Aramak

İhsanlar ve Vesileler

TEFSİR

“Musa (çölde) kavmi için su istemişti de biz ona: ‘Asanla taşa vur!’ demiştik. Derhal (taştan) on iki kaynak fışkırdı. Her bölük içeceği kaynağı bildi. (Onlara:) Allah’ın rızkından yeyin için, sakın yeryüzünde bozgunculuk etmeyin, dedik.” (Bakara 60)

Bu ayet-i kerimedeki hadise, İsrailoğulları için dünya ve ahiretle alakalı çok büyük nimetleri içerisinde barındırır. Hz. Musa aleyhisselâmın Tih Çölü’nde hiçbir su belirtisi olmadığı ve kavminin susuzluktan helak olmasına ramak kaldığı bir zamanda, bir taşa asasını vurmasıyla bütün İsrailoğulları’nın ihtiyacına yetecek miktarda suyun akmaya başlaması, dünya hayatı için en önemli nimetlerden birisidir.

Suya her zaman ihtiyaç duyan insanın bu ihtiyacı çölde kat be kat daha fazla olur. Bütün ümit kapılarının kapandığı anda, Allah Tealâ’nın asa ile vurulan taştan insanları su fışkırtmasına hiçbir dünya nimeti denk olamaz. Ayrıca çölün orta yerinde bir insanın kendi gücüyle yapmasının mümkün olmadığı bir şekilde suyun akması, Yüce Yaratıcı’nın varlığına, kudretine ve peygamberi Hz. Musa aleyhisselâmın doğruluğuna en büyük delillerdendir. İsrailoğulları’na lütfedilmiş büyük bir nimet ve mucizedir.

Hz. Musa aleyhisselâmın mucizesi

Ayet-i kerimede bahsedilen hadise kısaca şöyledir: İsrailoğulları Tih Çölü’nde giderken müthiş bir susuzluğa maruz kalmışlar, Hz. Musa aleyhisselâm’dan yardım istemişlerdi. Musa aleyhisselâm da Rabbine dua etmişti. Allah Tealâ “Asanı taşa vur” diye emretmişti. Hz. Musa aleyhisselamın asası kendi boyuna eşit bir cennet asasıydı. İki çatalı vardı ve her bir ucundan karanlıkta iki nur yayılırdı. Hz. Âdem aleyhisselâm bu asayı cennetten yanında getirmiş, sonrasında da peygamberlere miras kalmıştı. Peygamberden peygambere geçerek en son Hz. Şuayb aleyhisselâma ulaşan asa, ondan da Hz. Musa aleyhisselâma ulaşmıştı.

Ayet-i kerimede sözü edilen taşın sıradan bir taş olma ihtimali bulunmakla beraber, bazı rivayetlerde bildirildiği üzere belirli bir taş olma ihtimali de vardır. Buna göre kare şeklinde, insan kafası büyüklüğünde ve oldukça hafif olan bu taşı Musa aleyhisselâm Tur Dağı’ndan yanında getirmiştir. İlahî emir üzere taşı hiç yanından ayırmaz, daima heybesinde taşırdı. İhtiyaç olduğu anda uygun bir yere koyar, asayı vurur, dört yüzünün her birinden üçer pınar akar ve İsrailoğulları’nın her bir kabilesi kendileri için belirlenen pınardan içerdi.

Hasan-ı Basrî, Kadı Beydâvî ve bazı müfessirlerin, rahmetullahi aleyhim ecmain, bildirdiğine göre de bu sıradan bir taştı. Buna göre, ayet-i kerimede, “Ey Musa asanı herhangi bir taşa vur.” denilmiş olur ki, bu yorum Allah Tealâ’nın kudretini daha açık şekilde gösterir. Çünkü Hz. Musa aleyhisselâmın elindeki asayla herhangi bir taşa ya da kayaya vurmasıyla hemen ondan suyun çıkması peygamberliğini daha güçlü bir şekilde kanıtlar. Allah Tealâ en iyi bilendir.

On iki pınar

İsrailoğulları on iki boy idi. Bu boylar Hz. Yakub aleyhisselâmın on iki oğlunun soyundan gelenlerdi. Hz. Musa aleyhisselâm taşa vurunca her boy için bir pınar akmaya başladı. Her bir boy su içeceği yeri bilir, diğerlerinin kaynaklarından içmezdi.

Yine rivayetlere göre İsrailoğullarının her boyu için ayrı bir kaynak fışkırtılmasının sebebi, aralarında ırkçılık davası olması, her birinin kendisini üstün görmesiydi. Birbirlerinden kız alıp vermiyor, kendilerinin sayıca diğer boylardan fazla olmasını istiyorlardı. Bu on iki boyun toplam sayısı altı bini buluyordu. Aralarında kavga çıkmasın diye içmeleri ve hayvanlarını sulamaları için Allah Tealâ hepsine ayrı bir su verdi.

Fahreddin Râzî ve Kurtubî rahmetullahi aleyhimâ bu ayet-i kerime ile ilgili olarak tefsirlerinde şöyle der:

“Bu mucizelerden her ikisi de göz alıcı ve muazzam mucizelerdir. Fakat Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin parmaklarından suyun fışkırması, Musa aleyhisselâmın taştan su fışkırtmasından daha kuvvetli bir mucizedir. Çünkü taştan su fışkırması görülebilen bir hadise iken parmaklardan suyun fışkırması alışılmış bir şey değildir.

Bu mucize daha önce hiçbir peygambere nasip olmamıştır. Burada şu hususu iyi anlamak ve göz önünde bulundurmakta fayda vardır: Allah Tealâ, Hz. Musa aleyhisselâm asasını vurmadan da denizi ikiye ayırmaya, taştan su fışkırtmaya kadirdir. Fakat kulların muradına ulaşmaları için belli sebeplere baş vurmaları gerektiğini göstermek ve bu sebeplere göre ahirette ceza veya mükafat göreceklerini öğretmek için söz konusu iki mucizeyi sebebe bağlı kılmıştır. Kim bu tür mucizeleri inkâr ederse, Allah Tealâ hakkında son derece cahil olduğunu ortaya koyuyor ve O’nun hayret uyandıran işleri hakkında hiç düşünmüyor demektir.”

Maddi manevi sebepler

Elmalılı Hamdi Yazır rahmetullahi aleyh, Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirinde buraya kadar yapılan açıklamalardan çok farklı bir yaklaşımla ayet-i kerimeden çıkabilecek sonsuz hikmetlerden bazılarını şöyle ifade eder:

“Hz. Musa aleyhisselâmın asası ne idi ve ne kadardı? Sonra bu taş belli ve bilinen bir taş mıydı? Yoksa herhangi bir taş mıydı? Konuyla ilgili olarak Fahreddin Râzî rahmetullahi aleyh, tefsirinde der ki:

‘Asa’nın herhangi bir ağaçtan veya cennetin mersin ağacından olduğu ve boyu on arşın, başının iki çatallı olduğu; söz konusu taşın da Tur’dan getirilmiş veya asa ile ilgili muhtelif rivayetler var ise de bu konuda üzerinde ittifak edilmiş bir nass yoktur. Bu sebeple bunun detaylarına girmekten sakınmak ve susmak, ‘Hakikatini Cenab-ı Hak bilir’ deyip işi Allah Tealâ’ya havale etmek gerekir. Çünkü amelle ilgisi olmayan ve sırf ilmî ve itikadî özellik taşıyan bir hususta kesin bir nass da yoktur. Dolayısıyla ayrıntılarına girmektense sükût etmek herhalde en doğru olandır.’

Hz. Musa aleyhisselâm, susuzluktan ve kuraklıktan yanıp kavrulan kavmi için Cenab-ı Hak’tan su diliyor, yağmur duasına çıkıyor. Allah Tealâ bu duayı kabul ile istenilenden daha büyük, olağanüstü bir nimet ihsan ediyor. Yüce Mevlâ gelip geçici bir yağmur yerine, İsrailoğulları’nın on iki boyundan her birine mahsus ayrı ayrı on iki pınar fışkırtıyor ve bununla yüce varlığına, kusursuz yaratıcılığına ve ilahî inayetine apaçık bir delil bahşediyor. Öyle ki, duanın ardından fiilî bir teşebbüsün lüzumunu da emrederek, ‘Asan ile taşa vur!’ diyor. Demek ki kuru taşları yarıp pınarlar fışkırtmaya kadir olan Allah Tealâ, istenen suları doğrudan doğruya ihsan etmiyor da, bir manevi sebep ile bir maddi sebebe teşebbüs üzerine ihsan ediyor.

Esasen manevî sebep olan dua, maddî sebebin ilhamına da vesile oluyor. İlham olunan maddî sebebin fiile dönüşmesi, yani asanın taşa vurulması ile de sular fışkırıyor. Böylece hidayet delili tam olarak tecelli ediyor. Bunu da ‘Yiyin için, fesat çıkarmayın’ irşad ve ikazı takip ediyor.

Gerçekten Allah Tealâ bir şeyi murad edince sebeplerini kolaylaştırır. Sebepler o kadar çeşitli ve sonsuzdur ki, beşer aklı ne kadar yükselse de bunları ayrıntılarıyla kavrayamaz. Bunun için buradaki açıklamaların esası faydası, asa ile taşın özelliklerini kavramaktan ziyade, olayın akışındaki incelikleri idrak etmektir. Hz. Musa aleyhisselâm gibi bir şanlı peygamberin asasında, bu çeşit fışkırmalara sebep olabilecek her türlü mekanik kuvveti tasavvur ve tahmin etmek mümkündür. Ayrıca Hak Tealâ’nın nimetlerinin tecellisi her zaman böyle manevî sebeplerle maddî sebeplerin birleşmesinde gizlidir.

Ne kaçan fırsatlar karşısında ümitsizliğe düşmeli ne de fırsatları ve sebepleri ihmal etmelidir. Allah Tealâ’ya gönülden, ihlâs ile dua etmeyi hiçbir zaman elden bırakmamalı, aynı zamanda duanın en büyük semeresinin ruhî inkişaflar olduğunu bilmeli ve rahmanî ilhamlardan istifade ederek en umulmaz sebeplere dahi başvurup uygulamalıdır. İyi düşünülürse fen alanında bile en büyük keşifler, insan kalbine şimşek gibi çarpan ilahî bir telkinin eseridir. Bunu hayırda kullanan hayra, kötülükte kullanan kötülüğe ulaşır.”

Peygamberlerin istekleri

Allah Tealâ İsrailoğulları’na istediklerini verince, emri korumalarını ve günahı terk etmeyi emretmiştir. Yani verilen nimete artması için şükretmeli, küfran-ı nimet ile nankörlük etmemelidir.

Ayet-i kerimenin Arapça aslında geçen “Isiy” kelimesi fesadın en kötüsüdür. Bugünün diliyle söyleyecek olursak “anarşi çıkarmayın, terör estirmeyin” demek olur. Onlara, “Yeryüzünde bozgunculuk olarak şuna, buna saldırmayın!” denilmesi, “ıslah ediciler olarak saldırabilirsiniz” manası taşımaz. Çünkü İsrailoğulları karakterleri gereği daima huzursuzluğa, fesada, teröre devam edegelen bir kavimdir. Ayet-i kerimede bu özelliklerinden dolayı onlara, “Eğer o su sebebiyle aranızda bir anlaşmazlık meydana gelirse, bunda da haddi aşmayın!” denilmektedir.

Bu ayet-i kerimedeki hikmetlerden biri de ümmet-i Muhammed’in üstünlüğüne delalet etmesidir. Zira İsrailoğulları susayınca Allah Tealâ’dan su istemesi için Musa aleyhisselâma müracaat ettiler. Diğer ihtiyaçlarında da Allah Tealâ’ya arz etmesi için Hz. Musa ve Hz. İsa aleyhisselâmdan kabul buyuran Allah Tealâ, kendi emriyle bizim affımızı isteyen Peygamber Efendimiz aleyhissalâtu vesselâmın duasını öncelikle kabul buyuracaktır.

Ayrıca bu ayet-i kerimede büyük bir müjde daha vardır. Musa aleyhisselâm, kavminin isteği üzerine Allah Tealâ’dan su; İsa aleyhisselâm da kavminin isteği üzerine sofra istedi. Peygamber Efendimiz aleyhissalâtu vesselam ise Hak Tealâ’nın, “Hem kendisinin hem de mümin erkeklerin ve kadınların günahı için mağfiret dile.” (Muhammed 19) mealindeki emrine binaen, O’ndan affımızı istedi.

Kavimlerin isteklerini, Hz. Musa ve Hz. İsa aleyhisselâmdan kabul buyuran Allah Tealâ, kendi emriyle bizim affımızı isteyen Peygamber Efendimiz aleyhissalâtu vesselâmın duasını öncelikle kabul buyuracaktır.

Tasavvufî işaretler

Hakikat ehli, Hz. Musa aleyhisselâmın Allah Tealâ’dan su istemesini anlatan bu ayet-i celilenin iş’arî tefsirini şöyle yapmışlardır:

İnsan, ruhu ve sıfatları ile kalp âleminde Musa aleyhisselâma ve kavmine benzer. Hz. Musa aleyhisselâm kavminin kalbine hikmet ve marifet suyunu akıtmak istemiş, “Lâ ilâhe illallah” asasını taş kalbe vurmakla emrolunmuştur. Nitekim “Lâ ilâhe illallah” kelimesinin biri “nefiy”, diğeri de “isbat” olmak üzere iki çatalı vardır. Bunlar insanın iç âlemini nefsin karanlıkları istila ettiğinde nur saçarlar, ışık verirler. Kalbe, kelime-i tevhid asasıyla vurulduğu zaman taşlaşmış hatta ondan da sert hale gelmiş kalpte hikmet sularının fışkırdığı on iki pınar açılır. Çünkü “Lâ ilâhe illallah” kelimesi on iki harf olup, her birinden nurdan bir pınar fışkırır.

Böylece ruhlar manevî bulanıklık ve kirlerden temizlenir, mâsivâdan kurtulup hürriyetine kavuşur, üzerinde ilahî nurlar parlayıp sırlar akmaya başlar. Bu şekilde temizliği kemale erip arınıp saflaşması tamamlandığında bu ruhun sahibi, yeryüzünde Allah Tealâ’nın ayetlerinden bir ayet ve delillerinden bir delil olur.

Himmet asasıyla katı kalplere ya da Cenab-ı Hak’tan kaçan nefslere vurduğu zaman onlar yumuşar, içlerinden kudsî ilimler fışkırır. Herkeste fıtratına uygun ilim ve haller ortaya çıkar.

Hak Sübhânehû ve Tealâ en iyi bilendir!

Faydalanılan Kaynaklar

(Abdülkerim el-Kuşeyrî, Letâifu’l- İşârât; Fahreddin Râzî, Tefsîr-i Kebîr; Ebu Abdullah el-Kurtubî, el-Câmiu Li-Ahkâmi’l-Kur’an; Kadı Beydâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl; Ebü’l-Berekât en-Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl; Ali b. Muhammed el-Hâzin, Lübâbü’t-Te’vîl fî Meâni’t-Tenzîl; Ebussuûd Efendi, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm; İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân; İbn Acibe el-Hasenî, Bahru’l-Medîd; Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili; Mehmed Vehbi Efendi, Hülâsatü’l-Beyân; Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meal-i Âlîsi ve Tefsiri)

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy