Yaklaşık yüz yıldır, yeryüzünde acı ve ıstırabın ilk adresi İslâm dünyası. Müslümanlar, kendilerini koruyacak bir güçten mahrum kaldıkları için hep ezilen, aşağılanan taraf oluyor. Dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan müslümanlar arasında tam “istikrar sağlanmaya başlandı” denildiği anda birdenbire sokaklar hareketleniyor, elleri tetikte askerler her hadiseden vazife çıkarmaya çalışıyor.
Çok uzaklara gitmeye gerek yok. 2001’de Afganistan’ın işgali sonrası Ortadoğu’da esmeye başlayan ve tesirlerini hâlâ sürdüren kasırgadan Irak, Suriye, Mısır, Libya, Yemen, Tunus ve Cezayir etkilendi. Yönetimler değişti, ancak zulüm devam ediyor. İstikrar kelimesi maalesef bu ülkeler için lügatlerde kaldı.
Afganistan, yirmi yılı aşkın süre işgal edildi. Sonra, birdenbire yıllardır düşman olarak görülen Taliban koca ülkede yönetimi ele geçirdi. İşgalci güçler, öylesine bir gidişle değil, arkalarında enkaz bırakarak ve Afganistan’ın idaresini mücadele etmek uğruna masumları katlettikleri Taliban’a devrederek gittiler.
Dozu farklı olsa da Türkiye için de durum pek farklı sayılmaz. Doğrudan işgal edilemeyeceği yahut işgalinin stratejik açıdan gereksiz görüldüğü Türkiye’ye fiilî saldırılarla olmasa da örtülü müdahalelerle yıllarca diz çöktürülmeye çalışıldı.
NATO üyesi olduğumuz 1952’den itibaren yaşadığımız tüm darbelerin, muhtıraların ve darbe girişimlerinin perde arkasında tek bir güç var. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi de bu silsilenin son halkası. Şimdi de sıra Pakistan’a geldi. Başbakan İmran Han’ın Rusya ile kurduğu ilişkilerin oluşturduğu rahatsızlık ülkede darbeye kapı araladı.
On binlerce kilometre öteden dünyayı hizaya çekmeye çalışan, darbeleri ve ayrılıkçı terör örgütlerini destekleyen o güç, kuşkusuz Amerika Birleşik Devletleri (ABD). Sadece iki buçuk asırlık maziye sahip, köksüz ve ruhsuz ABD’nin egemenliği elbette uzun süre payidar olamayacak. İslâm dünyası ise farklılıkları fırsata dönüştürerek birlik ve beraberliği tesis edemezse fâiller değişecek ancak fiiller değişmeyecek.