İslâm’ın Özü
“Dört hadis var ki, bir kimsenin iyi bir Müslüman olması, dinini iyi bir şekilde yaşaması için kâfidir.’’
İslâm tarihinde pek çok âlim, bazı ayetleri, sureleri veya hadisleri, ihtiva ettikleri anlam derinliği ve kapsamı itibarıyla “İslâm’ın özü” olarak nitelendirmiştir. Bu âlimlerden biri de büyük hadis imamı Ebu Dâvud rahmetullahi aleyh’tir. Bu zât, Kütüb-ü Sitte’den yani Kur’an’dan sonra kaynak olarak en çok itibar edilen altı hadis kitabından biri olan “Sünen” adlı eserin müellifidir. Bu büyük imamın hadislerle ilgili söylediği şeyler, başka pek çok âlimin söylediklerinden daha çok dikkate şayandır.
Ebu Dâvud Sicistânî hazretleri bu kitabın mukaddimesinde şöyle buyurur: “Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek hadis-i şeriflerinden beş yüz binini ezberledim. Bunlardan seçmek suretiyle kitabıma dört bin sekiz yüz adedini yazdım. Bu hadis-i şerifler içinde dört hadis var ki, bir kimsenin iyi bir Müslüman olması, dinini iyi bir şekilde yaşaması için kâfidir.’’
İmam Ebu Dâvud’un sözünü ettiği hadisler şunlardır:
Niçin yapıyorum?
1. “Ameller niyete göredir. Herkes sadece niyetinin karşılığını alır. Kim Allah ve Resûlü için hicret ederse, hicreti Allah ve Resûlü’nedir. Kim de erişeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadından dolayı hicret ederse, onun hicreti de hicretine sebep olan şeyedir.” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 1; Müslim, İmâre 155)
Hz. Ömer radıyallahu anh Efendimiz’den nakledilen bu hadis, ilk sırada yer almaktadır. Mekke’den Medine’ye evlenmek istediği bir kadının peşinden gelen kişinin yolculuğunun hicret olup olmaması hakkında sahabe arasında söz çıkınca, konu Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e intikal eder. O da konu hakkında bütün Müslümanlar için kıyamete kadar rehber olacak bu sözleri irad buyurur.
Pek çok âlim, kitabına bu hadisi serlevha olarak yazmaktadır. İnsanın yaptığı bütün davranışların bir amacı vardır. Niyet olarak tanımlanan bu amaç davranışın Allah katındaki değerini belirler. Bütün fiillerimizi etkilemesi bakımından bu hadis kadar derin ve kapsamlı olanı yoktur.
Rahmetli Şeyh Seyyid Abdülbaki hazretleri başta olmak üzere büyüklerimizin sohbetlerinde sıkça duyduğumuz niyete dikkat çeken sözler, bu amaçla dile getirilmiştir. Dünya hukuk tarihi açısından da bu hadisin özel bir yeri vardır. İlk defa hukukta niyete, amaca önem veren İslâm hukukunun bu özelliği, daha sonraları diğer hukuk sistemleri tarafından da benimsenmiştir.
Niyet o kadar kıymetlidir ki sıradan bir işi ibadete çevirebilir. Mesela yemek içmek mübah olan davranışlardır. Ancak kişi yemeden içmeden önce bunu Allah’a daha iyi kulluk yapabilmek, bunun için güç kazanmak gibi bir niyetle yaparsa yemesi ibadet olur. Böylece hem dünyevî fayda hem de uhrevî kazanç sağlar. Uyumak, gezmek, dinlenmek de böyledir. Bu sebeple niyet dokunduğunu altına çeviren sihirli bir değnek gibidir.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, “müminin niyeti amelinden üstündür” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, V, 185) buyurur. Niyet halis olursa ameldeki kusurlar bağışlanır. Bir başka hadiste Efendimiz, “Kim bir iyilik yapmak ister de (imkân bulup) yapamazsa, Cenâb-ı Hak bunu yapılmış mükemmel bir iyilik olarak kaydeder” (Buhârî, Rikāk, 31; Müslim, Îmân, 207, 259) buyurmaktadır. Bu nedenle daima iyi niyetler kurarak hareket etmeli, yapma imkanı bulunamasa da ecrinden istifade etmelidir. Zaten insan kalbini, aklını şeytanın şerrinden, nefsin iğvasından başka türlü koruyamaz.
Seyyid Abdülbaki hazretlerinin “biz her sene hacca niyet ediyoruz” dediğini hatırlıyorum. Büyükleri büyük yapan şeylerden biri de budur işte. Her zaman güzel niyetlerle hayatı yaşamak, ânı değerlendirmenin en güzel ve en kolay yoludur. Kalbi, aklı böyle güzel bir halde tutmanın yolu da onu başka duygu ve düşüncelerle meşgul edecek kişilerden, ortamlardan, işlerden uzak tutmaktan geçer.
Niyet kalp ile yapılan bir ameldir. Halis bir niyet ancak selim kalpten sâdır olur. O halde kalbin selim olmasını sağlamak için ne gerekiyorsa yapmak lazımdır. Gafletten, mâsivâdan, manevi hastalıklardan kurtulmadıkça kalp selim hale gelmez. Selim olmadıkça da halis niyet olmaz. Büyüklerin kalp ve maneviyatı merkeze alan din anlayışının ne kadar hayatî olduğunu buradan anlamak mümkündür.
Bize verilen en kıymetli sermaye ömürdür. Onu mutlaka dünya ve âhiret faydası için kullanmak zorundayız. Hayatımızdan boş işleri ne kadar çıkarırsak o kadar sâlih amele yer açılır, güzel Müslüman olunur. Allah da kulundan razı olur.
Kimin için istiyorum?
2. “Sizden biriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71-72. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 59; Nesâî, Îmân 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime 9)
Enes b. Mâlik radıyallahu anh hazretlerinden rivayet edilen bu hadisi bazı müellifler “kâmil manada iman etmiş olmaz” şeklinde mahiyetine uygun olarak tercüme ederler.
Müslümanların kardeşlik anlayışının temelini teşkil eden bu hadis üzerinde düşününce, günümüz Müslümanlarının hal-i pür melâlinin, perişanlığının sebebi daha iyi anlaşılmaktadır. Bu ahlâkın bir kademe üstü, kardeşini kendisine tercih etmek olarak Kur’an’da övülen “îsâr” ahlâkıdır.
Maalesef İslâm dünyası çeşitli ideolojilerin, fikirlerin peşine düşüp kendi öz anlayışını terk edince, Kur’an’ın ve Sünnet’in anlattığı kardeşlikten uzaklaşınca daha perişan olmuş, bir avuç Yahudiye karşı koyamaz hale gelmiş, rezil rüsva olmuştur. Müslümanların arasını bozan, ayrıştıran, ötekileştiren kim varsa, anlı şanlı bir âlim bile olsa, İslâm’a ve Müslümanlara zarar verdiğini anlamak ve ona göre davranmak gerekir.
Ne yazık ki, günümüzde İslâm ahlâkını en üst düzeyde yaşamayı tavsiye eden ve yaşadığı düşünülen bazı cemaatlerin ayrışıp hasım haline gelmesi, kardeşlik hukukunu toplumsal düzeyde sürdürmenin göründüğü kadar kolay olmadığını gösterdiği gibi son derece üzücüdür.
Zamanla farklı durumların ortaya çıkması, farklı anlayışların tercih edilmesi, yıllarca birbirini kardeş olarak görmüş insanların ayrışmasına hatta hasımlaşmasına gerekçe olmamalıdır. Konuşup anlaşarak bir yol bulmak yerine itham ederek kardeşliğe zarar verecek davranışlar içinde olmak kadar Allah katında büyük günah ve vebal yoktur denilebilir.
Sakınıyor muyum?
3. “Helal belli, haram bellidir. Bunların arasında şüpheli şeyler vardır ki çoğu insan bunları bilmez. Kim şüpheli şeylerden kaçınırsa dinini ve namusunu korumuş olur. Kim şüpheli şeyleri işlerse harama düşer. Tıpkı sürüsünü yasak koruluğun etrafında güden çoban gibi. Koyunları her an yasak koruluğa kayabilir. Bilesiniz! Vücutta bir et parçası vardır, o sıhhatli oldu mu vücudun tamamı sıhhatlidir. O bozuldu mu vücudun tamamı sıhhatini kaybeder. İşte o et parçası kalptir.’’ (Buhârî, Îmân 39; Müslim, Müsâkât 107)
Helal haram hassasiyeti bir Müslümanın olmazsa olmazıdır. Ama bu hadis bize şüpheli şeylerle ilgili bir şey söylemektedir. Şüpheli şey nedir, ne değildir? Avam için, hakkında âlimlerin ortak bir kanaat oluşturamadığı veya çoğunluğun benimsemediği şeydir. Şüpheli şey, hakkında fetva bulunmayan şey anlamına gelmez. Çünkü her şey hakkında olumlu veya olumsuz bir hüküm söylenmektedir. Hakkında birilerinin söylediği bu hüküm, meseleyi şüpheli olmaktan çıkarmaz. Bu gibi durumlarda bazı âlimler fetva verseler de bir zorunluluk yoksa ihtiyatlı olanı tercih etmek icap eder. İşte bu tavır şüpheli şeylerden kaçınma tavrıdır, müminin tavrıdır.
Bununla birlikte ilim erbabı için, şüpheli kavramının tanımı biraz farklıdır. İlim ehli konuyu araştırıp bir şer’î hükme ulaşınca, onun açısından şüphe sona erer. Avam için en güvenli yol, çoğunluğun benimsediği yoldur. Bununla birlikte kişi ilmine ve takvasına güvendiği âlimlerin görüşüne de uyabilir. Bunda da bir mahzur yoktur.
Zikredilen bu hadiste dikkat çekici esas husus, helal haramla ve şüpheli şeylerle kalp arasında kurulan ilişkidir. Burada halkın konuyla ilgili bir yanlış anlayışını da düzeltmek gerekiyor. Sadece olaya haram lokma, haram gıda olarak bakmamak lazım. Haram lokma nasıl kalbi etkiliyorsa, haram fiiller de kalbi etkiliyor. Kötü söz, kötü fiil de kalbi mahvediyor. Sadece yerken içerken değil, her davranışımızda özenli olmak zorundayız. Konuşurken de davranışlarımızda da en iyisini, en güzelini seçmek zorundayız.
Ne yapıyorum?
4. “Bir kimsenin, mâlâyâniyi (boş şeyleri) terk etmesi, onun Müslümanlığının güzel olduğunu gösteren alametlerdendir.’’ (Tirmizi, Zühd 11; İbn Mace, Fiten 12)
Bu hadis-i şerif, bireysel hayatımıza rehberlik yapacak en güzel ilkelerden birini dile getirir. Fakat bu aynı zamanda gerçekleştirmesi en zor olan ilkelerden biridir. Boş şeyler hayatımızı o kadar kuşatmıştır ki, kurtulmak çok çaba gerektirir.
Boş şey nedir? Kişinin ne dünyasına ne de âhiretine fayda sağlayan şeydir. Sabahtan akşama kadar futbol ya da siyaset konuşmak, telefon veya bilgisayar başında saatlerce kalmak en yaygın boş işlerdir. İnsanlar bazen bu gibi şeyler için birbirlerini gereksiz yere üzerler hatta kan bile akıtırlar maalesef. Halbuki bize verilen en kıymetli sermaye ömürdür. Onu mutlaka dünya ve âhiret faydası için kullanmak zorundayız. Hayatımızdan boş işleri ne kadar çıkarırsak o kadar sâlih amele yer açılır, güzel Müslüman olunur. Allah da kulundan razı olur.
Hakikaten İmam Ebu Dâvud hazretlerinin dediği gibi, şu dört hadisi hayatımıza rehber edinmeyi başarabilsek ebedi saadeti elde edebiliriz. Kim ne derse desin, din adına ne konuşursa konuşsun, akıllı bir Müslüman için bu hadislerde dile getirilen ilkeler, hak ve hakikatin yanılmaz ölçüsüdür. Bunlara uymayan bir şey duyar veya görürseniz uzak durun; dininizi, imanınızı koruyun. Bizim için ölçü Kur’an ve Sünnet’tir. Bu ölçülere uymayanlara uyulmaz.