Prof. Dr. İlber Ortaylı, Eski Dünya Seyahatnamesi’nde Yemen’i Osmanlı’ya çok pahalıya mal olan imparatorluk sembolü beyaz bir file benzetir. Bu teşbih, hiç kuşku yok ki öylesine yapılmış değil. Zira yeryüzünün en büyük Osmanlı/Türk Mezarlığı olarak da nitelenen Yemen, I. Dünya Savaşı’nda verilen olağanüstü kayıpların sonucunda Devlet-i Aliyye’nin toprağı olmaktan çıkmıştı. Hakkında; “Kışlanın önünde redif sesi var/ Bakın çantasında acep nesi var/ Bir çift kundurayla bir al fesi var/ Anom Yemen’dir gülü çemendir/ Giden gelmiyor acep nedendir?” diye türküler yazılan Yemen, bugün de Suudi Arabistan’ın müdahalesi altında hayatta kalmaya çalışıyor.
Riyad yönetimi, Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin sâbık başkanı Donald Trump döneminde Washington’un “teşviği” ile milyarlarca dolar ödeyerek satın aldığı silahlarla Yemen’i abluka altına almıştı. Joe Biden, ABD Başkanı seçilmesinin ardından Suudi Arabistan’a Yemen’deki savaş için ülkesinin verdiği askerî desteği sonlandırdığını, silah satışlarını da durdurduğunu açıkladı. Ülkeye daha önce ABD Dışişleri Bakanlığı’nda İran, Irak ve Bölgesel Çok Taraflı İlişkilerden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Tim Lenderking’i özel temsilci olarak atayan Biden yönetimi, Arap Yarımadası’ndaki stratejilerinin değiştiğinin de işaretlerini vermiş oldu bir bakıma.
Güncelin sığ sularında çok fazla oyalanmadan şu kritik gerçeğin altını kalın çizgilerle çizelim: Binlerce yıllık geleneğe sahip olan ve İslâm dünyası için hayli derin anlamlar ifade eden Yemen, ne hikmetse geçmişi hepitopu üç asra dayanan ABD kadar müslümanların zihinlerinde yer bulamıyor. Dahası, Âlem-i İslâm’ın kutsal beldelerinde hüküm süren “müslüman idareciler”in zulümleri altında eziliyor.
Peygamberler, sahabiler ve diğerleri
İnsanlık tarihinin en eski coğrafyalarından birinde bulunan Yemen, ismi Kur’an-ı Kerim’de zikredilen peygamberlere, müşriklere; sahabe-i kirama ve Hakk dostlarına ev sahipliği yapmış önemli bir coğrafya. Neml Suresi’nin 15 ile 44. ayetleri arasında, Hz. Süleyman aleyhisselamla Sebe Melikesi Belkıs arasında geçen diyalogdan bahsediliyor. Süleyman aleyhisselamın şöhretinin bugünkü Yemen topraklarında bulunan Sebe’ye kadar yayıldığı, Melike Belkıs’ın onu ziyarete giderek kendi arzusuyla iman ettiği anlatılıyor. Belkıs’ın Hz. Süleyman’la aynı dönemde yaşayan bir kraliçe olduğunu düşündüğümüzde, Yemen’deki sosyal ve siyasal hayatın varlığını milattan önce 10. asra kadar götürmek mümkün. Yani bugünden tam üç bin küsur yıl önce bugünkü Yemen’de medeniyet vardı.
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin dünyayı teşrif ettiği yıl yine Yemen’de yaşanan ve Yüce Kitabımız’da değinilen başka bir hadise daha var. Fil Suresi’nde aktarılan vakada, Allah Tealâ’nın “fil sahipleri” olarak tanımladığı kişilerin komutanı olan Ebrehe, 525’te Habeşistan’daki Necaşi’nin Yemen’e gönderdiği Eryat isimli komutanın ordusunda bulunuyordu. Ülkede Zünüvas’ın hakimiyetine son veren Eryat’la Ebrehe arasındaki tartışmalar savaşa sebebiyet verdi. Eryat’ı öldüren Ebrehe halkın da desteğini arkasına alarak yönetime el koydu. Necaşi, daha fazla karışıklık çıkmasını istemediğinden, mektup göndererek itaatini sunan Ebrehe’nin Yemen’deki iktidarını ve valiliğini onayladı. 571’de de Allah Tealâ, Kâbe’yi yıkmak için Mekke’ye yürüyen Ebrehe ve devasa fillerden oluşan ordusunu, üzerlerine ebabil kuşlarını göndererek “kurt yeniği ekin yapraklarına” döndürdü.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin dünyayı teşrifi ve risaletle vazifelendirilmesinin sonrasında bölgede yeni ve bambaşka bir toplumsal atmosfer inşa edildi. Allah’ın varlığının ve birliğinin insanlara anlatıldığı ve Kur’an ahkâmının dalga dalga yayıldığı bu dönemde Rasul-i Ekrem Efendimiz yoldaşlarından bazılarına sorumluluklar veriyordu. Allah onlardan razı olsun, Muaz bin Cebel ve Ebu Musa el-Eş’arî’ye de hicretin 9. senesinde Yemen’e elçi, zekât memuru ve kadı sıfatıyla gitmek düşmüştü. Muaz bin Cebel’e kadılık yaparken nasıl davranacağını sorduğunda aldığı cevap Efendimiz’i hayli memnun etmişti. O şöyle demişti: “Allah’ın kitabına göre hükmedeceğim. Aradığım delili Kur’an’da bulamazsam Rasul-i Ekrem’in sünnetini dikkate alacağım. Orada da bulamazsam kendi kanaatime göre hüküm vereceğim.”
Yemen denilince akıllara gelen isimlerden biri de şüphesiz, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemi görmek için hasta annesinden kısa süreliğine izin alarak Medine’ye gelen, Peygamberimiz’i evinde bulamayınca geri dönmek durumunda kalan, Veysel Karânî olarak bilinen Üveys el-Karânî rahmetullahi aleyh. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, vefatından kısa süre önce hırkasını çıkarıp Hz. Ömer ve Hz. Ali radıyallahu anhümâya Üveys el-Karânî’ye vermeleri için emanet etmişti. İki büyük halife de el-Karânî Kûfe’ye yerleştikten sonra oraya giderek emaneti teslim etmişlerdi.
“Yemen, Ah Yemen”
Merhum Mehmed Niyazi hocamızın 2004’te yayınladığı romanının ismi bu ifade, kadim medeniyetlerin beşiği olan coğrafya için hepimizin hislerine tercüman oluyor. Mazisinden kısa bir film şeridi gibi çarpıcı kesitler sunmaya çalıştığım Yemen; son Memlûk ve ilk Osmanlı yöneticisi Emîr İskender’in 1517’de göreve gelmesiyle Osmanlı hâkimiyetine girmiş ve maalesef 1918’de Mondros Mütarekesi ile elimizden çıkmıştı.
Zaman zaman isyan hareketleri olsa da dört yüz yıl Osmanlı idaresine bağlı olarak varlığını sürdüren Yemen, 1917’den bu yana komşu devletlerin ve küresel güçlerin oyunları ve kendi içinde yaşadığı çekişmeler sebebiyle bir türlü istikrarı sağlayamadı. Şimdilerde de yazımızın girişinde vurguladığım gibi Suudi Arabistan’ın kuşatmasına maruz kalmış durumda. Binlerce masum insan açlık ve sefaletin yanı sıra bombardımanların gölgesinde varlık yokluk mücadelesi veriyor.
İlber Ortaylı, Eski Dünya Seyahatnamesi’nde zikrettiğim benzetmeye şöyle devam ediyor: “Biz Yemen’i unutmamışız, Veysel Karânî’yi onlardan daha çok anıyoruz. Yemen kahvesi dilimizde kalmış, Brezilya kahvesini tercih ediyoruz. İlk anda yadırgıyorsunuz ama alıp da pişirince ve kakule katmayınca dedelerimiz gibi Yemen kahvesini tekrar seveceğimize hiç şüphe yok.”
En eski devirlerden yüz yıl önceye kadar ortak iman ve kültürel paydada buluştuğumuz Yemen, üzülerek belirtelim ki ABD’nin yeni senaryosunda kendisine biçilen rolü oynamaya mecbur bırakılacak. “Beyaz Fil” okyanus ötesindeki akrebin kıskacına giriyor. Son dönemde sürekli akrep deliğine çomak sokan Türkiye’ye düşen ise, askerlerimizin kanıyla sulanmış, bütün ihtişamı ve hüznüyle karşımızda duran Huş Kalesi’nin ıstırabına sessiz kalmamak olmalı.