Aramak

Büyüklerimize Saygıyla

İnsanın kıymeti, Allah Tealâ katındaki kıymetidir. O, bir insana değer vermiş, sevmiş, sahiplenmişse, o insan bütün âlemlerde, bütün mahlukatın gözünde değerlidir, sevgilidir. O insanları sevenler sevilir, onlara saygı gösterenler saygı görürler. Kalbi kara insanların edepsizlikleri ise sadece kendi değerlerini düşürür.
Toplumlar değerlerine sahip çıktıkları oranda “kendileri olmaya” devam ederler. Çeşitli gerekçelerle diğer kültürlerin etkisi altında kalıp değerlerini bir bir unutan ve aşındıran toplumlar başkalaşım süreci yaşarlar. Çekim alanı içinde kaldıkları toplumların değerlerini ve geleneklerini, yaşam tarzlarını ve kültürlerini benimsemeye başlarlar. Sonunda öyle olur ki millet “kendi” olmaktan çıkar. İşin kötüsü “kendi” olamadığı gibi taklit ettiği toplum gibi de olamaz. Arada savrulan, şaşıran, tökezleyen bir insan topluluğu haline gelir. Batının kültür emperyalizmine direnen ama hissettikleri eziklik ile içten içe onlar gibi olmaya çalışan toplumlara baktığımızda manzaranın tamamıyla böyle olduğunu görürüz. Kendine yabancı yabancıya yakın Değişen yaşam ve konuşma tarzları, yemek kültürleri, isimlerde ve tabelalarda görülen yabancılaşmalar, halk arasında sizden olmadığını rahatlıkla tespit edebildiğiniz yabancı adetler ve değer yargılarının toplumumuzu kuşattığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Özellikle yaşı altmışın üzerinde olan büyüklerimiz toplumu artık tanıyamadıklarını söylüyorlar. İster istemez geçmişle kıyaslamalara gidip gelecek adına hiç de iç açıcı olmayan tespitler yapıyorlar. Onların bu kıyaslamaları toplumun nereye savrulduğunu anlamak açısından son derece önemlidir. Ekonomik gücü zayıf toplumların ister istemez güçlü ülkelerin kültürel tesiri altında kalması bir noktaya kadar izah edilebilir. Çünkü hakim kültür, sayısız filmiyle, modasıyla, bilimsel keşif ve icatlarıyla güçlü bir etkiye sahiptir. Hatta ekonomik refah düzeyi üst seviyelerde olsa dahi bu etkiden payınızı alırsınız. Japon toplumunun geleneklerinden kopması bu durumun tezahürüdür. Kendi değerlerine bağlı eğitimcilerin çırpınmasına rağmen, zararı artık tescil edilmiş olan fastfood yemek kültürü ile gazlı içeceklerin dünyanın her yanında hayatın bir parçası haline gelmesi bundandır. “Ben sadece işime geleni alırım; örf, adet, alışkanlık tarafını bırakırım” iddiası büyük oranda geçersizdir. Bu yüzden dünya büyük bir hızla batılılaşmaktadır. Mirasyedi nankörlüğü Bahsettiğimiz sorun, hepimizi hafakanlara sürükleyen çetin bir meseledir. Ayrıca toplumu kendi öz değerleriyle birlikte geleceğe taşıma sevdalısı olanların karşılaştıkları sıkıntılar sadece bununla sınırlı değildir. Karşı taraf öz değerlerimizi tırtıklanırken, çeşitli amaçlarla kendi içimizde bu yıkıma yardımcı olanlar da fazlasıyla bulunmaktadır. Mesela son dönemlerde Osmanlı’nın idarî ve sosyal değerleri aleyhinde yapılan yayıncılık ile geçmişimizi karalamaya yönelik propagandalara bakacak olursak, tarihinden bu kadar koparılmaya ve nefret ettirilmeye çalışılan başka bir toplum yeryüzünde yoktur diye düşünebiliriz. Yüzyıllarca İslâm’ın sancaktarlığını yapan, torunlarına gurur duyacakları bir tarih bırakan şahsiyetler aslı astarı olmayan iddialarla gözden düşürülmeye çalışılmaktadır. Böylece bizi biz yapan değerlerle aramıza mesafe konulmakta, köklerimizle bağımız zedelenmektedir. Oysa unuttuğumuz çok önemli bir husus var: Bizi biz yapanlar, kimliğimizi inşa edenler, bugün dünyanın hava kadar ihtiyaç duyduğu değerleri nesilden nesile taşıyanlar o büyüklerimizdir. Fakat etrafındaki büyüklerine dahi saygı gösterme erdemini yitirmiş bir toplumun geçmiş büyüklerine karşı hürmet göstermesi elbette beklenemez. Çünkü nesillerimiz gündelik yaşamayı hayat tarzı olarak benimseyen, nefsanî hazlarının tatmini peşinde koşan bir kitle olmaya doğru hızla koşmaktadır. Saygı ifadeleriyle asla dönmek Bizim geleneğimizde saygının ifade edilme şekilleri vardır. Rabbimizi andığımız zaman “Celle Celâluh”, “Azze ve Celle” gibi ihtiram ifadeleri kullanırız. Peygamberimiz’den bahsettiğimizde “Hazret” ifadesini kullanırız ve “sallallahu aleyhi ve sellem”, “aleyhi’s-selam” gibi dua ifadelerini ihmal etmeyiz. Bunun yanında sahabe-i güzin efendilerimizin hangisi olursa olsun ismini anarken “radiyallahu anh” deriz. Sonraki kuşaklardan olan alimlerimizin isminin ardından “rahmetullahi aleyh”, maneviyat büyüklerimizi anarken “kuddise sirruh” deriz. Hayatta olan ve İslâm’a hizmetlerini takdir ettiğimiz kimselerden söz ederken de “Hocaefendi”, “Muhterem” gibi saygı ifadelerini kullanırız. Çünkü bizim geleneğimizin yapı taşlarından birisi de saygıdeğer zatları saygı ve ihtiramla anmaktır. Biz Peygamberimiz’den bahsederken alelade birinden söz edercesine ismini söylemekle, O’nun kutlu sahabileri için de “Ebubekir, Ömer, Osman, Ali” ifadesiyle yetinmeyiz. Onlara olan muhabbetimizi ve ihtiramımızı saygı ifadeleriyle taçlandırır, küçük ihtiram ve dua ifadeleriyle onlarla bir tür manevi irtibat ve yakınlık kurarız. Bu şekilde saygı ifadelerini kullanmamızı gerekçelendirmek için ayetlere veya hadislere müracaatla deliller bulmak elbette mümkündür. Ancak bu yazımızda işin bu tarafıyla değil, “bizi biz yapan değerler” boyutu yönüyle meseleyi ele alıyoruz. Bu değerler törpülenip insanlarımızı bir arada tutan maya yok edilmeye çalışılırken bizim değerlerimize sahip çıkmaya çalışmamız gerektiği üzerinde duruyoruz. Kimliğimizi oluşturan değerler hayatımızdan çıkarken başkalaştığımızı, birbirimize yabancılaştığımızı göstermek istiyoruz. Televizyon ekranlarında, internete yüklenen videolarda, çeşitli kitaplarda tarihî, manevi büyüklerimize saygısızlığın had safhaya vardığını görüyoruz. Büyükler için saygı ifadeleri kullanmanın dinde yeri olmadığını söyleyerek onları sıradanlaştırmak, ümmetin gözünden düşürmek acaba ne kazandıracaktır? Bu yaklaşımların toplumda yaptığı tahribatı sormak gerekir. Batılılar yaş farkı gözetmeksizin birbirlerine isimleriyle hitap ederler. Biz de onlar gibi yapıp, onlara benzediğimizde medeniyet basamağında bir kademe ilerlemiş mi olacağız? Yüzyılların içinden süzülüp gelen kıymetleri mi benimseyelim, bizi bizden uzaklaştıran, kimliğimizden koparan yabancı hayat tarzını mı tercih edelim? Batılılar devlet büyükleri için üst seviyede saygı içeren ifadeler kullanırken, biz İslâm’a büyük hizmetleri dokunmuş olan büyüklerimizden neyin intikamını almaya çalışıyoruz? Kalbimizin sultanı  başımızın tacı Allah Rasulü s.a.v.’in sadık arkadaşı, ilk halifesi olan zatı anarken, onun olağanüstü fedakârlıklarını, eşsiz konumunu göz önüne getirerek sevgi ve minnetle “Hz. Ebubekir radıyallahu anh” dediğimizde acaba neyimiz eksilmektedir? Bu saygının ve bunu dile getirmenin ona değil sadece bize kazandıracağını neden göremiyoruz? Bazılarının diline ağırlık yapan bu ifadelerin anlamlarına bakalım: “Sallallahu aleyhi ve sellem” Allah ona salât u selam etsin. “Radıyallahu anh” Allah ondan razı olsun. “Kaddesallahu sirruh” Allah onun sırrını mukaddes kılsın. “Rahimehullah” Allah ona rahmet etsin. “Rahmetullahi aleyh” Allah’ın rahmeti üzerine olsun demektir. Kendi yakın geçmişlerimizi güzel sözlerle anarken İslâm’a büyük hizmetleri geçenlerden bu nezaketi esirgemek elbette doğru değildir. İnsan ölen anne babasını anarken “canım anneciğim, Rabbim seni cennetine koysun”, “sevgili babacığım, seni çok özlüyorum, Allahım seni cennette en güzel makamlara çıkarsın” diye dua ederken, bütün ümmete büyük yararı dokunmuş bir zata sıra gelince nezaket ve duayı esirgemek mümine yakışmaz. Unutmamak gerekir; onların bizim üzerimizde büyük hak ve emekleri var. Çünkü İslâm için hayatlarından vazgeçtiler, bizlerin dünya ve ahiretinin güzel olması için her türlü cefayı çektiler, Allah’ın kitabı ile Rasulü’nün buyruklarının bize ulaşması ve anlaşılması noktasında büyük fedakârlıklar yaptılar. Bu kadarcık dua ifadesini esirgemek doğru olamaz. Bir insana “Allah rahmet etsin” demek için illâ akrabamız mı olması gerekiyor? Katıldığımız cenazelerde ölü için “Allah rahmet etsin” derken, o büyük zatlar söz konusu olunca gönül kapımızı ardına kadar açmamız gerekir. Tahmin ederiz, dünyada kendi geçmişiyle bu kadar çatışan başka bir millet yoktur. Halbuki geçmişimiz elhamdülillah yüz akımızdır. Tarihimiz, Asr-ı Saadet’ten bugüne, pek şerefli, Allah Tealâ katında makbul insanlar tarafından yazılmıştır. Biz onları en derin hürmetle anar ve mahşer günü onların da bizi sevgiyle karşılamalarını ümit ederiz.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy