ARŞİVDEN
Konya Darülmuallimîn Müdürü Ahmed Besim / İslâm Mecmuası / Yıl 1, Sayı 13, Cilt 2 / 7 Ramazan 1332 [30 Temmuz 1914]
Ahlâkın önemi ve faydalarından uzun uzadıya bahsetmeden önce, toplum hayatında ne kadar büyük etkisi olduğunu gösteren Enfâl suresinin elli üçüncü âyet-i kerîmesini tercüme etmeyi münasip gördüm: “Cenâb-ı Hak, bir kavme vermiş olduğu nimeti, o kavim kendilerini bozmadıkça bozmaz.” Bu âyet-i celîle ne büyük bir ahlâkî ve toplumsal ilkedir! Arapları zaferden zafere koşturan, şandan şana yücelten şey, sağlam bir din ve ahlâktı.
Türkleri Hint denizlerinde, Viyana önlerinde fâtihler olarak bulunduran kuvvet şüphesiz ahlâk idi.
Sahabe-i kiramın, Hulefâ-yı Râşidîn’in saf ve mukaddes ahlâkları İslâm’ı dünyanın her tarafına yaydı. İslâm ahlâkı saf ve zinde bulundukça müslümanlar da kuvvetli ve zinde idi. İslâm dünyası da güçlü ve canlı idi. Mağlup milletlerin kokuşmuş ahlâklarını emmeye başlayan müslümanlar, teknik ilerlemeleri kadar süratle alçalmakta gecikmediler.
Bir avuç mücahidin fethettiği güzel Endülüs’ü otuz milyonluk koca bir millet muhafaza edemedi. Nasıl ki kırk babayiğidin açtıkları Rumeli’yi kırk milyona yakın Osmanlı muhafaza edemeyecek hale geldi ve kaybetti. Dün İspanya’dan kovulan müslümanlar bugün de Rumeli’den çıkarılıyor. Dün batıda karanlıklara yenik düşen Hak ışığı bugün de şarktan çekiliyor. Ne hazin manzara! Size tarihten daha pek çok misaller getirebilirim.
Roma’nın başarıları, cihangirliği ne sayede idi? Çelik gibi bir ahlâk, demir gibi bir vatanperverlik sayesinde değil miydi? O ahlâk Roma İmparatorluğu’nu, Roma medeniyetini, ihtişam ve saltanatını meydana getirdi. Vatanı yolunda kendini ateşe atanlar, çiftçiliği milletvekili olmaya tercih edenler bulundukça Roma yükseldi. Fakat o ahlâkî sağlamlık çürümeye yüz tutar tutmaz Roma da yıkıldı, söndü.
Ülkesini kalelerle güven altına almak isteyen bir şark padişahının veziri “Milletin kalbini sağlamlaştır.” diyordu.
Hz. Ömer radıyallahu anh zamanında Nihâvend Muharebesi’nde kaçmamak için birbirlerine zincirlerle bağlanan demir zırhlara bürünmüş İran askerleri, müslümanların yalın kılıçları karşısında yerlere serildi. Bir askerin kalbi, ahlâkı bozulursa onları demir zincirler de durduramaz. “Beni düşmana bırakma, kurtar!” diye feryat eden öksüzleri, genç kızları tekmeleyerek kaçan bugünkü biz Osmanlılarla; Niğbolu, Varna, Kosova zaferlerini kazanan, ateşe, süngüye göğsünü açarak koşan eski Osmanlılar arasında âdil bir karşılaştırma yapabiliriz?
Ahlâksız bir millet insanlığın çürük bir uzvu demektir. Mutlaka o uzuv ya işe yaramaz hale gelir veya ameliyatla kesilip atılır. Çürüyen bir meyve kendini ağaç üzerinde tutmaz, düşer, parça parça olur.
Ahlâklı bir millet saadet ve huzur içinde yaşadığı gibi, ahlâksız bir millet de ızdırap ve sefalet içinde kıvranır durur.
Medeniyet ve hakikatli bir eğitim ahlâk sayesinde doğmuş ve ahlâkla orantılı şekilde hareket etmiştir. Ceza kanunlarının durduramayacağı, haberdar olamayacağı pek çok şey vardır ki onları ancak ahlâk kanunları durdurabilir. Ahlâk, pek çok kötülüğün ortaya çıkmasında adeta zabıta vazifesi görür.
İnsanlık ve bilhassa İslâmiyet ahlâkla yükselir; çünkü İslâmiyet demek güzel ahlâk demektir. Şunu iyi bilmelidir ki etrafımızda gördüğümüz bütün medenî ve yüksek ilkeler hep ahlâkın feyiz dolu buluşlarıdır. İnsanlığın geleceği ve varlığını devam ettirmesinde ahlâk ilimden çok önce gelir.
Doğuda ve batıda ortaya çıkmış kötülüklerin büyük bir kısmının kaynağını, ahlâksız bilginlerin ve bilimcilerin düzenbazlıklarında buluruz. Tarih buna güzel bir şahittir. Rousseau, ahlâksız âlimden insanlığa bir fayda gelemeyeceğini, aksine zararlı icatlar yapacağını ve ahlâkın ilme tercih edilmesi gerektiğini söylüyor.
Mahrûm-ı fezâil olur elbette edânî
Ahlâk ile insan olur ancak müteâlî.
(Alçaklar faziletlerden mahrumdur / Ahlâk ile ilerler ancak insan.)