Aramak

Büyüklerin Sözleri

Bele Bağlı Taş

“Kibir, bele bağlanmış taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne de uçulur.”

(Hacı Bayram-ı Velî kuddise sırruhû)

Kibir, insanın kendini başkalarından daha faziletli, daha önemli, daha değerli görmesi veya öyle göstermeye çalışmasıdır. Şeytana mahsus hallerdendir. Kalbi öldüren âfetlerden, lânete uğramaya sebep manevî marazlardan biri, hatta en tehlikelisi olması hasebiyle âyet ve hadislerde şiddetle sakındırıldığımız bâtın haramlarındandır. Ekseriya enâniyetin; kişinin ilmi, ibadeti, serveti, nesebi, zekâsı, mevkii, fizikî görüntüsü ve benzeri hususlar ile mağrur olmasının tezâhürüdür. 

Böyleleri kimseleri beğenmez, herkesi küçümserler. Her şeyi en iyi bilenin, her meselede haklı olanın kendileri olduğuna inanırlar. Sırf kendi düşüncelerine aykırıdır diye hakikati kabûle yanaşmaz, öğüt almazlar. 

Kibir bazen de “aşağılık duygusu” denilen bir saplantının alâmetidir. Bu tür bir tekebbürle malûl olanlar, kendilerinde bulunmayan meziyetlerle övünmeye; tutum ve davranışlarıyla üstün, seçkin biri gibi görünmeye çalışırlar. Daha çok da başkalarının kusurunu nazara vererek, sürekli onları kınayarak, tenkid ederek, aşağılayarak yaparlar bunu. Kaba, küstah ve kırıcıdırlar. 

Öyle veya böyle, kibir kulun kendini ve Rabbi’ni bilmemesi gibi bir cehâletin, onu helâke sürükleyen bir aldanmanın eseridir. İnsanlar arasında ünsiyete, samimiyete, muhabbete mânidir. Yine de âfet olarak nitelenmesi, ayaklara vurulmuş bir pranga misâli, sırât-ı müstakîm üzere yürümeye, Hakk’a, hakîkate, hikmete, yönelmeye; böylece kişinin ıslâhına, arınmasına, tekâmülüne izin vermemesi sebebiyledir. 

Hacı Bayram-ı Velî kuddise sırruhû hazretleri, “Kibir bele bağlanmış bir taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne de uçulur” derken kibrin bu tehlikesine dikkat çeker. Kast-ı mahsusu, kibir illetinden kurtulmadıkça seyr ü sülûk yolunda mesâfe almanın mümkün olmadığını anlatmaktır. Zira kibir teslîmiyete mânidir. Mürşid-i kâmile tam bir itimat ve teslimiyetle bağlanmadıkça yol alınmaz. “Yüzmek”le maneviyat yolculuğundaki bâdirelerin aşılmasına, “uçmak” ile de bir makamdan diğerine yükselmeye işâret edilmiş olmalıdır ki sâlik, bele bağlanmış taş misâli kibir ağırlığıyla ne o bâdireleri aşabilecek ne de bir makâma yükselebilecektir. 

Ol sebepten meselâ Aziz Mahmud Hüdâyî gibi, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî gibi büyük velîler -Allah Teâlâ cümlesinin sırrını mübârek kılsın- yolun başında koşuldukları, mevki, ilim ve şöhretleriyle mütenâsip olmayan hizmetleri itirazsız, tereddütsüz îfâ eylemek suretiyle bellerindeki kibir taşını çözüp attıkları içindir ki kısa zamanda ve sâlimen menzîl-i maksutlarına vâsıl olabilmişlerdir.

Kibrin tekâmüle mânî olması sadece tasavvuf terbiyesine mahsus bir hâl değildir şüphesiz. Hemen her hususta insanın kendini aşmasına; iyiyi, doğruyu, güzeli, Hakk’ı ve hakikati aramasına engeldir. Nitekim Hacı Bayrâm-ı Velî kuddise sırruhû hazretlerinin kibri “yol almaya mânî bir taş”a teşbîhi Kur’ân-ı Kerîm’den mülhemdir. 

Yâsîn sûresinin 8 ve 9. âyet-i kerîmelerinde îmân etmemekte direnen müşrikler, inat ve kibirlerine atfen, “boyunlarına; çenelerine kadar dayanan demirden bukağılar geçirilmiş”, “önlerine ve arkalarına yüksek duvarlar çekilmiş” kimseler olarak tasvîr edilir. Boyunlarına geçirilmiş, çenelerine kadar dayanan demirden halkalar, kibirli insanların bir yandan hakîkat karşısında baş eğmeye mânî mağrur duruşlarını anlatırken, diğer yandan bir tasma gibi hakîkate mugâyir inanç veya ideolojilere köle olduklarına işâret etmektedir. Ön ve arkalarına çekilen setler ise kibrin yol açtığı ve ne geçmişten ibret almaya ne de geleceği düşünmeye imkân veren hakikat körlüğünden mecazdır. 

Hz. Mevlânâ kuddise sırruhû hazretleri de kibri, “ayaklara bağlanmış yüz batman ağırlığında bir bukağı”ya benzetir. Çoğu Müslüman bu yüzden kusurlarını itiraf edip onları düzeltme yoluna koyulmaz. Bazı kâfirler ise hakîkati görür fakat saf, câhil, geri kalmış diye yaftaladıkları müminlerle eşitlenmek nefslerine ağır geldiği yahut kınanmalarına sebep olacağı için onları o hakîkate ittibadan alıkor. 

Kibrin bu ve bunlara mümâsil âfetlerinden muhâfaza, tevâzûdadır. Müslüman, serveti ne kadar çok, ilmi ne kadar geniş, mevkii ne kadar yüksek olursa olsun asla kibirlenmez. Bilir ki yağmur misâli ilâhî rahmetin feyz ve bereketinden, başlarını kibirle sarp kayalar gibi yükseklerde tutanlar değil, gönüllerini alçakta tutanlar nasiplenir. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy