Aramak

Kalpten Kalbe Yol Vardır

Cenâb-ı Mevlâ müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.”(Tevbe119)

Ayet-i kerime müminlere hitap ederek Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarına riayet hususunda O’ndan korkmalarını emretmektedir. Sonra iman ehline ebedi saadet bahşedecek bir yol göstermekte; imanlarında, sözlerinde, işlerinde ve akitlerinde sâdık ve dosdoğru olan Allah’ın seçkin kullarıyla beraber olmalarını, dostluk ve yarenlik etmelerini tavsiye etmektedir. İşte bu beraberliğin adı “sohbet”tir.

“Sohbet” ile “sahabe” kelimeleri aynı kökten gelir. Sahabe efendilerimiz –Allah onlardan razı olsun- büyük bir teslimiyet, muhabbet, edep ve hürmetle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin saadetli huzurunda bulundular. Sanki başlarında bir kuş varmış da, kıpırdayınca uçacakmışçasına pür dikkat O’nu dinlediler. Akıl, kalp, ruh ve diğer bütün lâtifeleri O’ndan akseden feyz ve muhabbet nurlarıyla yıkandı. Kalpleri Allah’a döndü. Mübarek vücutları, basiretleri ve lâtifeleri katılıktan kurtulup inceldi, letâfet kazandı. Cenneti cehennemi görüyormuş gibi bir hale yükseldiler. Neredeyse meleklerle musafaha edecek duruma geldiler. (Müslim, Tevbe 12)

Sahabi efendilerimiz, Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve selleme yakınlıkla öyle manevi bir hale ulaştılar ki, İmam-ı Rabbânî hazretlerinin de buyurduğu üzere, sonraki büyük velîler bile hiçbir sahabe makamına tam olarak ulaşamaz.

Bu sebeple Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellemin bir dakika nazarında kalmak veya sohbetinde bulunmak senelerce sürecek seyr ü sülûktan üstün görülmüştür.

Sohbet yalnızca dinî konuşma ve nasihatten ibaret değildir. Sohbette halin muhataba yansıması vardır. Kalpten kalbe giden bir yol vardır. Aşk vardır, muhabbet vardır. Kâmil Hak dostlarının bir nazarıyla kalplerin dönüşmesi vardır. Zulmetten nura akış vardır. Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin manevi huzuru vardır. Meleklerin dua ve tasarrufları vardır. Hak Teâlâ Hazretleri’nin inayet, ihsan ve tecellileri vardır. Evliyanın huzur ve nisbeti yani manevi bağı vardır.

Sohbet halkalarını tertip eden Hz. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizdir. Sâdât-ı Kiram hazretlerinin yolu da “sohbet” yoludur. Onlar, hak yolun yolcularını maddi manevi beraberlikle, yani sohbetle irşad eder. Onların meclisine edep, ihlâs ve muhabbetle giren ve bir de kusurlarının nedameti içinde boynu bükük giren kimse katiyen eli boş çıkmaz. Çıkarken iliklerine kadar muhabbetle dolduğunu çoğu kez hisseder. Kâmil zatların meclisinde birkaç dakika oturmak, onlarla birkaç adım yürümek, çorbalarından bir yudum içmek, arkalarında bir vakit namaz kılmak büyük bir saadettir. Sûfîler bunun kıymetini lâyıkı veçhiyle ancak ahirette anlayacaktır.

Yukarıda anlatıldığı üzere sohbete katılan bir müridin gönlünden dünyanın kiri pası temizlenir. Kalbi Allah ve Resûlü’nün sevgisiyle dolup taşar. Mürşidini, mürşidinin sofilerini, köyünü, bağını, bahçesini, ahırdaki hayvanlarına kadar her şeyini sever. Onları sevdikçe Allah ve Resûlü’nün sevgisi, ahiret sevgisi daha da artar. İnsanları ve diğer mahlûkatı sever. Sevince de onlara güzel muamele eder. Sâdât-ı Kiram hazretleri bir sohbetlerinde şöyle buyurdu:

“Sohbet muhabbet verir. Sofiler sohbeti râbıta ile dinlerlerse o meclise rahmet yağar. Rahmet muhabbeti celbeder. Muhabbet sâlih amele vesile olur. Sâlih amel de insanı Allah Teâlâ’ya yaklaştırır. Muhabbet olmazsa insan hiçbir şey yapamaz. Benzini bitmiş araba gibi yolda kalır.”

Yani adaba uygun şekilde icra edilen bir sohbette feyz, bereket, himmet ve Sâdât-ı Kiram hazretlerinin nisbeti vardır.

Eğer bir sohbetten feyz ve muhabbet alınamıyorsa, o sohbette şu üç kusurdan biri ya da bir kaçı vardır:

  • Sohbet eden kişi kendi nefsinden konuşuyordur yani gafildir. Allah Teâlâ’nın rahmetine, Sâdât-ı Kiram’ın himmetine yönelmemiştir.
  • Cemaat benzer şekilde gaflet içindedir ve adabı gözetmeksizin mecliste bulunmaktadır. Kalpler dağınık, beklentiler farklıdır. Allah Teâlâ’nın rahmetine, Sâdât-ı Kiram’ın feyzine yönelmemişlerdir.
  • Cemaat, sohbette bahsi geçen konularda birbirlerinin eksiklerini görme gayretindedir. Yani “şu anlatılan şunun eksiği, bu da bunun eksiği” deyip nefsine toz kondurmamakta, adeta herkes topu birine atmaktadır.

Bu gibi arızalar sebebiyle sohbet eden ve sohbet dinleyen kimseler çok dikkatli olmalıdır. Öncelikle sohbet eden kendisini aciz ve kusurlu görmelidir. Hitap ettiği kimselerden üstün olduğunu düşünmek bir yana, kendisini o meclisteki en günahkâr kişi olarak bilmelidir. Şayet anlattıklarını tam olarak yaşayamıyorsa kendi nefsini de cemaatin arasına koyup ona da sohbet etmelidir. Ahiretini kurtarma hususunda kendi adına endişeli olmalı, cemaati Allah Teâlâ’ya daha yakın görmelidir. Cenâb-ı Hakk’ın kendisini de cemaatin hatırına affedebileceğini ummalıdır. “Şu zavallılara sohbet edeyim de doğru yolu bulsunlar” edasıyla öne çıkan bir kimse, o sohbeti de kendisini de ziyan etmiş demektir. Şayet kalbine bir anlık üstünlük vesvesesi gelirse o anda istiğfar etmelidir. Hadis-i şerifte şöyle buyruluyor: “Şüphesiz Allah, bu dini fâcir adamla da destekler ve takviye eder.” (Buhârî, Cihad 182)

Hz. Huzeyfe radıyallahu anh namaz kıldırırken bir an kalbinden; “Bu cemaatin içinde imamlık hususunda benden daha liyakatlisi yok” şeklinde bir düşünce geçtiği için ömrü boyunca bir daha namaz kıldırmamıştır. İmam Gazâlî hazretleri ilmî kibrini kıran ve tevazuunu artıran Hz. Huzeyfe radıyallahu anh gibi zatların zamanın sıddîki olduklarını ve böylelerinin yüzüne bakmanın dahi sevap olduğunu belirtir.

Sohbeti dinlemeye gelen cemaat daha evinden çıkarken Allah rızasına niyet etmeli, edepli bir şekilde oturmalı ve katiyen başka bir işle meşgul olmamalı, telefonuyla oynamamalı, yanındaki yöresindeki kişilerle konuşmamalıdır. Kürsüde konuşan kim olursa olsun sanki orada Hz. Resulullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem konuşuyor, Sâdât-ı Kiram Hazretleri konuşuyor gibi râbıtayla dinlemelidir. Bildiği bir konu olsa dahi ilk defa duyuyormuş gibi dinleyip istifade etmelidir. Şayet zihni hocanın anlattığı kusurlara uygun birilerini aramakla meşgulse, artık insaf edip hastalığının ileri dereceye vardığını kabul etmeli ve bütün gücüyle tövbe edip seyr ü sülûke yönelmelidir.

Tevfik ve inayetiyle…

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy