HADİS
Enes b. Mâlik radıyallahu anhû şöyle buyurdular:
“On sene Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin hizmetinde bulundum. Bu süre zarfında bir kez olsun bana öf dahi demedi. Yaptığım ya da yapmadığım herhangi bir şey için beni, bunu niye yaptın veya yapmadın diye sorgulamadı. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem güzel ahlâkıyla insanların en üstünüydü; O’ndan daha güzel ahlâklısı yoktu. O'nun avuçlarının yumuşaklığını, ne yün ne de ipek, dokunduğum başka bir şeyde hissetmedim. O'nun terinin hoş kokusunu miskte ya da başka bir güzel kokuda duymadım. (Buhârî, “Edeb”, 5691; Müslim, “Fedâil”, 2309; Ebu Davud, “Edeb”, 4774; Tirmizî, “Birr”, 2015)
Hadis-i şerif, Fahr-i Kâinat Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin üstün ahlâkını, insanlara güzel muamelesini tasvir etmektedir. Aynı zamanda hizmetini muhabbet ve iştiyakla sürdürdüğü ve şanını yüceltmenin ilk aşaması namaz, zekât gibi farz ibadetlerdir. Sonrasında bunların tamamlayıcısı olan nafileler gelir. İbadet aynı zamanda ilâhî emirlere uymak, yasaklardan sakınmaktır ki başlıca şartı ihlâsla yapılmasıdır. İhlâsla yapılan ibadet, insana ahlâk güzelliği ve güzel muamale erdemi kazandırır.
Hz. Enes vesilesiyle Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme yakınlıkla şerefyâb olan ashab-ı kiramın O’na olan muhabbet ve özleminin hikâyesidir.
Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem hem yaratılış hem de ahlâk bakımdan insanların en güzeliydi. Şefkat, ihsan, müsamaha, hâsılı bütün ahlâkî güzelliklerin zirvesi idi.
İmam Kelâbâzî rahmetullahi aleyh der ki: "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin ahlâkî güzelliği ve mahlûkata güzel muamelesi O'nun kulluğunun kemalinin tezahürüdür."
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Allah Tealâ'ya kullukta en yüksek makama ulaştığı için, dünyalıklar dahi O’nun nezdinde uhrevî hayra, saf güzelliğe dönüşmüştür. Çünkü kullukta kemalin etkisi güneş ışığı gibi hayatın her alanına sirayet eder. Bu yüzden Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, ibadet, muamelat, ahlâk ve diğer her hususta "usve-i hasene" yani "en güzel örnek" olarak vasfedilmiştir.
İbadet ve ahlâk bütünlüğü
Hatırlayalım; Cenâb-ı Allah'a kulluk ve onunla ilgili haller iki alanda süreklilik arz eder. Biri Allah Tealâ’ya vazifeleri yerine getirmek, şanını yüceltmek; diğeri O'nun yarattıklarına gerektiği gibi güzel muamele etmektir. Bunların ikisi Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin itina ile üzerinde durduğu özelliklerindendir. Allah Tealâ’ya karşı vazifelerin ve şanını yüceltmenin ilk aşaması namaz, zekât gibi farz ibadetlerdir. Sonrasında bunların tamamlayıcısı olan nafileler gelir. İbadet aynı zamanda ilâhî emirlere uymak, yasaklardan sakınmaktır ki başlıca şartı ihlâsla yapılmasıdır. İhlâsla yapılan ibadet, insana ahlâk güzelliği ve güzel muamale erdemi kazandırır.
Hasan el-Basrî rahmetullahi aleyh, güzel ahlâkı "çok iyilikte bulunmak, her türlü kötülükten sakınmak ve güleryüz" olarak tanımlar. Kadı İyâz rahmetullahi aleyhe göre "insanlarla iyi ilişkiler içinde olmak, güzel davranmaktır." İbn Hacer el-Askalânî rahmetullahi aleyhe göre ise hüsn-ü ahlâk, "faziletli olanı seçmek, faziletsiz olandan sakınmaktır."
Şu halde güzel muamele Cenâb-ı Allah’ın yarattıklarına güzel davranmak anlamına gelir. Bunda da öncelikli olan, samimiyetle Allah Tealâ’nın rızasını gözeterek kimsenin hakkına girmemek, üzerinde bir hak varsa sahibine eksiksiz vermek ve iyilik yapmaktır. Ayrıca başkasının hakkını kendininkine tercih etmek, insanlara müsamaha ve güleryüz göstermek, haklı olunsa dahi insanlardan alan değil veren olmak, ahlâkî kemalât ve hüsn-ü muameleden sayılmıştır.
Hadis-i şerifteki ifadelerden Hz. Enes radıyallahu anhûnun kasıtlı olmasa da zaman zaman hizmette eksik ya da kusur yaptığı anlaşılmaktadır. Buna rağmen Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ona kızmamış, gönlünü kıracak bir şey söylememiştir. Yaşı küçük olduğu için ona yavrucuğum diye seslenir, şefkat ve muhabbet gösterirdi. Yaptığı bir hata sebebiyle azarlamak isteyenleri uyarır, işi ilâhî takdire yorar ve oluruna bırakırdı. (Tirmizî, “Menâkıb” 45)
İlişkilerde nebevî tavır
İnsanlar arası ilişki zordur; sabır, tahammül, müsamaha ister. İnsan kendi nefsini tatmin edemediği gibi yapıp ettikleriyle başkalarını razı etmesi de pek mümkün değildir. Bunun tek istisnası Allah Tealâ’nın rızası gözetilerek yapılan şeylerdir. Bu takdirde insan, karşılığı kuldan değil, Âlemlerin Rabbi'nden beklemiş olur. Düşünelim ki kendisini yoktan var eden, sayısız nimetleri ihsan eden Rabbi'ne şükürde dahi kusurlu olan insan, hemcinsinin verdiklerine ne kadar kanaat eder ya da razı olur?
Ancak Allah Tealâ’ya kulluk ve şükürde özenli olanların mahlukatla ilişkileri sorunsuzdur. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de kulluğun zirvesi olarak güzel yaklaşımıyla insanları küfür ve kabalığın karanlığından kurtarmış ve kendisine tâbi olanları birer hidayet rehberi konumuna yükseltmiştir. Maksat Cenâb-ı Allah’ın rızası olunca zorlukları aşmak, sıkıntılara katlanmak kolaylaşır. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem insanların cefasına katlandığı gibi, ayet-i kerimede buyurulduğu üzere Allah Tealâ’nın kendisine bahşettiği maddi ve manevi ihsanları da paylaşmıştır. (Kasas 77)
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem huzuruna gelenlere bazen hak etmedikleri halde iyi davranır, geçmişte yaptıkları kötülükleri yüzlerine vurmazdı. Nitekim fetih günü, kendisini ve inananları zulmedip yurtlarından çıkaran Mekke’lileri toplamış ve onlara “gidin, serbestsiniz” deyip affetmiştir. İşte Cenâb-ı Hak O'nun için mealen: “Ve muhakkak ki sen gerçekten yüce bir ahlâk üzeresin.” buyurmuştur. (Kalem 4)
Dışa vuran güzellik
Hz. Enes radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin iç güzelliğinin dışına da yansıdığını; O'nun ellerinin yumuşaklığını başka hiçbir şeyde, mesela yün veya ipekte hissetmediğini, teninin kokusunu da hiçbir güzel kokuda bulamadığını bildirir.
İmam Kelabâzî rahmetullahi aleyh hadis-i şerifin bu kısmını şöyle şerh eder: "Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin teninin kokusu dünya kokularından çok daha güzeldi. Bu özelliğe sahip olan birinin koku sürünmesine gerek yoktur. Buna rağmen Efendimiz sallalahu aleyhi vesellem meleklerin ve diğer ruhânî varlıkların hoşlanmasından dolayı güzel koku kullanmayı ihmal etmezlerdi. Onlarla da hüsn-ü muamele adına güzel koku sürmekten hoşlanır ve sunulanı geri çevirmezlerdi. Rivayete göre Hz. Ali radıyallahu anh, Hz. Fatıma radıyallahu anhâya mehir olarak dört yüz seksen dirhem (gümüş para) mehirle nikâhlarken, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu miktarın üçte birinin güzel koku olmasını emretmiştir. Melâike-i kiram gibi ruhânî varlıkların dünya nimetlerindeki yegâne hoşlandığı diye güzel kokuyu sevmiş ve ashabını da teşvik etmişlerdir." (Kelabâzî, Bahrü'l-Fevâid, s.26-27)
Kur'an ahlâkı
Hz. Âişe radıyallahu anhâ validemiz: “O’nun ahlâkı Kur’an’dı” (Buhârî, Edebü’l-Müfred 308) demek suretiyle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemi ve ahlâkını “Yaşayan Kur’an” şeklinde özetlemiştir. O bir ilke olarak kötülüğe kötülükle karşılık vermeyi tercih etmez, iyiliği de karşılıksız bırakmazdı. İnsanlardan gelen cefaya sabır gösterir, onlara merhamet ve şefkatle muamele ederdi. Kimseye yaptığından dolayı kin, öfke ve düşmanlık beslemezdi. Nefsi için kimseden öç almak gibi bir tavrı olmamıştır. Nitekim Cenâb-ı Hak mealen buyurmuştur ki: “İşte Allah'tan bir rahmet ile sen onlara yumuşak davrandın. Halbuki kaba, katı kalpli olsaydın elbette (onlar) etrafından dağılırlardı. Artık onları affet, onlar için mağfiret dile ve (hakkında vahiy gelmeyen bir) iş hususunda onlarla istişare et. Bir karar verdiğinde ise artık (işe giriş ve) Allah'a tevekkül et. Muhakkak ki Allah tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmran 159)
Enes b. Mâlik radıyallahu anh
(vefatı hicrî 93, milâdî 711-2), Medine-i Münevvere'de en kalabalık Arap kabilelerinden biri olan Hazrec’in Neccâroğulları koluna mensuptur. Hicretten on yıl önce Medine’de doğdu. Hicretten sonra ailesi onu Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin hizmetine verdi ve bu sebeple “Hâdimü’n-Nebî” olarak tanındı. Bu sırada çocuk yaşında olmasına rağmen zeki ve sorumluluk sahibi tavırlarıyla dikkat çekiyordu. Gündüzleri hizmette kalır, akşamları evine dönerdi. Kubâ’daki evlerine Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem arada bir uğrar, orada namaz kılar, kaylûle yapar, Hz. Enes'in annesi Ümmü Süleym radıyallahu anhumânın hazırladığı yemeği yer, hayır dua eder ve dönerdi.Hz. Enes radıyallahu anh, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi en iyi tanıyanlardan biriydi. O'nun duasına nail olmuş, bu dua sayesinde ömrü, zürriyeti ve malı bereketli olmuştur. Çok sayıda hadis-i şerif rivayet etmiş, talebe yetiştirmiştir. Basra'da vefat ettiğinde yaşı yüzü geçmişti. (Bkz. Tirmizî, “Menâkıb” 45; İbnü’l-Esîr, Usdü’l-Gâbe, 1/152; İbn Hacer, el-İsâbe, 1/276)
Hz. Enes radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemden sonra bir müddet Medine-i Münevvere’de kaldı, Irak bölgesi fethedilince Basra’ya yerleşti. Vefatına kadar hep Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin muhabbet ve özlemiyle yaşadı. Her gece gördüğü rüyasıyla teselli bulur ve ağlardı. Talebelerinden Sabit el-Benânî’ye bakar, gözleri yaşarır, ona: "Senin gözlerin Allah Rasulü'nün gözlerine ne kadar benziyor!" derdi. Hatıralarının yanı sıra Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme ait iki şeyi hep yanında taşıdı: O'nun mübarek saçından bir tel ve âsası... Yüz üç yaşında Rahmet-i Rahman’a kavuştuğunda defnedilirken vasiyeti üzerine o saç teli dilinin altına, âsa ise göğsünün üzerine konuldu. (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, 1/152; İbn Hacer, el-İsâbe, 1/276)
Cenâb-ı Hak cümlemizi Rasulü'nü sevenlerle ve özlemini çekenlerle dost, ahirette de şefaatlerine nail eylesin.