Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Allah’tan afiyet dileyin. Çünkü kula yakînden (tereddüt ve şüpheden uzak imandan) sonra bahşedilen en hayırlı nimet afiyettir.”
Medine-i Münevvere’de Hz Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin akrabaları vardı. Ara sıra onları ziyaret eder gönüllerini alırdı. Bunlardan biri de uzak halası Ümmü Münzir radıyallahu anhâdır. Efendimiz ona itibar gösterir, evinde ziyaret eder, yemeğini yerdi. Yemeğinin bereketli olduğunu söyler, kimi ihtiyaç sahibi hanım sahabileri de ona yönlendirirdi.
Bir seferinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Ali radıyallahu anh ile beraber onu ziyarete giderler. Hz. Ali radıyallahu anh geçirdiği hastalığın etkisi henüz üzerinde, nekâhat halindedir. Ümmü Münzir radıyallahu anhâ, Efendimiz'in hanelerini teşrifini şöyle anlatır:
“Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, yanında Ali ile birlikte hanemizi teşrif ettiler. Evde, asılı taze hurma salkımlarımız vardı. Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem kalktı, onlardan alıp yedi. Ali de mutabaat diye kalkıp yemeye başlayınca ona; 'Sen bundan yeme! Nekâhattesin, henüz tam iyileşmedin.' diye emir buyurdular. Ali hurma yemekten vazgeçip yerine oturdu. Bunun üzerine ben derhal onlara, arpa ve çügündür (pancar yahut pazı) saplarından yemek pişirip getirdim. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem yemeği göstererek: 'Ey Ali, işte bundan ye, bu sana daha faydalıdır.' buyurdular.” (Tirmizî, 2038, İbn Mace, 3442, Ebu Davud, 3856; Ahmed, Müsned, 6/363)
Perhize bile dikkat eden Peygamber
Hadis-i şerif, insan sağlığının önemi ve muhafazasıyla ilgilidir. Hadis-i şerifin şerhinde âlimler, bunun sağlık için tedbirli olmayı, insan sağlığına faydalı ve zararlı olan şeyleri bilip ona göre davranmayı teşvik ettiğini vurgulamışlardır. (Molla Ali el-Kârî, Zübdetü’ş-Şemâil, s. 217-220)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem halasının evindeki bu davranışıyla, hastalığın etkisini üzerinden henüz atlatmamış olan Hz. Ali radıyallahu anhın hazmı zor ve bedeni zayıf düşürecek yiyecekten sakınmasını, onun yerine hazmı kolay ve hastalığına iyi gelecek şeyleri almasını emretmektedir. Bilindiği üzere hurma, dalından koparıldıktan sonra olgunlaşması ve kuruması için bir müddet salkımlarıyla asılı olarak bekletilir. Taze hurma da güzel bir meyve olmakla beraber belli ki her durumda böyle değildir.
Sağlık, Cenab-ı Allah’ın insanoğluna bahşettiği nimetlerin başında gelir. Her işin başı sağlıktır derken, sağlığın ne kadar önemli olduğunu, din ve dünya işlerinin ancak sağlıkla gerçekleşebileceği ifade edilir. Nitekim Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Allah’tan afiyet dileyin. Çünkü kula yakînden (tereddüt ve şüpheden uzak imandan) sonra bahşedilen en hayırlı nimet afiyettir.” (Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 724; Tirmizî, Daavât 106)
Afiyet, ruh ve beden sağlığı ile ilgili genel bir kavramdır. Sağlık, sıhhat, esenlik insanın her türlü acı, kaygı ve sıkıntıdan muaf olma halini ifade eden, afiyetle benzer kelimelerdir. Geniş anlamıyla afiyet, dünya ve ahiret mutluluğudur.
Dünya hayatında huzur ve mutluğun temel unsurlarından biri sağlıktır. Dinî vecibelerin ve sosyal sorumlulukların yerine getirilmesi sağlıkla gerçekleşir. Sağlıklı bir hayat sürdürebilmenin iki yolu vardır. Birincisi hastalanmamaya dikkat etmek, diğeri ise hastalık vuku bulduğunda tedavi olmaktır. İlkinin daha önemli olduğunu Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemden nakledilen şu hadis-i şeriften öğreniyoruz.
“Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bilin. Ölüm gelmeden önce hayatın, hastalık gelmeden önce sağlığın, meşguliyet gelmeden önce boş zamanın, ihtiyarlık gelmeden önce gençliğin, fakirlik gelmeden önce zenginliğin...” (Buhârî, Rikak 3; Tirmizi, Zühd 25)
Sağlık, dinin korunmasını istediği beş temel esastan biridir, dikkat ve fedakârlık gerektirir. Toplumlar, devletler sağlıklı fertleriyle ayaktadır. Her birimiz ve millet olarak hepimiz bu nimetin kıymetini bilmek ve onu muhafaza etmekle mükellefiz. Fakat ne yazık ki diğer bütün nimetlerde olduğu gibi sağlığın kıymetini de kaybettikten sonra anlıyoruz.
Bu bağlamda hadis-i şerif, koruyucu tıp kapsamında insanın yeme ve içmesine dikkat etmesini, durumuna uygun perhiz yapmasını tavsiye etmektedir. Perhiz ya da diyet, hastalık anında bağışıklık sistemini güçlendirmeye yönelik bir uygulamadır. Bazı yiyecek ve içeceklerin kullanılması, bazılarından da uzak durulması esasına dayanır. Bugünkü tıpta hem koruyucu hekimliğin hem de hastalık halinde tedavinin çok önemli bir unsurudur.
İmanın verdiği güç
Hasta kişinin tedavi için imkân ve vesile araması, tedavi olması dinî bir vecibedir. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Allah Tealâ, devası olmayan hastalık vermemiştir. O halde devasını bulun, tedavi olun.” buyurmuşlardır. (Buhârî, Tıb 1; Ebu Davud, Tıb 11). Bu hadis-i şerifin bir mesajı da şudur: Hasta yahut hekim, hiçbir müslüman şiddeti ne olursa olsun hastalıktan dolayı ümitsizliğe düşmemelidir.
İman, insan için zırh gibidir; hastalıklara ve sıkıntılara karşı direnç kaynağıdır. En ağır vakalarda dahi afiyete kavuşacağına dair ümidini kaybettirmez. Allah Tealâ’ya imanı ve bu imandan kaynaklanan itimadı sağlam olan kimsenin hastalığı hafifler. Umutları yeşerir, bedeni ve ruhu canlanır. Ruhta ve bedende biriken bu enerji hastanın toparlanmasına vesile olur, basit tedavilere dahi Allah Tealâ'nın izniyle cevap verir. Aksine, sağlam imanı olmayan ve iyileşeceğine dair ümidini kaybetmiş hasta doğru tedaviye dahi cevap vermez. Günümüz tıbbı da "oto-telkin" kavramıyla bu hakikati onaylıyor.
İmam Kelebâzî rahmetullahi aleyh "yakîn ve afiyet" hadisinin şerhinde şöyle der:
"Şu halde afiyet ve yakîn aslında birbirini tamamlayan iki haldir. İkisini de muhafaza etmek gerekir. Afiyette olanın hali yakîni, yakîni olanın da hali afiyeti gerektirir. Ancak yakîn afiyetten daha öncelikli ve önemlidir. Belalara sabır, kaza ve kadere rıza ve nimete şükür kulun yakînini arttırıcı sebeplerdir. Kalpte yakîn artınca sıkıntılar hafifler, afiyet kolaylaşır.’ (Bahrü'l-Fevaid, 2/651-652)
Hastalıklar, sıkıntı ve musibetler dünya hayatıyla ilgili birer imtihan vesilesidir. Sıkıntılar insanın ne kadar aciz ve çaresiz olduğunu hatırlatır. Kulluğa yönelmeyi, sabrı, tevekkülü ve metaneti öğretir. Buradan hareketle hikmet ehli, hastalıklar için çok faydalı manevi ilaçlardan bahsetmişlerdir. Tıbbî tedavinin yanı sıra bu manevi ilaçların hastalıkları tedavi hususunda maddi ilaçlar gibi tesirli olduğunu tecrübe etmişlerdir. Bunlardan en önemlileri şunlardır:
- İhlâs; yani Allah Tealâ’ya itimadın, tevekkül ve kulluğun samimi, içten olması.
- İhsan; yani Allah için bağış ve ihsanda bulunmak.
- Takva; yani Allah Tealâ'ya isyan günahlardan sakınmak.
Ârif zâtlar, kişinin başına bir sıkıntı geldiğinde tevbe istiğfar edilmesini tavsiye etmişlerdir. Bunun için de maddi manevi her türlü kul hakkı sahibine iade edilmeli ve helallik alınmalıdır. Allah Tealâ'nın haklarına yönelik kusur ve yanlışlar için de tevbe ve istiğfarı unutmamalıdır. Bütün bunlarla birlikte hastalıklar başta olmak üzere her türlü sıkıntının müminin ebedî hayatı için rahmet olduğu da akılda tutulmalıdır.
Tedbir ve tevekkül
Sağlık, kaybedildiğinde telafisi zor olan nimetlerden biridir. Bu yüzden Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem “İki nimet vardır ki insanların çoğu onların kıymetini bilme hususunda aldanırlar; biri sağlık, diğeri vakittir.” buyurmuşlardır. (Buhârî, Rikak 1; İbn Mâce, Zühd 15)
Hadis-i şerif, hastalıklardan tedavi olmaya, tedavi için sebeplere sarılmaya teşvik etmektedir. Bu durum tevekküle zıt değildir. Aksine, hasta kimsenin tedavi olması, acıkanın yemek yemesine benzer. Tedavi imkânı olduğu halde ihmalkârlık yapıp hastalığın artmasına sebebiyet vermek vebaldir, Cenab-ı Allah’ın verdiği emanete haksızlık etmektir. Hâris el-Muhasibî rahmetullahi aleyh bu hususta şöyle der: "Tevekkül sahibi kişinin tedavi araması, aslında tevekkülün efendisi Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi veselleme tâbi olmaktır." (Ali el-Kârî, Zübdetü’ş-Şemâil, s. 219)
"Kaderdir, takva ve tevekküle terstir" diye tedaviyi umursamamak, hastalığı hafife almak Sünnet-i Seniyye’ye aykırı bir davranıştır. Yukarıda ifade edildiği üzere Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem kendisi yediği halde, sırf dokunur veya iyileşmesini geciktirir endişesiyle Hz. Ali radıyallahu anhı taze hurma yemekten sakındırmıştır. Nekâhat haline iyi gelecek, iyileşmesine yardımcı olacak sebzeli çorbadan yemesini ise emretmiştir.
Dua ve sabır
İnsanın sağlıkla ilgili üç hali vardır: Sıhhat, hastalık ve nekâhat... Nekâhat, hastalık ve sıhhat arası hassas bir durumdur. Hasta yahut nekâhat halinde insanın zayıf ve bitkin düştüğü için dayanamayıp halinden şikâyette bulunma ihtimali yüksektir. Bu da onun günaha düşmesine sebep olabilir. Bir kudsî hadiste Cenab-ı Allah buyurur ki:
“Kullarımdan bazılarının imanı ancak ihtiyaçları giderilince düzelir, muhtaç hale düşürsem onu bozar. Bazılarının imanı da ancak sıhhat bulduklarında düzelir, hastalık versem onu bozar.” (Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl 2/232; Taberânî, Mu’cemul-Evsat 1/192; Beyhakî, Sünen 1/308)
İnsan tabiatındaki bu zafiyetini bilen Fahr-i Kainat Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, ashabına ve onların aracılığı ile ümmetine Allah Tealâ’dan afiyet (sağlık) ve hastalıklardan da şifa dilemelerini tavsiye etmiş, kendisi de mübarek dualarında sıklıkla bu dileği tekrarlamıştır. Bir hadis-i şeriflerinde şöyle geçer: “Allah Tealâ'nın en çok hoşnut olduğu dua kulun şu yakarışıdır: Allahım senden dünya ve ahirette afiyet ve selamet dilerim." (Ebu Nuaym, Hilyetü-l-Evliyâ, 2/280; Heysemî, Mecmâu’z-Zevâid, 10/187)
Allah Tealâ’dan dünya ve ahirette yakîn ve afiyet dileriz. Yaratılış itibarıyla aciz ve zayıf kullarız. Hastalıklar, musibetler karşısında acziyetinin farkına varan insan bilir ki aslında bütün bu sıkıntılara karşı sabrı ve dayanma gücünü verecek olan da yine her şeyi yaratan Cenab-ı Allah’tır.
Dolayısıyla asıl yapılması gereken, her halükârda insanın kendini bilmesi, aczinin ve zayıflığının farkında olarak Allah Tealâ’ya sığınmasıdır. Ve şöyle demelidir: "Rabbimiz, bize kaldıramayacağımız yükü yükleme!" (Bakara 286) Bir musibete maruz kalındığında "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" diyerek O’ndan yardım dilemeli ve Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin; "Allahım senden dünya ve ahirette af, afiyet ve arınma dilerim" dua-i şeriflerini dilinden düşürmemelidir. (Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, 8/201)