Aramak

BUĞZ NEFRET VE DÜŞMANLIK

Müslümanların, kendilerine düşman olanlara bile haksızlıktan sakınması beklenirken; hak hukuk, insaf gözetmeden birbirlerine düşmanlık etmeleri Allah için buğz değildir.

Ayasofya’nın ibadete açıldığı gün bir taşra şehrinde Cuma namazını kılmış, dağılıyorduk. Cami avlusunda takkeli ve sakallı bir genç, etrafına biriken cemaatten bir grupla tartışıyordu. Daha doğrusu okunan hutbeyi eleştiriyor, Ayasofya’nın siyasete alet edildiğini söyleyerek iktidara yüksek sesle hakaretler yağdırıyordu. Çevresindekilerin, “Bu üslup müslümana yakışmıyor.” uyarılarına karşı öfkeyle; “Müslümana asıl yakışmayan Allah için buğzetmeken korkmasıdır!” diyerek uzaklaştı. Hakaret ve suçlamalarıyla Allah için buğz ettiğine inanıyordu.

Şüphesiz bu bir uç örnek, ama müslümanlar arasında da birbirlerine karşı kullandıkları nefret dilini böyle meşrulaştırmaya çalışanların sayısı az değil. Özellikle ilahiyat camiasından bazı isimlerin iktidar muhalifliği yahut FETÖ ihaneti üzerinden gelenekli İslâmî yapılarla bunların mensuplarını itibarsızlaştırmaya yönelik söylemleri bu dili yaygınlaştırdı. Sorsanız onlar da müslümanlara karşı kullandıkları kaba, alaycı, incitici, tahkir edici dilin Allah için buğz olduğunu söyleyeceklerdir muhtemelen. Bakalım böyle midir?

“Dinin ince tarafları”

Hadis-i şeriflerdeki ifadesiyle “el-hubbü fi’llah ve’l-buğzü fi’llah” yani “Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek”, Efendimiz aleyhissalâtu vesselam tarafından “kâmil imanın alâmeti” (Ebu Davud, Sünnet 16), “imanın en sağlam tutamağı” (Beyhakî, Şu’âbü’l-İman 13), “amellerin en faziletlisi” (Ebu Davud, Sünnet 3) diye nitelenmiştir. Peki nedir buğz?

Sözlüklerde, “kin, nefret ve düşmanlık duygusu” olarak açıklansa da bunlar birebir aynı şey değil. Aralarında derece farkı var. “Kötü veya çirkin görülen bir şeyden yahut bir kimseden uzaklaşmak” diye tanımlayabileceğimiz bir “tavır koyma” halinin farklı aşamalarını karşılıyor. Nitekim buğz, nefret ve düşmanlık kelimelerinin üçünün de kökünde “uzaklaşma” anlamı var. İşte bu uzaklaşmanın maksadı, sebebi, şiddeti ve mesafesi buğz, nefret ve düşmanlığın arasındaki derece farkını da meşruiyetini de belirliyor.

Buğz kavramının Kur’an-ı Kerim’de sadece beş ayette (Âl-i İmran 118, Maide 14, 64 ve 91, Mümtehine 4) mübalağa kalıbıyla, “ifrat derecesindeki buğz” anlamına “bağdâ” şeklinde geçmesi ve bu kelimenin müfessirlerce “nefret” diye anlaşılması, buğz ile nefret arasında bir derece farkına delalet eder. Yine söz konusu ayetlerde “bağdâ” yani nefrete dönüşen aşırı buğz, bir olumsuzluğu yansıtmakta, ayetlerin dördünde “adâvet” (düşmanlık) kelimesiyle birlikte kullanılarak, nefretle düşmanlık arasında da bir fark olduğuna işaret buyurulur.

Öte yandan, buğzda şiddet göstermenin meşru ve gerekli olduğu haller vardır ve muteber kaynaklarımızda çoğu zaman buğz yerine kullanılan kin, nefret veya düşmanlık kelimelerini bu haller çerçevesinde anlamlandırmalıdır.

Kısaca “Buğz, nefret ve düşmanlığı da gerektirir mi?” sualinin, evet veya hayır şeklinde meselenin geneline şâmil bir cevabı yok. İmam-ı Gazâlî rahmetullahi aleyh, İhya’sında kime buğz edilecek, kime edilmeyecek; buğz edilecekse bunun tarzı, ölçüsü nasıl olacak mevzularını ele alırken, “Bunlar dinin ince taraflarıdır.” der bu yüzden.

Buğzun itidali

Sevgi ve buğza hadis-i şeriflerde konulan “Allah için” kaydı, o inceliklere riayet edebilmenin yegâne şartıdır. Bu şart evvela buğzun rıza-yı ilahîyi esas alan mutedil ve iradî bir tavır olmasını gerektirir. Buğzun itidali; sevgi, ilgi ve desteği esirgeyerek, mesafeli durarak, şer’-i şerife aykırı bir fiil veya halini onaylamadığımızı muhataba belli etmektir. Sevgiyi esirgemek düşmanlık değildir. Aksine, muhatabı günahından vazgeçirmeye yönelik, merhamet eseri diyebileceğimiz bir yaptırımdır.

Bu sebeple, “Sevdiğin kimseyi ölçülü sev; belki bir gün buğz edeceğin bir kimse olabilir. Buğz ettiğin kimseye de ölçülü buğz et; belki bir gün seveceğin bir kimse olabilir.” (Tirmizî, Birr 60) hadis-i şerifinde sevgide ve buğzda itidale teşvik vardır.

Hadis-i şerifte Türkçeye “ölçülü” diye aktarılan kelimenin tam karşılığı “mutedil/yumuşak olmak”tır. Hadisin Arapçasında “buğz ettiğin (kimse)” anlamındaki kelimenin çoğu zaman “düşman olduğun (kimse)” diye aktarılması ise “dinin ince taraflarına” yeterince dikkat etmemenin alameti olmalıdır.

Sevgi ve buğzun Allah için olması şartı, ikinci olarak, Allah Tealâ’nın sevdiği kullarını sevmeyi, sevmediklerine buğzetmeyi gerektirir. Pek çok ayet ve hadiste Allah Tealâ’nın kimleri sevmediği, kimlere buğzettiği beyan buyurulmuştur. Kâfirler, müşrikler, münafıklar, zalimler, hainler, bozguncular, kibirlenenler, günah işlemekte ısrar edenler, müsrifler, cimriler, aile efradına kötü davrananlar, çok yemin eden satıcılar, faydalı bir şeyle meşgul olmayıp boş oturanlar, cedelleşmeyi sevenler bunlardan bazılarıdır.

Peki, böyle kimselerin şahsına mı fiiline mi buğz edilecektir? Elbette buğz, nefret yahut husumet günahkâra değil günahadır ama bu ölçü yine de günahkâra tavır koymaya mani olmaz. Şöyle izah edelim: Hangi aşamada olursa olsun, buğzun temelindeki istikrah duygusu günaha yöneliktir. Bu duygunun bir yaptırım veya ikaz unsuru olarak davranış halindeki tezahürü ise kaçınılmaz olarak günahkâra yönelecektir.

Buğzun ifrat ve tefriti

Meselenin bu tarafı “Günahkâr müslümana buğz edilebilir mi?” sorusunu da gündeme getirmektedir. Bir kısım ulema, günahı sadece kendisine zarar veren müslümana acımanın, dostlukla nasihatta bulunmanın daha faziletli olduğuna hükmetmişlerdir. Fakat müslüman bile olsa “fâsık-ı mütecâhir”e, yani hiçbir utanma ve pişmanlık emaresi göstermeden açıkça ve övünerek günah işleyen, böylece başkalarına kötü örnek olanlarla, toplumu ifsad eden bid’atçılara buğzun zaruri olduğu hususunda ittifak vardır.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vessellemin, “Birbirinize buğzetmeyin!” emri (Buharî, Edeb 57) genel bir hüküm değildir. Bu emrin yer aldığı, farklı senetlerle gelen pek çok rivayet vardır ve bu hadis-i şeriflerin tamamı “zandan sakındırma” sadedindedir. Yani hususen “zanna dayalı buğz”dan sakındırma söz konusudur. Fakat ne acıdır ki bugün müslümanların birbirlerine olan buğzu neredeyse tamamen zanna dayanmaktadır ve üstelik de ifrat derecesindedir.

Evet; buğzun itidalinden bahsediyorsak, bunun ifrat ve tefriti, yani zayıfı ve aşırısı da var demektir. Buğzun tefriti, kalpte kalan, davranış halinde dışa vurulamayan hoşnutsuzluk duygusudur. Bu, Efendimiz aleyhissalâtu vesselamın, bir münkere mani olmak için eliyle veya diliyle müdahalede bulunmayanlara tavsiye etttiği ve fakat “imanın en zayıf derecesi” diye nitelediği “kalben buğz”dur (Müslim, İman 78).

Buğzun ifratı ise nefret ve düşmanlıktır. Bunlardan nefretin meşru ve memnu/yasak olduğu yerler vardır. Sebebi ne olursa olsun, dinin ölçülerini, aklı, iradeyi devre dışı bıraktıran, insanlara yönelik kontrolsüz bir öfkenin eseri nefret reddedilmiştir. Böyle bir nefretin muhatabı aşağılayan, rencide eden dili, Allah için buğzun değil, nefse yenilmenin alametidir.

Küfür, şer ve günahlardan şiddetli bir istikrahla kaçınmak, asla yaklaşmamak üzere uzak durmak anlamındaki nefret ise ölçülere dayalı iradî bir tavır olduğu için meşru, hatta zaruridir. Yahut “küfür, şer ve günah karşısında buğzun itidal noktası nefret derecesidir” demek belki daha doğru bir ifade olacaktır.

Düşmanlık ve husumet

Düşmanlık, yasaklanan nefretin neticesidir. Gerçek anlamıyla insanlar için kullanıldığında müslümanın düşmanlığından bahsedilemez. Çünkü Farsçadan dilimize geçen “düşman” kelimesi, “başkasının felaketini isteyen ve bunun için her türlü yola başvuran kötü kalpli, kötü niyetli kimse” demektir. Düşmanlık kelimesinin Arapçadaki karşılığı “adâvet”te de “zulmetmek, karşısındakine zarar vermek için hak hukuk gözetmemek” gibi yine olumsuz bir anlam vardır.

Bu sebeple ayet ve hadislerde daha ziyade saldırgan kâfirlerin, şeytanın, şeytanlaşmış insanların ve nefs-i emmarenin vasfı olarak zikredilir. Müslümanlar için kullanıldığında kastedilen “husûmet”tir. Husumet, düşmanlıkla eş anlamlı zannedilse de öyle değildir. Düşmanlık edene hak hukuk çerçevesinde kalarak karşı çıkmak, muhalefet etmektir. Nitekim kötülüğü emreden nefsi müslümanın düşmanıdır ama müslüman nefsine zulmetmez; muhalefet eder.

Düşmanlık edenlere muhalefet yahut husumet tarzındaki buğz, onlardan hiçbir zaman emin olmamayı, sürekli bir karşı duruşla teyakkuzda bulunmayı, tedbir almayı, düşmanlıklarından caydırmak veya hâkimiyetlerini engellemek için güçlenmeyi gerektirir. Müslümanın Allah’a, Rasulü’ne ve müslümanlara düşman olanlara benzemekten, onlarla dost ve müttefik olmaktan şiddetle kaçınması da Allah için husumet tarzındaki buğzun icaplarındandır.

Hasıl-ı kelâm, kendilerine düşman olanlara bile haksızlıktan sakınması beklenirken, müslümanların hak, hukuk, insaf gözetmeden birbirlerine düşmanlık etmeleri Allah için buğz değildir. Hele mübah dairesindeki farklı düşünce, tercih yahut usullerinden dolayı müslüman fert veya topluluklara bırakınız düşmanca bir tavrı, itidal ölçüsünde buğz dahi vebaldir.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy