Boş İşlerin Terki
Ebu Hüreyre radıyallahu anhın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Hz. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Kişinin mâlâyâniyi terk etmesi teslimiyetinin (müslümanlığının) güzelliğindendir.”
(Tirmizî, Sahih, Zühd 4/558; Kelebâzî, Bahrü’l-Fevâid, 1/272)
İmam Kelâbâzî rahmetullahi aleyh, bu hadis-i şerifi teslimiyet boyutuyla ele alır ve mâlâyâniyi hakkında şu önemli çıkarımlar-da bulunur:
Hadis-i şerifte geçen "İslâm" (veya Müslümanlık) kavramı, teslimiyet anlamında bir sıfattır. İman, hal ve davranışlarıyla Allah Tealâ’ya teslim olmuş kulu ifade eder. "Hüsn: güzel" ifadesi ise kulun teslimiyetinin, yani müslümanlığının nasıl olduğunu açıklayıcı bir özelliktir. Bu durumda anlam şudur: Kulun Rabbi'ne teslimiyetinin güzel olduğunu belirleyen özelliklerden biri, kulun mâlâyâniyi terk etmesidir.
İslâm, en genel manasıyla inanç ve yaşantının ilahî emirlere uygun olmasıdır. Müslüman, İslâm’ın hükümlerine kayıtsız ve şartsız teslim olan kimsedir. "Hüsn-i İslâm" teslimiyetin güzel olması demektir. Yani imanın ve dinî yaşantının kemâle ermesi, tam olması anlamına gelir ki bu, "ihsan" makamıdır. Kulun her an Rabbinin huzurunda bulunduğu idraki ile yaşamasıdır. Bu makama erişmek Allah Tealâ’nın kuluna lütfu ihsanıdır ve bazı meziyetlere sahip olmayı gerektirir.
Mâlâyâni kavramına gelince; kişiyi gerçekten ilgilendirmeyen, dünya ve ahiret hayrına olmayan gereksiz, boş söz ve davranışlardır. Teslimiyetin güzel olması için bu tür davranışları terk etmek şarttır. Bu da iki şekilde gerçekleşir:
Kul hakkı bakımından mâlâyâniyi terk
Birincisi, kul hakkına girmemek için mâlâyâniyi terk etmektir. Bunun anlamı, başkalarının özel hal ve tavırlarıyla ilgilenmemek, merak edip işlerine müdahale etmemektir. Allah Tealâ’nın kullarını, bütün hal ve tavırlarıyla her şeyin sahibi olan Allah Tealâ’ya teslim etmektir.
Bir kimsenin ilgisi ya da yetkisi olmadığı halde insanların yaptıklarını merak etmesi, ayıp ve kusurlarını araştırması, işlerine karışması, davranışlarıyla ilgilenmesi veya eleştirmesi dinen günah sayılan, mâlâyâni işlerdendir.
İlgili olanların yani sorumluluk mevkiinde bulunanların ise meşru dairede hareket etmeleri, haddi aşmamaları; insanları, niyet ve samimiyetlerine göre değil de alenen yaptıklarına göre değerlendirmeleri, onlara merhamet ve şefkatle muamele etmeleri, yaptıklarını ifşa etmemeleri gerekir.
Unutmamak gerekir; insanlar Allah Tealâ’nın teminatı ve güvencesi altındadır. Yaptıklarından dolayı onları hesaba çekecek; amellerini, niyet ve samimiyetleri değerlendirip yargılayacak merci yalnız Cenab-ı Hak'tır.
Dolayısıyla dini, ırkı, konumu ne olursa olsun insanların niyetleri, samimi olup olamadıkları gibi özel hallerini Allah Tealâ’ya teslim etmek en güzel ve doğru davranıştır. Kul hakkına girmemek hususunda hüsn-i teslimiyet göstermek bu şekilde olur. Aksi halde yapılan şey mâlâyânidir; çirkin ve günahtır.
Bu şekilde davranan, yani başkalarının hal ve tavırlarıyla ilgilenmeyen kimse mâlâyâniyi terk etmiş anlamına gelir. Böylece hadisi şerifte ifade edildiği üzere "elinden ve dilinden diğer müslümanların emin ve selamette olduğu” müslüman vasfını hak kazanır.
Mâlâyâni ile uğraşmak bir hastalıktır. Kendisini ilgilendirmediği halde insanları, onların yapıp ettiklerini merak edip ilgilenmek, dolaylı olarak içinde kibir, bencillik, haset gibi kötü huyları barındıran çirkin bir davranıştır. Çünkü başkalarının ne olduğunu, ne yaptığını merak eden kimse, sonuçta onları kendince bir değerlendirmeye tâbi tutuyor demektir. Bu da haddi aşmak ve kul hakkına girmek- tir. İnsan ilişkilerini zedeleyen, düşmanlıkları körükleyen çirkin davranıştır. Müslüman başkalarını değil, asıl kendi halini, Rabbi katında durumunun ne olduğunu, niyet ve samimiyetini düşünmeli, kendi muhasebesini yapmalıdır.
Mâlâyâni aynı zamanda zulümdür. Zulüm, "bir şeyi olması gereken yere koymamak" diye tarif edilir. Dolayısıyla Allah Tealâ’nın bahşettiği akıl, dil, zaman gibi nimetlerin amacı dışında kullanılması mâlâyânidir ve bir tür haksızlıktır. Kişinin kendisine veya başkalarına faydası olmayana şeyle uğraşması bu manada haksızlıktır; hem kendi hakkına hem de başkalarının hakkına girmiş olur.
İnsan Allah Tealâ’nın bir eseridir ve saygıdeğer bir varlıktır. Onu yaratandan ötürü kıymetlidir. Kaderi, halleri, samimiyeti kimseye değerlendirme konusu olmamalı, sınıflandırmaya tabi tutulmamalıdır. Yüce Allah mealen: “Doğrusu Allah katında sizin en üstün olanınız en takvâlı olanınızdır.” (Hucurât 13) buyurur. İslâm nezdinde insan; canı, malı, dini, akıl ve ırzı ile güvendedir. Müslüman, "eliyle veya diliyle başkasına zarar vermeyen" olarak vasfedilmiştir. Her halükârda bir hak ihlali söz konusu olmuşsa, bunu dünyada talep edecek merci ilgili kamu sorumlusudur. Ahiret hesabı sadece Cenab-ı Hakk’ındır.
Müslümanlar, bir vücudun azaları gibi dayanışma içinde olan, hayırlı işlerde yarışan ve birbirinin eksiğini tamamlayan bir topluluktur. Ayıpları, kusurları araştıran değil, görmezden gelen yahut örten topluluktur. "Emri bi'l-maruf ve nehyi ani’l-münker: İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak" gibi fert ve toplumu ilgilendiren hususlarda birbirlerine destek olurlar. Gizli olanlarda değil, açıktan yapılan işlerde meşru olmayan bir durum söz konusu ise birbirlerini uyarmaları mâlâyâni değildir. Bunu yaparken de ölçüye dikkat ederek; şefkatle, merhametle ve sadece ıslah gayesini güderler.
Allah Tealâ'nın hakkı bakımından mâlâyâniyi terk
Mâlâyâniyi terk etmede ikinci husus, Allah Tealâ'nın hakkı için mâlâyâniyi terk etmektir. Bu, Cenab-ı Hakk'a tam teslimiyet içinde olan kulun haddini bilip, kulluğa aykırı her türlü boş, faydasız düşünce ve davranıştan uzak durmasıdır. Böyle bir teslimiyete "ihsan" denilir ki, her an Yüce Mevlâ'nın huzurunda olduğunun şuuruyla hareket etmek ve O’nun iradesine teslim olmaktır.
Kul olmak teslimiyeti gerektirir. Teslimiyeti bozan veya zorlayan her türlü hal ve tavır mâlâyânidir. Tevbe suresinde Cenab-ı Hak mealen şöyle buyurur: “Allah müminlerden canlarını ve mallarını, cennet muhakkak kendilerinin olması karşılığında satın aldı.” (Tevbe 111)
Görülüyor ki inananların canları ve malları cennet karşılığında Allah Tealâ’nındır. Canları ve malları yaratan ve ihsan eden Allah Tealâ olduğu halde onların insana izafe edilmesinin ve alışverişe konu edilmesinin hikmeti, Cenab-ı Hakk’ın inananlara verdiği değeri belirtmek ve onları daha yüce makam ve sorumluluklara teşvik etmektir.
Şu halde inananların yapması gereken tek şey Âlemlerin Rabbi'ne teslim olmaktır. Alışverişin kuralları gereği satılan şeyin alıcıya teslim edilmesi gerekir. Satıcı oyalayıp vermemeye çalışsa dahi müşteri satın aldığı şeyi zorla alma hakkına sahiptir. Güzel olanı ise, satış akdi gerçekleşir gerçekleşmez satıcının satılan şeyi gönül hoşnutluğu ile tam ve zamanında teslim etmesidir.
Hele de sattığı şeyin karşılığını fazlasıyla almış veya alacağını biliyorsa...
İşte teslimiyetin yani müslümanlığın güzeli tereddütsüz, uzatmadan, zorlanmadan bütün benliği ile Cenab-ı Hakk'a teslim olmaktır. Tıpkı Hz. İbrahim aleyhisselamın Allah Tealâ’nın emrine teslim olduğu gibi... Kur'an-ı Kerim’de onun bu hali mealen şöyle anlatılır:
“Rabbi ona: 'İslâm ol!' demişti. 'Âlemlerin Rabbine teslim oldum.' dedi. İbrahim bunu kendi oğullarına vasiyet ettiği gibi Yakub da vasiyet etti. Dedi ki: 'Oğullarım, Allah sizin için o dini seçti. Başka dinlerden sakının, sadece müslüman olarak can verin.'” (Bakara 131-132)
İslâm ve teslimiyet
Güzel teslimiyetin bir anlamı da hiçbir itiraz ve şikâyete mahal vermeksizin Yüce Allah’ın emirlerine itaat edip, takdir ettiklerini hoş karşılamaktır. Sonucu ne olursa olsun, Cenab-ı Hakk’ın takdir ettiklerine; kazâ ve kaderin, hayır ve şerrin O’ndan geldiğine inanıp rıza göstermek, itiraz veya şikâyet etmeden teslim olmaktır.
Bu tutumun dışında bir tavır içine girmek ise mâlâyânidir. Yani Allah Tealâ’nın emirlerini hafife almak, aklınca değerlendirmeye kalkmak, takdir ettiklerini hoş karşılamayıp şikâyette bulunmak yahut itiraz etmek, haddi aşmaktır. Cenab-ı Hak muhafaza buyursun, insanı günaha ve küfre batırır.
Bu hususu, yukarıda değinilen satın alma işleminden hareketle şöyle izah etmek mümkündür: Müşteri, satın alıp sahip olduğu şey üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunabilir. İsterse kırar, değiştirir, satar ya da hediye eder. Satıcının karışma veya itiraz etme hakkı yoktur. İtirazları mâlâyânidir. Niye böyle yaptın, keşke şöyle yapsaydın, şunu da yapsan, şunu yapmasan gibi itiraz ve dilekler hepsi gereksiz ve boştur. Aksine, kişinin aleyhine sonuçlara sebep olur.
Teslimiyet, kulluk, rıza, sabır, şükür ve huzur... Bunların dışında müslümanın hayatta ne beklentisi olabilir? Cenab-ı Hakk'ın hükümlerine itaat edip kulluk yapar, kazâ ve kadere razı olur, zorluklarına, acılarına dayanmaya çalışır. Yer gök ve bütün kâinatın yegâne hâkimi olan Yüce Allah’ın kudreti karşısında boyun eğer ve teslimiyet gösterir. Kulluk şuuruyla bilir ki, kendi nefsi de dâhil, hayatta her şey; acı tatlı, sevindiren hüzünlendiren ne varsa hepsi O’nun iradesine amadedir ve hükmünün dışına çıkamaz.
Abdullah b. Mesud radıyallahu anhu şöyle demiştir: "Allah’a yemin olsun ki zenginlik ya da fakirlik fark etmez, hangisi başıma gelse benim için bir kıymeti yoktur.’’ İşte hüsn-i İslâm, tam teslimiyet dediğin böyledir. Allah Tealâ’nın takdir ettiklerine itiraz etmeden kabullenmek, nefsini ve işlerini tamamıyla O’na teslim ve havale etmek...
Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin bir kişiye şöyle tavsiye ettikleri nakledilmiştir: "Yatmadan önce şöyle dua et: 'Allahım nefsimi sana teslim ettim, yüzümü sana döndüm, sırtımı sana dayadım, işimi sana havale ettim; senden isteyerek ve senden çekinerek... Senden başka sığınak da kurtaracak da yoktur. Senin indirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere iman ettim.' Bunu yaptığın halde ölürsen müslüman olarak ölürsün. Ölmeyip sabaha sağ çıkarsan da hayırla çıkmış olursun.’’ (Tirmizî, Sahih, Daavât, 5/467; Hakim, Müstedrek, 1/709)
Bu dua tıpkı her gün ölümü düşünerek yapılan tevbe gibi, bir tür günlük muhasebe ve değerlendirmedir. Öze dönüş- tür. İmam Kelâbâzî rahmetullahi aleyh bu Hadis-i Şerif’in bölüm- lerine tek tek dokunarak kısaca şöyle açıklar:
"Nefsimi sana teslim ettim..." Tıpkı satılan malın müşteriye teslimi gibi ben de canımı sana teslim ettim. "Yüzümü sana döndüm..." sadece sana yöneldim, senden başka her şeyden yüz çevirdim. "Sırtımı sana dayadım..." Sadece sana güvendim, dayanağım sensin. "İşimi sana havale ettim..." Nefsin isteklerinden uzak, senin rahmetini ümit ederek bütün işlerimde sana tevekkül ettim. Nefse ağır geldiğinden yahut sıkıntı ve acılardan kaçmak için değil; sadece senden çekindiğim için sana tevekkül ettim, teslim oldum.
Evet; Allah Tealâ’ya tam teslim olmak demek, nefsin beklenti ve isteklerini kenara bırakmak anlamına gelir. Teslim ve tevekkülden sonra nefsi beklenti içine sokmak mâlâyâni ile meşgul olmak demektir, ki boşa yorulmaktır.
Gerçek anlamda Allah Tealâ’ya itimat edip O’na tevekkül etmek, sonucu ne olursa olsun işleri O’na havale etmek ve sonucu olduğu gibi kabullenmek anlamına gelir. Bu, en başından itibaren sıkıntıyı, darlanmayı kenara koymak demektir. Cenab-ı Allah’ın dışında bütün korku ve endişelerden kurtuluştur.
Müminin kalbinde korku ve ümit yalnız Allah Teâla’ya yöneliktir. O’nun emirlerine muhalefet etmenin doğuracağı sıkıntıların korkusu; O'nun hoşnutluğu, ihsan ve nimetlerine olan istek kalbine dolmuştur. Böylece emirlere itaat, takdirine rıza gösterir.
İşte bu şekilde teslimiyet gösteren kul, sadece Rabbi'ni gözetir, O'nun huzurunda olmanın idrakiyle kendisini denetler. Sanki bulunduğu mekânda O'ndan başkası yokmuş gibi. O'ndan başka bir sahip, yapan eden yok gibi...
Allah Tealâ mealen şöyle buyurur:
"Bugün mülk kimindir? Bir olan, (her şeye hakim ve) Kahhâr olan Allah’ındır." (Mü’min 16)
Bugün bir gün, yarın da bir gün, günlerin hepsi aynı bir günden ibarettir. Hepsinin yaratanı, evireni çevireni Allah Tealâ’dır. Bugünün, yarının ve kıyamet gününün sahibi sadece Yüce Allah’tır.
O yarattıklarına dilediği gibi tasarrufta bulunur. Kullarını dilediği gibi yönlendirir. Mutlak hüküm sahibi O’dur; nasıl isterse öyle hükmeder. Yaratan, yaşatan O’dur. Başında ve sonunda her şey O’na döner. O’dan başka her şey fanidir.
İnsanlar, toplumlar, herkes ve her şey bir gün yok olacak. O halde sadece Baki olana sığınmak, yalnız O’ndan yardım dilemek gerekir. Ne O’ndan kaçış ne de O’ndan başka gidecek merci vardır.
"O halde sadece Allah’a koşun. Şüphesiz ben size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım." (Zâriyât 50)
"Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!" (Mü’min 64)