Dünya büyük salgınlarla da yeni tanışmadı. Tarihin her döneminde toplu ölümlere neden olan ve çaresi uzun süre bulunamayan hastalıklarla mücadele etti. Ortaçağ’da tedavi yönlerinin yeterince gelişmemiş olması sebebiyle yüzbinlerce insan hayatını kaybediyordu. Zaman içerisinde tıptaki gelişmeler ölüm oranlarını azaltsa da, yeni hastalıklar ortaya çıkınca yeni kayıplar da izledi.
19. yüzyılda Osmanlı topraklarında da yedi büyük salgın yaşandı. Bunların en önemlilerinden biri Avrupa’yı da kasıp kavuran kolera salgınıydı. 1893’te İstanbul’da tam 2683 vaka zuhur etti. Sekiz ay sürdü ve 1537 kişi vefat etti. I. Dünya Savaşı sırasında yayılan İspanyol gribinden 100 milyon civarında insanın öldüğü ifade ediliyor. Bu rakam o dönem dünya nüfusunun neredeyse yüzde otuzuna tekabül ediyordu. Dönemin İspanya Kralı 13. Alfonso’nun da hastalığa yakalandığı biliniyor. Hatta meşhur Alman Sosyolog Max Weber’in ölüm nedeni de İspanyol gribiydi!
Öyle ki kimi uzmanlar, gribin savaşın bitmesinde önemli bir tesirinin olduğunu söylüyorlar.
Yakın geçmişimizde de farklı toplumlarda kendini gösteren Sars, Ebola, Kuş Gribi, Domuz Gribi gibi illetler de yer küreyi önemli ölçüde etkilemişti. Bugün de Çin’in Wuihan kentinden çıkan ve etrafımızı çepeçevre saran Coronavirüs’le karşı karşıyayız. Hastalığın biyolojik silah olabileceği üzerinde duruluyor. Dahası, Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin fırsattan istifade planına ve katil Esed’in salvolarına rağmen üstelikte.
Dergimiz daha matbaadan gelmeden Hatay’ın diğer tarafında hiç beklenmedik gelişmeler yaşandı. Özellikle 2014’ten itibaren pek çok iş birliği yaptığımız Rusya üç askerimizin şehit edilmesine göz yumdu. Kremlin’i arkasına alan rejim güçleri, yine onların silahlarıyla hem de mübarek Regaip Kandili gecesinde havadan saldırdı. İddia o ki, menfur olaydan önce Özgür Suriye Ordusu rejim güçleriyle çatışırken orada bulunan beş askerimizden biri şehit edildi, Rusya da intikam almak üzere kandil gecesi bir araya gelen askerlerimize kalleşçe saldırılmasına izin verdi. Savaş meydanında mertçe vuruşan, ele geçirdiği esirlere insanca muamele yapan Mehmetçik öyle namertçe muameleye maruz bırakıldı ki, yaralıları almaya giden ambulanslar dahi bombalandı!
Rusya, böylelikle Türkiye’nin geri adım atacağını düşünüyor, belki de istediği koşullarda Türkiye ile Baas rejimini masaya oturtmaya niyetleniyordu. Ancak planlar tutmadı. Hem Moskova’nın hem de Şam’daki gölgesinin hesaplamadığı bir şey vardı. Türkiye’nin kullanamadığı Suriye hava sahasına, tamamen yerli kaynaklarla ürettiği Silahlı İnsansız Hava Araçlarını (SİHA) gönderdi. Rus yapımı hava savunma sistemleri S300’le korunan Suriye hava sahası ne oldu ve nasıl olduysa SİHA’ları tespit edemedi. Elim hadisenin yaşandığı 27 Şubat 2020’den, Rusya’da 5 Mart 2020’de gerçekleştirilen İdlib Zirvesi’ne kadarki süreçte Moskof destekli Esed güçleri SİHA’larla adeta abluka altına alınarak tarumar edildi. Hava savunma sistemleri bile vuruldu. Yalnızca Baas yönetimi değil, Rusya’nın da SİHA saldırısı ile iki milyar dolara yakın zarara uğradığı söyleniyor.
Moskova’da yapılan zirvenin önceliğinde Devlet Başkanı Vladimir Putin’in mimikleri, SİHA’ların sahada nasıl derin tesirler bıraktığının göstergesiydi. Serakib’de kontrolün son anda rejim güçlerine geçmesi Rusya’yı rahatlatmış olsa da, İdlib hezimeti çok önceden planlanan görüşmelerin seyrini tamamen değiştirdi. 5 saat 40 dakika süren zirve-nin neticesi olarak ilkin ateşkes ilan edildi. Devamında Lazkiye’den başlayarak Barış Pınarı ve Fırat Kalkanı Harekâtı bölgeleri için sınır sayılabilecek M4 karayolunun kuzeyi ve güneyindeki altışar kilometrelik alanın güvenliği Türk ve Rus askerleri tarafından sağlanacağı açıklandı. Ayrıca rejim tarafından yapılacak her türlü saldırıya Türkiye’nin karşılık verme hakkının olduğunun altı çizildi. Ve Suriye krizine yönelik nihaî çözüm buluri-na dek, Türkiye’nin Soçi’deki mutabakat da dahil olmak üzere bölgedeki inisiyatiflerini sürdürmekte kararlı olduğu vurgulandı.
Şüphesiz kazanımlar, askerlerimizden birinin tek damla kanının bedeli olamaz. Fakat Türkiye, sıkça paylaştığımız gibi inancının ve medeniyetinin kendisine yüklediği misyonun gereğini yerine getiriyor. Canlarını Rus füzelerinden ve Şebbihaların caniliğinden kurtarmak için İdlib’e sığınan yaklaşık 4 milyon kişinin askerlerimizden talep ettikleri şey, yalnızca tarihin tekerrür etmesinden ibaret değil: “Bizi Esed’in canilerine terk etmeyin, şerefli Türkiye’nin kurşunlarıyla siz öldürün…”
Mazlumların yaralarına merhem olmak için binlerce kilometre ötelere revan olup canı pahasına mücadele eden dedelerin torunları, bugün sadece kendi güvenliğini sağlamakla kalmıyor; ümidini yitirmiş çocuklara da hâmi olmak için orada varlık gösteriyor. İnsanoğlunun mazisinde ender göreceği acımasız masumların nefes alabileceği, huzur ve barış içerisinde yaşayabileceği şekle büründürmek için sınır ötesinde bulunuyor.
Suriye, büyük devletlerin kıyasıya mücadele ettiği bir ringe dönüştü. Lakin şimdi asla göz ardı edileme-yecek yeni bir güç var sahnede. Türkiye, ürettiği yerli ve millî silahlarla bağımsız devlet olma yolunda önemli adımlar atmıştı. Kendi hava savunma sistemimiz Hisar’ın da sürülmesiyle artık denklemin tamamen değiştiğini gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. İçimizdeki kutuplaşmayı da çözersek, inşallah bu kurtlar sofrasından alnımızın akıyla çıkacağız.