Altın Öğütler
Mevlânâ Halid-i Bağdadî kuddise sırruhû kardeşi Mahmud Sahib kuddise sırruhû’ya gönderdiği bir mektubunda şu nasihatlerde bulunmuştur:
Gıybetini yapsalar dahi sen kimsenin gıybetini yapma. Hiç kimsenin dünya malından bir şey alma. Şeriatın alınmasını helal kıldığını al ve onu hayır yollarda harca. Mümin kardeşlerin aç ve yoksul durumda bulunurken nefsin için harcama yaparak lezzetlenme. Kesinlikle yalan söyleme, hiç kimseyi hakir görme, hiç kimseden nefsinin üstün olduğunu düşünme. Kalbî ve bedenî ibadetlerde bütün kuvvetini sarf et.
Bunun yanında nefsine hiçbir zaman makbul olacak hayır işlemedim düşüncesini kabul ettir. Çünkü ibadetlerin ruhu niyettir. Niyet ise ancak ihlâs ile mümkündür. Senden daha büyük olanlara ihlâs gerekiyorken sana nasıl gerekmesin? Allah Teâlâ’ya yemin ederim ki annem beni doğurduktan bugüne kadar, Allah katında makbul ve muteber olup, hesabı sorulmayacak bir tek hayır işlediğime inanmıyorum.
Eğer kendi nefsini bütün hayır işlerinde iflas etmiş olarak görmüyorsan, bu halin cehaletin en son noktasıdır. Eğer iflas etmiş olarak biliyorsan Yüce Allah’ın rahmetinden ümitsiz olma. Çünkü kul için O’nun rahmeti ins ve cinlerin amellerinden hayırlıdır. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
“De ki: Allah’ın lütfuyla, rahmetiyle; evet ancak onunla ferahlansınlar. Bu onların toplayıp yığdıklarından hayırlıdır.” (Yûnus 58)
İbn Abbas radıyallahu anh bu ayet-i kerimenin tefsirinde “onların topladıkları” lafzının “yapıp ettikleri” manasına geldiğini söyler. Şeytanın akıllarıyla oynadığı kişiler gibi Allah Teâlâ’nın mağfiretine güvenerek ibadetleri de terk etme. Kalp zikriyle murakabeye devam et. Yolda yürürken dahi ondan ayrılma.
Bütün işlerinde Allah Teâlâ’nın güç ve kuvvetine yapış. Sâdâtların ruhaniyetine sıkı tutun. Âlimlere ve Kur’an-ı Kerim hafızlarına ikram ve hürmet eyle. Yapabildiğince Kur’an-ı Kerim okumakla meşgul ol. Fıkıh ve hadis ilimlerine diğer ilimlerden fazla çalış.
Zâhirî işlerle meşgul olurken kalbin huzurdan uzaklaşması, meşrebinin darlığının ve zayıf olmasının alametidir. Teheccüd, işrak, kuşluk, evvâbin gibi nafileleri bırakma. Devamlı abdestli bulun, az uyu. Senden talep etseler bile hüküm sahibi hiçbir emirin işine girme.
Müslümanların imamının sâlih olmasına ve halkının da ıslah olmasına dua et. İslâm’ın düşmanların üzerine galip gelmesini Allah Teâlâ’dan talep eyle. Kendi varlığını terk ederek, güç ve takatini Allah Teâlâ’nın ibadetine sarf etmeye, yanında bulunan mal ile kanaat etmeye ve Makam-ı Mahmud Sahibi’nin (Yüce Allah’ın salât ve selamları O’nun âline ve ashabının üzerine ebedü’l-ebede kadar devam etsin) sünnetine sıkıca tutunmaya çalış.
Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
Şükrün Tek Yolu
İmam-ı Rabbânî kuddise sırruhû bir mektubunda şöyle yazmıştır:
Kuşkusuz akıl, hiç düşünmeden nimet verene teşekkür ve saygının gerekli olduğuna hükmeder. Şu halde gerçek nimet verici olan Hak Sübhânehû’ya şükretmemizin ve O’na hürmet etmemizin gerekliliği akılla sabit, apaçık bir hükümdür. Bir yandan Hak Sübhânehû son derece yüce ve noksanlıklardan pâk olduğu için, bir yandan da biz kullar noksanlıklarla kuşatılmış âciz varlıklar olduğumuz için O’nunla doğrudan münasebet kuramamakta ve O’na nasıl şükredileceğini bilemiyoruz. Nitekim insanlar çoğu defa Allah Teâlâ’yı yüceltmek için bazı ifadeler kullanırlar, ama bunlar Cenâb-ı Hak katında yakışıksız şeyler olabiliyor. İnsan bir şeyin Yüce Allah’a karşı hürmet ifade ettiğini düşündüğü halde gerçekte o şey hürmetsizlik ifade edebilir. İnsanlar Allah Teâlâ’ya nasıl hürmet edeceklerini yine O’dan öğrenmedikleri müddetçe O’na gereği gibi hürmet edemezler. İnsanların kendi kendilerine buldukları övgü ifadeleri belki Allah katında yergi ifade edebilir.
İşte hak din İslâm, Yüce Allah’tan alınan hürmet ifade ve şekillerinin ta kendisidir. İster kalple yapılan ibadetler olsun, ister dille, ister diğer azalarımızla icra edilen ibadetler olsun; bunların hepsinin gerek şartları gerekse kuralları dinimiz tarafından belirlenmiş ve dinimizi tebliğ eden Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem tarafından ayrıntılı biçimde açıklanmıştır.
Gerek kalple gerekse bedenle, gerek inançla gerekse amelle ilgili olan her türlü şükür ifadesi dinî hükümlerle sınırlıdır. Şeriatın çizdiği sınırlara uymadan yapılan hiçbir ibadet ve tazim makbul değildir, kabul görmez. Aksine, böyle bir ibadet ters sonuçlar doğurur. Kulun bu manada iyilik kabul ettiği bir şey gerçekte kötülüğün ta kendisi olabilir.
Bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere Yüce Allah’a şükretmek gerekli olduğu gibi, şeriata göre hareket etmek de aklî bir zorunluluk olmakta ve şeriatın hudutları dışında Allah Teâlâ’ya şükretmenin imkânsızlığı anlaşılmaktadır.
Şeriatın iki ana kısmı vardır: Biri inanç kısmı, diğeri uygulama kısmı. Şeriatın inanç boyutu dinin aslını ve temelini oluştururken, uygulama boyutu da ayrıntılarını ve dallarını oluşturur. Dinin itikad tarafını ihmal eden kimsenin âhiret azabından kurtulması imkânsızdır. Amel tarafını ihmal eden kimsenin işi ise Yüce Allah’a kalmıştır. Dilerse onu affeder dilerse günahı kadar cezalandırır.
Fakat cehennemde ebedî kalmak, dinin itikad tarafını ihmal edenlere ve dine ait olduğu kesin olarak bilinen hükümleri (zarûrât-ı diniyyeyi) inkâr eden kimselere mahsus bir cezadır. Şeriatın amel tarafında kusuru olan kimseler, her ne kadar Allah Teâlâ’nın azabına maruz kalabilirlerse de bu azap ebedî olmayacaktır.