Ebu Hüreyre radıyallahu anhdan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet günü iri cüsseli, şişman bir adam mizana getirilir, fakat Allah katında sinek kanadı kadar bir ağırlığı (kıymeti) yoktur. Dilerseniz şu ayeti okuyun: 'Onlar için kıyamet günü hiçbir ölçü tutmayız.' (Kehf,105)” (Müslim, Tevbe, 2775)
Hadis-i şerifte geçen iri cüsse ve şişmanlık, vücut iriliği değil, dünya itibarı ve varlıklı olmaktan kinayedir. Dünyaya itibar eden, malına mülküne yahut amellerinin çokluğuna güvenen kimsenin kıyamet gününde hüsrana uğrayacağı hatırlatılır. Böyle kişi itibarın, zenginliğin boşa çıktığını, bir kıymetinin olmadığını anlayacaktır. Hadis şârihlerine göre dünya itibarına ve malına güvendiği, dünyayı ahirete tercih ettiği için kâfir kişi hadis-i şerifte iri cüsseli ve şişman olarak tasvir edilmiştir.
Mizan, mahşer günü herkesin dünyada yaptığı iyilik ve kötülüklerin tartılıp değerlendirileceği terazidir. Mizan haktır ve keyfiyetini ancak Allah Tealâ bilir.
Şu halde hadis-i şerif, kişinin akıbeti ile ilgili ölçme ve değerlendirmenin hangi kriterlere göre yapılması gerektiğini gösterir. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, insanı kurtaracak hakiki itibarın zâhirî görüntüde ya da dünyalık kazanımlarda olmadığını; ancak ahirette göreceği değerde olduğunu bildirmektedir.
Dünya ölçüsünün değeri
Buna göre dünya ölçülerine göre kıymet verilen şeylerin Allah Tealâ katında bir değeri yoktur. Ne kadar büyük ve önemli olursa olsun... Değerli olan ise kıyamet günü mizanda ağırlığı olan sâlih amellerdir. Sâlih ameller iman, ihlâs ve kaidelerine uygun yapılan ibadetlerle bütün hayırlı işlerdir.
İnsana ve işlere verilen değer, günümüzde belki her devirdekinden daha fazla dünyevî ölçülere göre belirlenmekte. Artık insanlar İslâmî ve ahlâkî ölçülere göre değil; maddi güçlerine, makam mevkisine, kariyerine, sanal takipçi sayılarına göre değerlendiriliyor, buna göre itibar görüyor. Hadis-i şerif müslümanı bu yanlıştan dönme hususunda ikaz ediyor.
Diğer taraftan hadis-i şerifin insanları fizikî özelliklerine göre değerlendirmeye yönelik olmadığı açıktır. Cüsseli ya da çelimsiz, şişman ya da zayıf olmak dinen bir sorumluluk sebebi değildir. Ancak bu özellikler sahibinin meşru olmayan istek ve tercihi sebebiyle meydana gelmişse ya da yine meşru olmayan işlerde kullanılmış ise elbette bunun sorumluluğu olacaktır. Aslında mal mülk, makam mevki için de durum böyledir. Meşru olmayan yollarla edinilmiş ya da yanlış kullanılıyorsa bunun vebali kişiye yeter.
Yaşadığımız çağla ilgili yapılan adlandırmalardan biri de "kozmetik çağı." Kadın erkek, zengin fakir herkes görüntü-süne ölçüsüz önem veriyor, estetik operasyonlarla fıtratına müdahale ediyor. Oysa insanın hakiki güzelliği iman, amel ve ahlâk güzelliğidir. Dolayısıyla hadis-i şerif önemli bir hususu da hatırlatmaktadır.
Görüntü ve hakikat
Hadis kaynaklarımız, konuyla ilgili olarak Asr-ı Saadet'ten şu ibretli vakayı da ilave ederler:
Bir gün sahabiler, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de yanlarında iken az ilerde misvak yapmak üzere 'erak ağacı' dalına çıkmış olan Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anhı izlemektedir. O kısa boylu ve zayıf bünyelidir. Bir ara rüzgâr bastığı dalı sallayınca zayıf ve ince bacakları görünür. Onun bu haline arkadaşları gülüşürler. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onlara niçin güldüklerini sorar.
- Ayakları ya Rasulallah; ayaklarının inceliğine gülüyoruz, derler. Bunun üzerine Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem;
- Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin olsun ki onun o ince ayakları kıyamet günü mizanda Uhud Dağı’ndan da ağırdır, buyurur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/420)
Hadis-i şerif, Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anhın mübarek ayaklarını değil, onun hafızalara kazınmış özelliklerine vurgu yaparak bundan dolayı bu itibara layık olduğunu ifade eder. Nitekim onun ilk müslüman olduğu günden itibaren Cenab-ı Allah’a olan samimiyeti, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme muhabbeti, yakınlığı ve yaptığı hizmeti herkesin malumuydu.
Aslında bu büyük sahabinin hayatının tamamı, adeta hadis-i şerifte beyan buyurulan ve gün geçtikçe unutulan ölçüleri hatırlatacak bir ibret vesikasıdır.
Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh İslâm’la ilk şereflenenlerin altıncısıdır. Cennetle müjdelenmiş on sahabiden birisidir, yani Aşer-i Mübeşşere’dendir. Daima Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin yanında ve hizmetindedir. İnce ve zayıf bedenine rağmen cesur ama mütevazı idi. Fahr-i Kâinat efendimize muhabbeti o kadar büyüktü ki her seslenişinde heyecanı yüzüne yansırdı. Sünnet-i Seniyye'yi titizlikle yaşayan, yaşatan ve sonraki nesillere aktaran en önemli vârislerden biridir.
Çobanlıktan devlete
Fakir bir ailenin çocuğu olan Abdullah b. Mes'ud radıyallahu anh, İslâmiyet’e girmeden önce mesleği olan çobanlık sırasında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemi tanır, mucizesine şahit olur ve hidayete erer. Kaynaklar bu hadiseyi şöyle anlatır:
Bir gün, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Ebu Bekir radıyallahu anhla birlikte koyun güden Abdullah’ın yanına uğrarlar ve içilecek sütü olup olmadığını sorarlar. Henüz yirmili yaşlarda olan Abdullah, "Evet, süt var fakat emanettir." der. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ona sürüden hiç kuzulamamış bir koyun getirmesini söyler. Mübarek eliyle dokununca koyunun memesi sütle dolar. Hz. Ebu Bekir radıyallahu anhın getirdiği kaba sağar ve bu sütü içerler. Sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem memeyi işaret ederek "çekil" der ve koyunun memesi eski haline döner.
Bu hadise üzerine Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh İslâm’la müşerref olur, çobanlığı bırakır ve kendisini Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin hizmetine adar. Müslüman olduğu o ilk günleri hatırlayınca da “Yeryüzünde sadece altı müslüman varken ben altıncısıydım.” der ve bununla iftihar ederdi.
O, müşriklerinin şiddet ve baskılarına rağmen Kâbe’de açıktan namaz kılan ve Kur’an okuyan ilk sahabidir. Müşriklerinin eziyetleri artınca o da diğer müslümanlarla birlikte önce Habeşistan’a daha sonra Medine’ye ilk hicret edenler arasında yer alır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin bütün seferlerine ve gazvelerine katılmış ve yanından hiç ayrılmamıştır. Bedir’de İslam’ın baş düşmanı Ebu Cehil’in hakkından gelmiştir.
Medine’de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin komşusu idi. Annesi ile birlikte Hane-i Saadet'e rahatlıkla girip çıkanlardan biriydi. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin özel eşyalarını taşır, asasını, misvağını, suyunu hazırlar, ayakkabılarını düzeltirdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir yere giderken O’na eşlik eder, mübarek bedenine bir şey değmesin diye önünde yürürdü. Yıkanırken perde tutar ve uykuda ise ibadet için uyandırırdı. Bu hizmetinden dolayı kendisine "Sâhibu’s-Sevâd: Sır Sahibi", "Sâhibu’n-Na’l: Pabuç Sahibi", "Sâhibu’l-Misvak" gibi lakaplar verilmiştir.
O'na en çok benzeyen
Abdullah b. Mes'ud radıyallahu anh sahabiler arasında ahlâkı ve yaşayışı bakımından Rasulullah sallallahu aleyhi veselleme en çok benzeyen kimse olarak kabul edilirdi. O'nun hayat tarzını, kıyafetini, ahlâk ve tavırlarını örnek almada son derece gayret gösterirdi. Kendisine Efendimiz hakkında bir şey sorulduğunda heyecanlanır, ter içinde kalırdı. O’nun hakkında yanlış bir şey söylememek için gayet yavaş ve dikkatli konuşurdu.
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ahirete irtihal ettikten sonra Hz. Ömer radıyallahu anhın görevlendirmesi üzerine Kûfe’ye gitmiş, burada kadılık, beytülmal idaresi, irşad hizmetlerini yürütmüştür. Aynı hizmeti Hz. Osman radıyallahu anhın halifeliği döneminde de sürdürmüştür.
Abdullah b. Mes'ud radıyallahu anh takvası ve ilmiyle çevresini etkiler, ondaki cevheri fark edenler yanından ayrılmazdı. Kûfe’de iken etrafında ilim halkaları oluşmuş, tefsir, hadis ve fıkıh sahalarında çok sayıda talebe yetiştirmişti. Bu ilmî faaliyeti ve yetiştirdiği talebeleri sayesinde Kûfe fıkıh mektebinin temelleri atılmıştır. Daha sonra bu temeller üzerine İmam-ı Azam Ebu Hanife ve talebeleri rahmetullahi aleyhimin başlattığı Hanefî Mezhebi yükselmiştir. Abdullah b. Mes’ud radyallahu anhın yetiştirdiği talebeler arasında, Hasan-ı Basrî, Katâde, Ebu Abdurrahman es-Sülemî ve Ebu Amr eş-Şeybânî gibi Tabîin neslinin büyük âlimleri vardır. Allah Tealâ cümlesine rahmet eylesin, onlardan razı olsun.
Abdullah b. Mes'ud, Hz. Osman radıyallahu anhın emriyle Medine’ye döndükten bir süre sonra hastalanır ve hicrî 32, miladî 652 senesinde vefat eder. Yaşı altmışı aşmıştır. Cenaze namazını Hz. Osman radıyallahu anh kıldırır ve Bakî Mezarlığı’na defnedilir.
Kaynakların belirttiğine göre Abdullah b. Mes‘ud radıyallahu anh kısa boylu, zayıf ve esmer bir kimse idi. Saçlarını uzatır, temiz ve güzel giyinmeyi, koku sürmeyi severdi. İnsanlar uyurken geceyi ihya eder, dünyaya dalıp sevinip eğlenirlerken o bu hale hüzünlenir, ağlardı. Dualarında katı kalplilikten, zulümden, kibirden ve kalp kırmaktan Rabbi'ne sığınırdı.
Ayrıca son derece mütevazı bir kişiliğe sahipti. Kur’an hafızlarının önde gelenlerdendi. Güzel sesliydi ve çok güzel okurdu. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem onun Kur’an okuyuşunu severek dinlerdi. (Buhârî, Fezâilü’l-Kur'an 8)
Abdullah b. Mes'ud radıyallahu anh, uzun yıllar üst düzey devlet görevleri yaptığı halde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin hayat tarzını kendine düstur edinmiş, mütevazı yaşantısını hiç değiştirmemiştir. Hastalığında kendisine "Geçimlerin çimleri dardır, çocuklarınıza ne bıraktınız?" diye sorulduğunda; "Onlara her gece Vakıa suresini okumalarını bellettim. Çünkü Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellemin “Her gece Vakıa suresini okuyan kimse dara düşmez.” buyurduğunu işittim, diye cevap vermiştir. (İbn Hacer, Fütuhati’r-Rabbaniyye, 3/279)
En âlim sahabilerden birisi
Abdullah b. Mes‘ud radıyallahu anh, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme yakınlığı münasebetiyle çok sayıda hadis rivayet etmiştir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onun hakkında şöyle buyurmuştur:
“Kur’an’ı şu dört kişiden öğreniniz: İbn Ümmü Abd (Abdullah b. Mes'ud), Muâz b. Cebel, Übey b. Kâ‘b ve Sâlim.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur'ân, 8)
Yine bir gün onu Mescid-i Nebevî’de Kur'an-ı Kerim’i okurken dinler ve yanındakilere: “Kur’an’ı nâzil olduğu günün heyecanıyla okumak isteyen kimse, İbn Ümmü Abd’in (Abdullah b. Mes'ud’un) okuyuşu ile okusun.” buyururlar. (Ahmet b. Hanbel, Müsned, 1/26, 374-4669)
Abdullah b. Mes'ud radıyallahu anh, Kur’an ilimleri ve ondan çıkarılacak hükümler konusunda en yetkin sahabilerden birisi idi. Şu sözler bu durumu teyit eder:
“Yemin ederim ki Allah’ın Kitabı'nda, nerede nâzil olduğunu bilmediğim ne bir sure ve kimin hakkında indiğini bilmediğim ne de bir ayet vardır. Fakat yine de Allah’ın Kitabı'nı daha iyi bilen birinin varlığından haberim olsa, uzak dahi olsa bineğe atlar, yanına giderdim.”
Rivayet ettiği hadis-i şeriflerden çok bilinen bazıları şunlardır:
- “Kişi sevdiğiyle beraberdir.”
- “Allah Tealâ güzeldir, güzeli sever.”
- “Allah Tealâ dünyayı sevdiğine de sevmediğine de verir. Âhireti ise sadece sevdiğine verir.”
- “Sa’id (mutlu, bahtiyar) kimse başkalarından nasihat alandır.”
- “Günahlardan tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir.”
- “Allah Tealâ, dünyayı ahirete tercih eden kimseye üç musibet verir: Bitmeyen kalp sıkıntısı, boynundan düşmeyen fakirlik ve doymak bilmeyen hırs.”
Abdullah b. Mesud radıyallahu anhdan nakledilen sözlerden bazıları da şöyledir:
- İlim, Allah'tan korkmaktır.
- Kalpler boş zarflardır, onları Kur'an-ı Kerimle doldurun.
- Allah'ın Kitabı okunmayan ev, imar edecek kimsesi olmayan bir harabedir.
- Namaz kılan, Cenab-ı Melik'in kapısını çalmış demektir.
- Gündüzün uyuşuğu, gecenin ölüsü olmayın.
- Kur'an-ı Kerim'e uy! Dostun getirse dahi boş işleri reddet.
- Bilip de uymayana yazıklar olsun!
- Nice zevkler var ki ardında upuzun bir üzüntü bırakır.
- Yeryüzünde dilden daha fazla hapsedilmeye layık bir şey yoktur.
- Kalbini maruf (doğru, sahih) ile doldurmayanlar helak olmuştur.
- Dünya aşığı âhirette, âhiret aşığı dünyada sıkıntı çeker.
Yazıyı, onun Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin “Dile, dileğin verilecek." diyerek şehadet ettiği şu duası ile bağlayalım:
“Allahım! Bana sarsılmaz bir iman, tükenmeyen nimet ve Cennet-i Alâ’da Rasulüne yoldaş olmayı nasip et.”