Etiğin kendi tarif ettiği gayelere ne kadar hizmet ettiğini görmek için menşei olan Batı’ya bakmak gerekiyor. Asırlar boyu birbirine hayatı dar eden, çıkarları için kutsallarını bile çiğneyen, işgal ettiği topraklarda tarihin en büyük katliamlarına imza atan Batı; öyle görünüyor ki “etik değerleri” de kendince yorumluyor.
Etrafımıza bakıp, sürekli bir şeylerden şikayet ediyoruz. Geçmişte yaşadığımız güzel günleri hatırlıyor, içerisinde bulunduğumuz durumu yadırgıyoruz. Kabahati hep dışımızda, başkalarında arama alışkanlığı kendimizle yüzleşme sorumluluğundan alıkoyuyor bizi. Oysa her birimiz yalnızca nefsiyle meşgul olsa, kuvvetle muhtemel bambaşka bir dünya inşa edebilirdik.
Her biri manevi hastalıklarla arızalı kişilerin oluşturduğu toplumların sağlıklı olmasını beklemek, çölde deniz bulmayı ümit etmek kadar anlamsız. Böyle kitlelerin oluşturduğu dünya da haliyle kimseye huzur vermiyor, mutlu etmiyor.
Zaman aynı. Kullandığımız eşyalar farklılaşsa da, hayatımız teknolojiyle kolaylaşsa da temel ihtiyaçlarımız değişmiyor. Eskiden tahayyül bile edilemeyecek nice şeylere sahip olmak artık zor değil. Fakat daha fazlasına erişmek için giriştiğimiz mücadelede eşref-i mahlûk olma özelliğimizi yitiriyoruz.
İnsanlık olarak kendi koyduğumuz kurallarla inşa ettiğimiz bu yeni dünya, içinden çıkılmaz problemlerle karşı karşıya. Oysa Hz. Âdem aleyhisselamın yeryüzüne gönderilmesiyle başlayan serüvenimizin her döneminde yolumuzu aydınlatacak emir ve yasaklar gönderilmiş. Huzur ve sükûnun yolu gösterilmiş. Bizi yaratan ve bizi bizden iyi tanıyan Rabbimizin koyduğu kurallara uyabilseydik, hiç şüphe yok, hikâye bambaşka olacaktı.
Ahlâksızların ahlâk iddiası
Sadece kanunlar ve kurallar, sistemler üretmedi insanoğlu. Bunların hem öncesinde hem sonrasında kelimeler ve kavramlar, durumu açıklayan tanımlar da üretti. Bunlardan biri, günümüzde sıkça kullandığımız “etik.” Tarifi kısaca şöyle: “Ahlâkî eylemin bilimi. Ahlâk kavramını temellendirmek üzere insan faaliyetlerini var olan ahlâkîlik koşulları açısından araştırmak.”
Belki kolay anlaşılmayacak bu kitabî tarifin özü şu: Etik, hem ahlâkın temelleri üzerinde hem de insanların yapıp ettiklerinin ahlâkîliği üzerinde durur. Ayrıca evrensellik iddiası vardır. Yani kişilere, toplumlara, inançlara göre değişmez.
Yine de etiğin kendi tarif ettiği gayelere ne kadar hizmet ettiğini görmek için menşei olan Batı’ya bakmak gerekiyor. Asırlar boyu birbirine hayatı dar eden, çıkarları için kutsallarını bile çiğneyen, işgal ettiği topraklarda tarihin en büyük katliamlarına imza atan Batı; öyle görünüyor ki “etik değerleri” de kendince yorumluyor. Tıpkı “insan hakları”, “demokrasi” gibi söylemlerden elde etmek istediği neticeye ulaşmaya çalışıyor. 13. asırda yaklaşık elli yıl boyunca Konstantiniyye’yi (bugünkü İstanbul’u) yakıp yıkan, Ortaçağ’da cadı olduğuna inanılan kadınları yargısız sorgusuz ateşe atan, esirleri kazığa oturtarak vahşice katleden; Afrika’da, Amerika’da ve sömürgesi haline getirdiği bütün coğrafyalarda anlatılması imkânsız cinayetleri gözünü kırpmadan gerçekleştiren Batı, “etik değerler”le bizlere nasıl ahlâklı olabileceğimizi öğretmeye çalışıyor! Hâlâ çeşitli kılıflar uydurarak masum kanı dökmeye devam ederken üstelik...
Hangisi yerel, hangisi evrensel?
Etiğin evrensel olduğunu ileri sürenler, ahlâkın ise durumdan duruma, toplumdan topluma değiştiğini iddia ediyorlar. Halbuki, “hulk” (huy, seciye) kelimesinin çoğulu olan ahlâk; iyi ya da kötü huyların, faziletlerin veya çirkinliklerin ne olduğunu, sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini belirliyor. İnsanoğlunun kemalât yani olgunlaşma yolculuğundaki tutum ve davranışlarının ölçüsü olarak tanımlanıyor. Yani asıl evrensel olan ahlâk. Etik ise şartlara, dönemlere, sesi fazla çıkanların isteğine göre eğilip bükülebiliyor. İslâm ahlâkı derken durum daha da net. Evrenselliği tartışmasız bir din olan ve hükümleri her çağa ve topluma hitap eden İslâm’ın üzerinde ısrarla durduğu ahlâk nasıl yöresel ya da belli kültürle sınırlı olabilir? Dolayısıyla İslâm ahlâkı ile etiği değil tartışmak, yan yana getirmek bile abesle iştigal.
Neyse, biz kendimize dönelim. İlmin kapısı Hz. Ali kerramallahu vechehû efendimiz buyurur ki: “Edep ve ahlâk tekrar tekrar giyilen, eskimeyen yepyeni elbiselerdir.” Müslümanlar tekrar tekrar giydikleri ve hiçbir zaman eskimeyen edep ve ahlâk elbiseleri sayesinde yüzlerce yıl dünyaya adaletle hükmettiler. O ahlâkla devlet idare ederken gece yarılarında sokaklara düşüp garip gurabanın derdine derman oldular. Hükümdarlar tebdil-i kıyafetle halkın arasına karışıp haklıya hakkını teslim ettiler zalimden de hesap sordular. O ahlâk elbisesi Konstantiniyye halkına “Latin serpuşundansa Osmanlı sarığını görmeyi yeğleriz.” dedirtti. Bugün girdabında boğulduğumuz sorunların tamamının çözümü işte o ahlâkta yatıyor.
Halka göre mi Hakk’a göre mi?
Sosyal medyanın durumu malum. Yine de zaman zaman önümüze düşen cümleler, ses kayıtları yahut görüntüler düşünmeye sevk ediyor. Geçtiğimiz günlerde karşıma çıkan şu söz, okuduğunuz yazıyı kaleme almaya teşvik etti: “Etik, halka göre doğru olanı; ahlâk, Hakk’a göre doğru olanı yapmaktır.” Bu tek cümle anlatmak istediğimi on bir kelimeyle özetlemiş.
Üzerinde yıllardır tartıştığımız ve bir türlü çözümüne ulaşamadığımız “koca koca” meselelerin çaresi aslında çok basit: Ahlâklı olmak... Ölçümüz edep, yoldaşımız da ahlâk olursa, yani kendimizle olan imtihanımızı başarıyla geçersek sadece bugünü değil geleceği de kurtarmış olacağız. Yalan söylemeyi, koğuculuk yapmayı, fitne çıkarmayı, liyakatsizliği, adam kayırmayı bırakıp ahlâklı ve âdil olursak... Her hal ve işte doğruluğu ve dürüstlüğü, yapıcı ve itidalli olmayı, kardeşlik hukukuna riayet etmeyi, işi ehline vermeyi, haklıya haklı, zalime zalim diyebilmeyi karakter haline getirirsek... İşte o zaman dünyaya söyleyecek sözümüz olabilir.
Ahlâklı toplumlar ancak böyle bir ahlâkı benimsemiş kişilerden oluşur. Sözün özü, kerameti kendinden menkul “etik değerler”i bir kenara bırakıp, hakikati haykırarak bitirelim yazımızı: Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilen Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin yolu tek kurtuluş reçetemizdir. Selam olsun O’na tâbi olanlara.