Ortadoğu’da Satrancı
Kim Kazanacak?
Necip Fazıl merhumun deyişiyle yumurtalarını pişirmek için dünyayı ateşe vermekten çekinmeyen lanetliler, yaklaşık iki yıldan bu yana Gazze’yi bombalıyor. Saldırılarda hayatını kaybedenlerin sayısı 60 bine ulaştı. Terör devleti İsrail’i bu süreçte maalesef kimse durduramadı. Bırakalım durdurmayı, Amerika ve İngiltere gibi ülkeler aksine teşvik etti. Gelinen noktada Gazze yerle bir oldu. “Acaba bir ateşkes söz konusu olur mu, Gazzeli mazlumlar az da olsa nefes alır mı?” diye düşünürken, peygamber katili alçakların temsilcileri bir cesaretle bu kez de İran’ı hedef aldı. Üst üste atılan füzelerle başkent Tahran’ı vuran “küçük şeytan” hiç de beklemediği bir tepkiyle karşılaştı. İran, içerisinde bulunduğu coğrafyada yaşanan gelişmelere dair çizdiği imajın aksine İsral’in “demir kubbe”sini deldi. Tel Aviv ve Hayfa’ya düşen füzeler, yönetim kademesinin bile sığınaklara saklanmasına neden oldu.
Bu satırları kaleme alırken iki ülke arasındaki savaş birbirlerine roket fırlatmak suretiyle devam ediyordu. Olan biteni on binlerce kilometre batıdan izleyen ve her an İsrail’e destek verecekmiş gibi duran ABD; on binlerce kilometre doğudan takip eden ve İran’ı açıktan destekleyecek gibi duran Çin; ayrıca Rusya ve tabii ki İngiltere savaş denklemine bir şekilde dâhil olacak gibi görünüyor.
Yaşananlarla ilgili pek çok iddia ortaya atılıyor. Kimileri bir tiyatro izlediğimizi söylüyor. Çünkü İsrail’in ve İran’daki rejimin bölgedeki varlığı birbirilerinin varlığıyla doğru orantılı. Bazıları da İran’da rejimin devrileceğini ve devrik şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin büyük oğlu Rıza Pehlevi’nin tıpkı Humeyni gibi ülkesine dönüp yönetimi ele alacağını anlatıyor.
Her ne olursa olsun, halihazırda bir 3. Dünya Savaşı’nın çıkma ihtimali son derece düşük. Ancak İran’ın kendisini dokunulmaz ve yenilmez gören İsrail’e biraz olsun had bildirmesi önemli. İsrail’le İran birbirine “şah” çekti. Önümüzdeki günlerde kimin “mat” olacağını hep birlikte göreceğiz.
Adrese Teslim Füzeler
Ne Anlama Geliyor?
İran ilginç bir ülke. Binlerce yıllık bir geleneğin mirasçısı olarak asırlardır Ortadoğu’da varlığını sürdürmeye devam ediyor. 1980-1988 arasında yaşanan Irak savaşından bu yana da İran’ı herhangi bir sıcak çatışmanın içerisinde de göremiyoruz. 1979’daki darbeden önceki dönemde 19. yüzyılda 1. Dünya Savaşı’na taraf olmayan ülke, 2. Dünya Savaşı’nda da Birleşik Krallık ve Sovyetler Birliği tarafından kısa bir süre işgal edildi. Rıza Şah’ın devrildiği bu olayın ardından Muhammed Rıza Pehlevi ülkenin başına geçti.
İdeolojik ve itikadî olarak da takiyye ve casusluk uzmanı bir ülkeden söz ediyoruz. Böylesine “temkinli” ve perde arkasında kalmayı karakter haline getirmiş İran’ın son birkaç yılda yaşadığı olaylar ister istemez akılda soru işareti bırakıyor. “Muktedir komutan” Kasım Süleymani’nin ABD tarafından ortadan kaldırılması, Lübnan’da desteklediği Hizbullah’ın son derece ilginç bir şekilde etkisiz hale getirilmesi ve lideri Nasrallah’ın öldürülmesi, Cumhurbaşkanı Reisi’nin şüpheli bir uçak kazasında hayatını kaybetmesi ve Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Haniyye’nin Tahran’da şehit edilmesi, İran’da bu kadar büyük zaafın nasıl olabileceği tartışmalarını gündeme getirdi. İsrail saldırılarında da Genelkurmay Başkanı ve Devrim Muhafızları Komutanı’nın yatak odasında vurulması tartışmaların şiddetini alevlendiriyor.
Aslında olan bitene çok da şaşırmamak lazım. Zira Humeyni devrimle iktidara geldikten bir yıl kadar sonra başlayan Irak savaşı sırasında yaşananlar, kalenin daha o zaman içten fethedildiğini gösteriyor. Sürekli İsrail istihbaratıyla ilişkili olduğu için İran’da tutuklanan birileri ile ilgili haberler düşüyor önümüze. Saddam Hüseyin’in başında bulunduğu Irak’la mücadele eden İran’ın askerleri ve istihbaratçıları İsrail tarafından eğitilmişti. Ne de güzel söylemiş eskiler: Hırsız içeride olunca kapı kilit tutmazmış. İran gibi bir ülke için şunu da sormak gerekiyor: Hırsız ya da hırsızlar ne kadar içeride ve tepelerde?
Batı İkiyüzlülükten Vazgeçmeyecek
Batı denilince aklımıza rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in tarihe geçen şu sözü geliyor: “Bunu hiç unutma evlat: Batı hiçbir zaman uygar olmamıştır. Ve bugünkü refahı; halen devam eden sömürgeciliği, döktüğü kan, akıttığı göz yaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur...” Eski dönemlerden bu yana kurduğu sömürü düzeni sayesinde zenginleşen; demokrasi, insan hakları ve özgürlükler gibi kavramların ardına sığınan Batılı devletler, şimdilerde sömürgeciliği post-modern yöntemlerle sürdürüyor. Ve maalesef, Avrupa Birliği gibi bir çatı kuruluşun dağılmanın eşiğine gelmesine, sözlerinin de hiçbir kıymeti olmamasına rağmen dünyada herhangi bir hadise yaşandığında “Acaba Avrupa ne diyor?” diye bakmak zorunda hissediyoruz kendimizi.
İsrail-İran savaşı için de aynı durum geçerli. Gazze’de masumlar vahşice katledilirken kılını bile kıpırdatmayan İngiltere, Fransa ve Almanya, İsrail vurulduğunda acil toplantı düzenliyorlar. Birlik olmaktan da o kadar yoksunlar ki tek ağızdan konuşamıyorlar. Almanya ve İngiltere aynı noktaya temas ediyor ve İran’ın nükleer silahı olmaması gerektiğini söylüyorlar. İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy, bu konuda son derece net olduklarını ifade ettikten sonra ülkesinin İran ile İsrail arasında müzakere yapılmasını beklediğini vurguluyor. Almanya Dışişleri Bakanı da İran’ın nükleer silahlarının ciddi bir tehdit olduğunun altını çiziyor. Fransa Dışişleri Bakanı da nükleer silahlarla ilgili benzeri cümleler sarfettikten sonra meselenin diplomasiyle çözülmesi gerektiğini aktarıyor.
Kimse de sor(a)mıyor: “İran’ın nükleer silahları tehdit de sizdeki nükleer silahlar tehdit değil mi?” İki yüzlülüğü her alanda dillere destan olan Avrupa, İsrail-İran savaşında kaç yüzü olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Orta çağ gibi bir karanlıktan kan dökerek çıkan sözde medeni Batılı liderler ve toplumlar, böyle devam ettikleri müddetçe kaybetmeye mahkum olacaklar.
İsrail-İran mı, ABD-Çin mi?
Soğuk Savaş Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla sona ermiş, 1991’den sonra Amerika Birleşik Devletleri tek güç olarak dünyaya hakim olmaya çalışmıştı. Bu sürecin perde arkasındaki asıl aktörü İngiltere ayrı bir bahis konusu. 1990’lı yıllarda varlığını ve etkisini hissettirmeye başlayan ABD, 11 Eylül saldırılarının sonrasında Afganistan’ı ve 2003’te Irak’ı işgal ederek yeni bir projeyi hayata geçirmeye çalıştı. Washington Ortadoğu ile uğraşırken, Kuzey’de Rusya güçlenmeye, Sovyetler Birliği dönemi kadar olmasa da belirleyici hale gelmeye başladı. Fakat göz ardı edilen başka bir ülke; Çin, Uzak Doğu’da kabuğunu kırarak resmen ABD’nin karşısına dikildi. Bugün Çin, 1 milyar 400 milyonu aşkın nüfusu, uluslararası ticaretteki ve teknolojideki etkisiyle, böyle giderse kısa bir süre sonra 2. Dünya Savaşı sonrasındaki Sovyetler Birliği’nin rolünü ele geçirebilir. Trilyonlarca dolar borcu olan ABD’nin en büyük korkusu da bu.
İran-İsrail savaşında da Çin’in Tahran yönetimine desteği net bir şekilde görülüyor. Pekin yönetimi aksini idda etse de İran uzun süredir Çin’den balistik füze sipariş ediyor. Yardımlar bununla da sınırlı değil. İsrail saldırıları başladıktan sonra Çin’den havalanan iki dev kargo uçağı radar kapatarak İran’a iniş yaptı. Trump, Uzak Doğu’dan herhangi bir yardım geleceğini beklemediğini söylese de İran’ın en büyük ticaret ortağı, İsrail’e karşı Tahran’a destek vereceğini açıkça deklare etti.
Rusya-Ukrayna savaşı başladığında da aynı iddia ortaya atılmıştı. ABD’nin, doğusunda meydana gelen olaylara kayıtsız kalmadığını, hatta senaryoyu yazıp bölgedeki gölgelerine uzattığını biliyoruz. Ama artık Rusya, İran ve onları destekleyen Şanghay İşbirliği Örgütü üyesi Çin de denkleme giriyor. Ve bu hikayede bundan sonra hiç bir şey ABD’nin planladığı şekilde olacak gibi görünmüyor.
Türkiye Kolay Lokma Değil
İçerisinde bulunduğumuz coğrafya tarihin pek çok döneminde gerilimlerin ve savaşların merkezi haline geldi. 1. Dünya Savaşı’nın sonrasında ise kurulan irili ufaklı devletler birbirilerine kırdırıldı. Böylelikle adına Ortadoğu denilen bu bölgede kaos uzun yıllar egemenliğini sürdürmeye devam etti. Özellikle 1948’de İsrail’in bir devlet örgütlenmesine dönüştürülmesi, söz konusu sürecin karakteristik bir özellik haline gelmesine neden oldu.
Maalesef bugün de benzeri bir tablo söz konusu. İsrail tabir yerindeyse canı sıkıldıkça başka bir ülkeye saldırıyor. Ve ateşin körüklendiği her anda Türkiye bir şekilde hedef tahtasına konulmak isteniyor. Sanki bütün mücadeleler tarihin omuzlarına yüklediği büyük bir mirasın temsilcisi olan Türkiye’yi ateş çemberinin içerisine sürüklemek için yapılıyor.
Terör devleti İsrail’in Gazze’den sonra İran’a da saldırması, yine aynı sorunun sorulmasına neden oldu: Sırada Türkiye mi var? ABD’nin 2003’te Irak’a saldırması ve ülkede iktidarın değişmesi, peşinden gerçekleşen Arap Baharı’yla birlikte Suriye’nin harabeye dönmesi ve uzun süre sonra Beşşar Esad’ın ülkeyi terk etmesi, şimdi de İran’ın vurulması yine aynı tartışmaları gündeme getirdi.
İsrail’in bölgede büyük bir devlet kurmak istediği hepimizin malumu. Bunca yıldır kan dökmesinin, kendi yapamadığı zaman terör örgütlerini desteklemesinin en önemli sebebi de bu. Türkiye’nin bir bölümü de kurmak istediği devletin sınırlarına giriyor. Fakat Türkiye, başka ülkelere muhtaç, kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacak ve bu nedenlerle birilerinin güdümüne girecek bir ülke değil artık. NATO’nun en büyük üçüncü ordusuna sahip, kendi silahlarını üreten ve artık bu konuda ihracat yapacak duruma gelen güçlü bir ülke var. İran saldırıları sırasında İsrailli bir gazetecinin söylediği şu söz hakikati en net şekilde ortaya koyuyor: “Türkiye isterse bir buçuk günde 300 bin kişilik bir orduyla İsrail sınırına gelir ve burayı dümdüz eder!”
Gazze’de Kâbus Devam Ediyor
Yaklaşık iki yıldır İsrail Gazze’yi vurmaya devam ediyor. 7 Ekim 2023’te başlayan işgal; bütün tepkilere ve protestolara rağmen en şiddetli şekilde kanlı yüzünü gösteriyor. Şehit edilenlerin sayısı resmi rakamlara göre 50 bini aştı. Yüzbinlerce çocuk ve masum sivil açlıkla mücadele ediyor. Ulaştırılmaya çalışılan yardımlara da el konuluyor. Yaşanan soykırımla ilgili farkındalık oluşturmaya çalışan bir grup, çapı küçük fakat etkisi büyük eylemi nedeniyle tutuklanıyor. Üstelik bütün olan biten dünyanın gözleri önünde yaşanıyor. İran’ın attığı füzeleri ağzına dolayan ABD Başkanı, söz konusu Gazze olduğunda sesini bile çıkarmıyor. Neredeyse iki yıldır Gazze’de hastaneleri, sığınma kamplarını, okulları ve evleri yerle bir eden terör devleti İsrail, bomba kendi ülkesinde bir hastaneye düştüğünde uluslararası kamuoyunu harekete geçmeye çağırıyor. Elinde meşale, mazlumları yakmaya çalışan peygamber katili neslin torunları, kıvılcım kendi üzerine sıçradığında ortalığı ayağa kaldırıyor.
Gazze ve daha genel anlamda Filistin meselesinde hakkı yenen ülke Türkiye. Zalimlerin ve katillerin gözlerinin içine bakarak en gür sesle “katilsiniz” diyen Türkiye, görünen ve görünmeyen yollarla Gazze’ye desteğini sürdürüyor.
Ancak, daha önce de bu köşede ifade ettiğim gibi her şeyin bir zamanı var. Savaşın da mücadelenin de... Birileri Türkiye’yi sessiz ve hareketsiz kalmakla suçlasa da umuyor ve bekliyoruz ki, yalnızca Filistin’e değil, dünyanın tüm mazlum coğrafyalarına huzur Türkiye’nin eliyle gelecek. Tarihin her döneminde olduğu gibi; bir elinde adaletin kılıcı, diğer elinde İslâm’ın sancağı ve sırtında kefeniyle İlâ-yı Kelimetullah için, adalet için binlerce kilometre at koşturan kahramanların torunları duyacak mazlumun sesini. Kimsenin kuşkusu olmasın, vakti geldiğinde Allah’ın balyozu zalimlerin tepelerine o nesillerin eliyle inecek. İnşallah...