Altı ay kadar önce istihbarat savaşları yapan, bilgi teknolojileri için mücadele eden ve onlarca trilyon dolar ya da avro milli gelirleri olan koca koca devletler, kimsenin dönüp bakmadığı basit cerrahi maskeler için adeta köşe kapmaca oynuyorlar. 1917 Bolşevik Devrimi, 1. CihanHarbi’nin sonuçlarını etkilemeklekalmamış, sonrasında doğan Sovyetler Birliği 1990’lı yıllara kadar küresel siyasetin en önemli aktörlerinden biri olmuştu. Şayet Rusya’da Çar Nikolay Aleksandroviç Romanov’a darbe yapılmasa, savaş Devlet-i Aliyye için daha erken bitecek ve belki de Türkiye, İstiklâl mücadelesinde daha fazla kayıp verecekti. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ortaya çıkmayacak, muhtemelen bambaşka bir nizam tesis edilecekti. 25 Aralık 1991’de Sovyetler Birliği dağılınca 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kendisini iyiden iyiye hissettirmeye başlayan Amerika Birleşik Devletleri (ABD), rakipsiz kalarak küresel emperyalist sistemin “bahşettiği” her türlü fırsattan sonuna kadar yararlanmasını bilmişti. “Yeni Dünya Düzeni” olarak da adlandırılan bu olgu, başta Birleşik Devletler olmak üzere tüm ekonomik ve siyasî varlığını sömürü üzerine inşa eden devletleri yerkürenin “yegane” söz sahibi haline getirmişti. Pazarla, müdahale et, yönet ABD’nin, bugün küresel siyasette zuhur eden pek çok hadisenin müsebbibi olduğu biliniyor. 11 Eylül 2001’de New York’taki İkiz Kuleler’e ve Virginia’daki Amerikan Savunma Bakanlığı karargâhı Pentagon’a yönelik gerçekleştirilen ve üzerindeki şaibe bulutları halen dağıtılamayan saldırılar da soğuk savaşın bitimiyle devreye konulan Yeni Dünya Düzeni’nin en önemli kırılma noktalarından biriydi. Afganistan ve Irak’ı işgal planının bahanesi olan eylemlerle “süper güç” ABD, Afganistan’ın jeo-stratejik konumunu kontrol altına aldı ve Irak’ın zengin petrol yataklarını ele geçirdi. Canının istediği her noktaya doğrudan yahut dolaylı müdahale etme hakkını saklı tutan ABD’nin yöntemi ise kelimenin tam anlamıyla emperyalizmin “abc”si gibi: Çatışma çıkarıp silah pazarla, kaosa “dışarıdan” müdahale et, sözümona arabulucu rolü üstlenerek gölge valilerle devletleri uzaktan yönet ve böylelikle bir taşla iki kuş vur! Hem silah satarak hem de yeraltı/yerüstü kaynaklarını kullanarak kazan! Bu “strateji” Ortadoğu ile sınırlı değil elbette. Güneydeki Meksika, Küba, Ekvador, Brezilya gibi ülkeler için de aynı durum söz konusu. Keza, ABD’nin Afrika’da da yakın gelecekte baskın güç olmak için casusluk faaliyetleri yaptığını biliyoruz. Dahası, eğer Rusya yahut Çin yavaş yavaş güçlenmeye başlamazsa kapitalizmin en temel argümanı olan güya “sınırsız ihtiyaçları kıt kaynaklarla gidermek” zorunda olduğu için Orta Asya ve Uzak Doğu’da bile varlığını hissettirmeye çalışacak. Ancak her hudutsuzluğun bir nihayeti olmak zorunda. İşte hangi nimetten kimin ne kadar faydalanacağına bile karar verme hakkını kendinde bulan bu hadsizliğin sonunu da öyle görünüyor ki, Çin’in Wuhan kentinden yayılan Koronavirüs (Covid-19) salgını getirecek. “Havalar ısınınca geçer” rahatlığından maske savaşlarına Virüsün ne kadar tehlikeli olabileceğini ve sonuçlarının vahametini sözünü ettiğim kibirden dolayı düşünemeyen Washington yönetimi, “Çin’de çıkan basit bir salgın” pervasızlığıyla başta tedbir almadı. Kuvvetle muhtemel, yakın geçmişteki kısa dönemli salgınlar gibi bir netice ortaya çıkacağı düşüncesi, gelinen noktada ABD’yi alt üst etti. Toplam vaka sayısının bir buçuk milyona yaklaştığı, yüz bine yakın insanın hayatını kaybettiği ülke, salgının merkez üssü durumuna geldi. Covid-19’la mücadele için altı trilyon dolar ayrıldığının açıklanması da halk nezdinde bir şey ifade etmiyor. Beyaz Saray’ın kişi başı iki bin dolar dağıtmasının da faydası yok; zira hastaneye Koronavirüs şikayetiyle başvurduğunuzda karşınıza on binlerce dolar tedavi masrafı çıkıyor. Altı ay kadar önce istihbarat savaşları yapan, bilgi teknolojileri için mücadele eden ve onlarca trilyon dolar ya da avro milli gelirleri olan koca koca devletler, kimsenin dönüp bakmadığı basit cerrahi maskeler için adeta köşe kapmaca oynuyorlar. Almanya’nın, Amerikalı bir firmaya verdiği dört yüz bin maskeye ABD yönetiminin el koyması, vahim tabloyu gözler önüne seriyor. Düşünün ki Berlin Eyaleti İçişleri Bakanı Andreas Geisel olan biteni “modern korsanlık eylemi” olarak nitelendiriyor! Hastane morglarında yer kalmadığı için, cenazeler doktorların odasında istifleniyor. Yirmi beş milyon kişinin işsizlik sigortasına başvurduğu Amerika’da, bu rakamın Covid-19 sonrasında elli milyonu aşacağı iddia ediliyor. Yaşananların ABD ekonomisinde açtığı yara hayli ağır. Covid-19 sonrasında beklenen küçülme oranı tam yüzde kırk! Çöküşün öncü sarsıntıları mı? 4 Temmuz 1776’da Britanya İmparatorluğu’ndan ayrılan kolonilerin kurduğu, 1950’li yıllarda Truman Doktrini ve Marshall yardımları ile müstemlekeci yaklaşımının temellerini atan, Amerikalıların deyimiyle “Birleşik Devletler” için sancılı günler geliyor. Uzun zamandır “ABD çökecek mi?” sorusu usul usul dillendiriliyordu. Vazgeçilmezlik, alt edilmezlik, yenilmezlik, sarsılmazlık hülyasına kapılan George Washington’ın torunları, zerre mesabesindeki virüse teslim oldu. Devran bu sefer onların aleyhine dönüyor. Her ne kadar tepe kadrosu kabul etmese de durum böyle. Hem Nobel hem de Oscar ödüllü İrlandalı yazar Bernard Shaw, “Kan kokusu almış bir köpekbalığından daha tehlikelisi, petrol kokusu almış Amerikan emperyalizmi dir!” demişti. Covid-19, başta ABD olmak üzere bu nizam(sızlığ) ın bütün aktörlerini sahne dışına itecek. Öyle görünüyor ki bambaşka atmosferlere uyanacağımız yakın gelecek, insanoğlunu fil avcısının filden büyük olduğu gerçeği ile yüzleştirecek. Kelimenin tam anlamıyla, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.