımıza gerçekleştirebilecekleri sorumluluklar yükleyip deneye yanıla ilerlemeleri için alan tanımamız, düşseler de kalkmaları için mühlet vermemiz, yanlarında olduğumuzu hissettirmemiz gerekir.
Günümüzde ise “helikopter ebeveyn” denilen anne babalar yaygınlaşmıştır. “Helikopter” benzetmesi, çocuğun üzerinde sürekli dönüp duran, her an müdahale etmeye hazır, onu kendi haline bırakmayan bir tutumu ifade eder.
Evladının hayatına aşırı şekilde müdahale eden, onu sürekli kontrol eden, hata yapmasına ve kendi deneyimlerini yaşamasına izin vermeyen bu anne babalar, aşırı korumacı bir tutum sergilerler. Çocuğun adına karar vermeye, sorunlarını onun yerine çözmeye gönüllüdürler. Amaçları evlatlarını hatadan, hayal kırıklığından ve başarısızlıktan korumak olsa da, çocuklarının ebeveynine bağımlı, kendi başına karar veremeyen, sorumluluk alamayan ve hata yapmaktan korkan kişilere dönüşmelerine sebep olurlar.
Daha sağlıklı olan seçenekse, çocuğa rehberlik eden, ancak kendi yolunu çizmesine de izin veren, deneyim kazanması için imkân sunan “destekleyici ebeveynlik”tir. Bu tarzı benimseyen anne babalar, çocuğun yaş gelişimine uygun görevler almasını, bunları gerçekleştirmek için çabalamasını teşvik ederler. Evlatları adına düşünmek yerine seçenekler sunar, onu denemesi ve risk alması için destekler, gösterdiği çabayı takdir ederler. Çocuğun yapmaktan çekindiği şeyler olduğunda, örneğin okulda bir sunum yapması gerektiğinde önce duygularını anlar, sonra teşvik ederler. Böylece, “Heyecanlanman çok normal. İlk sunumumda ben de çok ürkmüş, vazgeçmeyi düşünmüştüm. Ama sonra, daha önce başardığım şeyleri düşünüp denemeye karar verdim. Bu sunum da senin için böyle bir tecrübe olabilir. En azından denemeye ne dersin? Ben yanındayım, en kötü ne olabilir ki?” diyerek cesaretlendirilen, endişeleri konuşulup giderilen bir çocukta özsaygı ve özgüven gelişimi de kolaylaşır.
Bir çocuk büyüklerinden değer görüp benimsendiğinde, kendini güvende hissetmeye başlar. Bu da özsaygısını ve dayanıklılığını artırır. Ayrıca kabul gördüğü bir ortamda büyüdüğü için kendini değiştirmeye değil, geliştirmeye odaklanır.
Âdil ve Tutarlı Sınırlar Belirleyebiliyor muyum?
Sınır, çocuğun en temel duygusal ihtiyaçlarından biridir. Tıpkı bir yolun kenarındaki bariyerler gibi sınırlar da çocuğa nerede durması gerektiğini gösterir, neyin uygun olup olmadığını anlamasına yardım ederler. Sınır eğitimi de yaygın kanının aksine çocuğu katı kurallarla disipline etmek değil; çocukla ilişki içindeyken, tutarlı ve makul kaideler eşliğinde ona rehberlik etmek olarak görülmelidir.
Ebeveynlerin sınırlara dair bakış açısı, kültürel kodlar ve geçmiş tecrübelerin etkisiyle kimi zaman negatif yönde etkilenebilir. Örneğin sınırların yalnızca otoriter düzende öğrenilebileceği yanılgısı ve kendi çocukluğunda benzer bir uygulamaya maruz kalma talihsizliği, ebeveynleri “aşırı sert ve cezalandırıcı” tutuma sürüklemektedir. Bu ebeveynlik tarzında anne babaların, istenmedik davranışlar gösteren çocuklarını eğitme bahanesiyle bağırma, azarlama, tehdit etme, psikolojik veya fiziksel şiddet uygulama, küçümseme, cezalandırma gibi yöntemler tercih ettiği görülür.
Bunun sonucunda çocuk değişmiş ve boyun eğmiş gibi görünse de, aslında sadece kendini korumak için şartlara uyum sağladığı, içindeyse isyan ve öfke biriktirdiği görülecektir. Kural ve ilkeler sevdirerek öğretilmediği için çocukta kalıcı davranış değişikliği oluşmaması da muhtemeldir.
Bunun tam tersi davranıp tüm inisiyatifi çocuğa veren, sınırları tümüyle silik hale getirip fazla rahat davranan “aşırı serbest tutumlu ebeveynler” ise çocuklarının her dediğini yaparak onlara istemeden kötülük ederler. Tevazu, kanaat, fedakârlık gibi erdemleri öğrenemeyen, her konuya benmerkezci yaklaşan, en ufak zorluğa bile tahammülü olmayan, sorumluluk duygusundan uzak bu çocuklar, gerçek yaşamla tanıştıklarında sudan çıkmış balığa dönerek büyük bir kırılma yaşayabilirler.
Çocukta sınırlarla ilgili belirsizliğe sebep olan bir diğer ebeveyn hatası ise tutarsızlıktır. Bu tarzın hakim olduğu ailelerde anne baba, bugün normal karşıladığı ve desteklediği şeyi yarın yasaklayabilir. Bir hafta boyunca geçerli olan kural, hiçbir sebep yokken değişerek çocuğu mağdur edebilir. Tam da burada sınırların çocuklar için ne denli önemli bir duygusal ihtiyaç olduğu daha net ortaya çıkmaktadır. Zira dengeli ve tutarlı bir aile dinamiği, çocuğun neyin kabul edilebilir, neyin edilemez olduğunu öngörebilmesini, bu sayede kendini güvende hissetmesini sağlar.
Sağlıklı sınırlar koyabilmek için öncelikle anne babaların “duygusal açıdan tutarlı” olması gerekir. Çocukla bir gün çok ilgilenip ertesi gün yüzüne bakmamak, istediği olunca onu el üstünde tutup hata yaptığındaysa -adeta çocuk gibi- küsme veya sırt dönme eğilimi göstermek, çocuğun iç dünyasını alt üst eder. Ebeveyn, evin içinde ne yaşanırsa yaşansın şahsî iniş çıkışlarını en azda tutmak, adalet ve şefkat dengesini sağlamak, duygusal açıdan her zaman ulaşılabilir olmak mecburiyetindedir.
Tutarlı olması gereken bir diğer unsur kurallardır. Anne babaların, sahip oldukları değerler ışığında belirledikleri her kaideyi iyi düşünmesi, önem veya vazgeçilmezlik seviyesini netleştirmesi, arada istisnalar yapılabilecekse bunu da esirgememesi önemlidir. Örneğin bir insana şiddet uygulanamayacak olması asla taviz verilemeyecek bir kuralken, yemekten önce tatlı yememe kuralı ise bazen esnetilebilir. Resûlullah Efendimiz’den aktarılan bir rivayet de bu anlayışı destekler niteliktedir.
Hz. Aişe radıyallahu anhâ’dan aktarıldığına göre sahabiler, hırsızlık yapan bir kadının durumuna üzülüp, konuyu görüşmesi için, Hz. Peygamber’in çok sevdiği Üsâme b. Zeyd’i görevlendirirler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurur ki:
“Sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.” (Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Hudûd 8, 9)
Bu nebevî tavır, asla taviz verilmeyecek yegane kuralların, Allah Teâlâ’nın emir ve yasakları olduğunu bize öğretir. Öte yandan yıllarca O’na hizmet eden Enes b. Mâlik’i yanlış veya eksikleri için ikaz bile etmemiş olması da sınırlara dair ne kadar âkil ve şefkatli olduğunu göstermektedir. Ayrıca O’nun bu tutumu, çocukları sürekli ikaz edip cezalandırmak yerine bağ kurarak örnek olmanın etkisini de kanıtlamaktadır. (Bkz. Buhârî, Savm 53)
Sınırlar belirlenirken çocukların yaş ve gelişim durumuna mutlaka bakılmalıdır. Örneğin küçük çocukların akşam 8’de yatması gerekli olsa da, yaşı büyük olan çocuklar için farklı bir saat belirlenebilir. Bir diğer önemli husus da, çocuklar için belirlenen ahlâkî sınırlara ebeveynlerin de uyması ve onlara model olmasıdır. Anne babalar makul ve tutarlı olduğunda çocuklar da ebeveynlerine güvenecek ve sınırları benimsemekte daha az zorlanacaklardır.
Çocuğa sınırları açıklarken takınmamız gereken tavır ise bir yetişkine yaraşır biçimde olmalıdır. “Sakin, zarif ve net” olarak tarif edilebilecek bu üslup kimi zaman istemeden terk edilse de, ideal söylem şeklinin bu olduğu unutulmamalıdır. Örneğin tableti bırakmak istemeyen çocuğa söylenip bağırmak veya zor kullanmak yerine sakinliği korumak, onunla aynı hizaya gelip müdahaleyi merhalelere yaymak akıllıca olur.
Bu merhaleler şöyle gelişir: Çocuğun ekrana ara vermesi gerektiğinde yanına gidip önce biraz oturmak, oynadığı oyunla ilgili olumlu bir yorum yapmak, yani onun dünyasına girmek gerekir. Akabinde kuralı hatırlatıp; “Anlıyorum, oyunun daha bitmedi, çok da eğlenceli görünüyor. Ama ekran süremiz doldu. Beş dakika sonra tableti kapatmamız gerekiyor. Sonra birlikte başka bir oyun oynayabiliriz” demek ve bu kararlı tavrı her defasında sürdürmek, onun üzerinde olumlu bir etki bırakacaktır.
Direnç fazlaysa ekranın zararları, neden böyle bir kural konulduğu yeniden hatırlatılabilir. Zira çocuklar, kuralların kendilerinin hayrına olacak şekilde, keyfîlikten uzak belirlendiğine güvenirlerse, bunları uygulama ve içselleştirme konusunda daha hevesli olurlar. Bütün sınırların nihaî amacı da esasında budur. Çocuğun kendisiyle bağ kurmuş ebeveynine itimat etmesi ve bir süre sonra uyarılmaya bile gerek olmadan, “içsel motivasyonla” o kuralı uygulamaya başlaması, davranışla sonuç arasındaki ilişkiyi özümsediğinin -hedefe ulaşıldığının- göstergesidir.
İçimdeki Engelleri Nasıl Aşabilirim?
Çocuğunu önemseyen ve onu doğru şekilde yetiştirmek isteyen bir ebeveyn olma yolunda bize rehberlik edecek ilkeler elbette çoğaltılabilir. Ancak genel hatlarıyla verilen bu hususlara dikkat eden anne babalar, emek ve zaman harcayıp sabırlı oldukları takdirde mutlaka yol alacaklardır. Bu noktada ilerlememizi engelleyen işlevsiz kaygı ve takıntılarımızı tespit edip bunlar üzerine çalışmaksa hayli önemlidir.
Ailede sevgi ve şefkat dengesini sağlama serüveninde karşımıza çıkan en büyük engel kendi çocukluk yaralarımız, yani destekleyici ebeveynlerle büyümemiş olmamızdır. Eğer küçükken negatif tutumlara maruz kalmışsak aynı kalıpları çocuğumuza da yansıtmamız muhtemel hale gelir. Bu konuya kafa yorup, gerekirse yardım almanın dönüştürücü etkisi ise oldukça fazladır.
Yoğun iş hayatı ve sorumluluklar arasında sıkışıp tükenmek, fiziksel ve zihinsel açıdan yorgun hissetmek de günümüz ebeveyn sorunları arasında yer alır. Yaşadığımız bu zorluk, sabır ve anlayış seviyemizi düşürüp bizi dilediğimiz gibi anne babalar olmaktan alıkoyabilir. Yakınlarımızdan ve uzmanlardan destek alıp, sorumluluklarımızı paylaşmaya başladıkça çocuğun hak ettiği zamanı ona ayırmamız da kolaylaştıracaktır.
İçinde bulunduğumuz algı yönetimi çağında, sosyal medya ve reklamlar yoluyla ekranlarda çizilen “mükemmel aile” imajları da, çocuğumuzu iyi yetiştirmekle ilgili kaygılarımızı artırıp tükenmemize neden olabilir. Diğer çocukların veya ailelerin ne durumda olduğuna takılmadan, kendi çocuğumuza daha yakından bakarak, onu tanımaya ve anlamaya çalışarak geçireceğimiz her saniye ise ilişkimizi güçlendirecek ve iyi ebeveynler olma yolcuğunda önümüzü açacaktır.
O’nun Tarzı
Söz konusu çocuklar olduğunda eşsiz bir sevgi ve şefkat gösteren, hata yapsalar bile onlara anlayışla yaklaşan, ne yapmaları gerektiğini sakince ve zarafetle açıklayan, onlara merhametle rehberlik eden Resûlullah Efendimiz’e dair şu rivayet hepimize örnek olacak niteliktedir:
Bir gün Ensar’dan birinin bahçesindeki hurma ağaçlarını taşlayan Rafî b. Amr isimli çocuk, bahçe sahibi tarafından yakalanır ve Resûlullah Efendimiz’in huzuruna getirilir. O kızmadan, sesini yükseltmeden;
– Yavrucuğum, niçin ağaçları taşlıyorsun, diye sorar. Bunun üzerine Rafî;
– Acıkmıştım ya Resûlallah, karnımı doyurmak için taşladım, cevabını verir. Bunun üzerine Efendimiz;
– Yavrum, bir daha acıkırsan ağaçları taşlama, altına düşenleri toplayıp ye, buyurur.