Aramak

DERVİŞ BOHÇASI

HAVF (KORKU)

“Korku” çekinmek, kaygılanmak, endişe duymak gibi olumsuz ve aşırı duyguları ifade eder. İslâmî bir kavram olarak “havf” ise her ne kadar Türkçeye “korku” olarak çevrilse de bu olumsuz anlamlarından sıyrılarak Cenab-ı Hakk’a lâyıkınca ibadet edememekten, cehennem azabına düşmekten, O’nun rızasını kaybetmekten ve sevgisinden uzak kalmaktan endişe duymayı ifade eder. Yani din ve dünya hayrına erişmek için gerekli ve olumlu bir duygudur. İmam Gazâlî rahmetullahi aleyh havfı, “ileride kötü bir durumla karşılaşılacağı beklentisinin insanın ruhunda sebep olduğu elem ve huzursuzluk” olarak açıklar. Bu tanımdaki “ilerideki kötü durum” dünyevî hususlarda olabileceği gibi, mümin için esas olarak ahiret bedbahtlığıdır.

Kur’an-ı Kerim’de Allah Tealâ, sadece kendisinden korkulması gerektiğini mealen şöyle ifade eder: “İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer müminseniz onlardan korkmayın, sadece benden korkun.” (Âl-i İmrân 175)

Demek ki iman, sadece Yüce Mevlâ’dan korkmayı gerektirir. Çünkü O dilemedikçe kimse kimseye bir zarar veremez. İbn Atâullah el-İskenderî hazretleri, âriflerin sadece Allah Tealâ’dan korkmalarının hikmetini şöyle açıklar: “Hakikate ulaşan ârifler, Cenab-ı Hakk’ın her şeyi ayakta tutmasını, sonsuz ilim ve kudretiyle her şeyi kuşatmasını müşahede ettiklerinden, kâinatta (gerçek varlık ve mülk sahibi olarak) Allah Tealâ’dan başkasını görmezler.” Bu sebeple de O’ndan başkasına yönelmedikleri gibi O’ndan başkasından da korkmazlar.

Hâce Abdullah Herevî kuddise sırruhû, havfın imanın korunağı, takvanın kaynağı ve müminlerin silahı olduğunu ifade eder ve havf halini üçe ayırır:

“Korkunun birinci kısmı olan ‘hâtır’, kalbe anlık gelir ve geçer gider. Bu, korkunun en düşük mertebesidir. Eğer korkunun bu mertebesi de olmazsa iman da olmazdı. Çünkü korku olmaksızın güven de yoktur. Dolayısıyla korkusu hiç olmayan için “emniyet” manasına da gelen iman da yoktur.

Korkunun ikinci kısmı kalpte yerleşiktir. Bu korku kulu günahlardan alıkoyar, haramdan uzak tutar, dünyaya dair beklentilerini azaltır ve kısaltır.

Korkunun üçüncü kısmı, kalbi hükmü altına alan hile (mekr) korkusudur. Hakikat bu korku ile tam olur. İhlâs yolu ancak onunla açılır, kişi onunla gafletten kurtulur.”

Burada hileden kasıt, amelsiz ilim, tevbe etmeksizin günah işlemekte ısrar, huşûsuz ibadet, kötü kişilerle yakınlık gibi nefsin ve şeytanın güzel gösterdiği tuzaklardır.

Ebu Tâlib el-Mekkî kuddise sırruhû hazretleri havfın birçok makamı olduğunu söyler ve bunları şöyle açıklar:

“Havfın ilk makamı takvadır. Bu makamda müttaki, sâlih ve amel ehli olanlar bulunur. İkinci makamı sakınma (hazer)dir. Bu makamda zâhidler, verâ ve huşû sahipleri bulunur. Üçüncü makam haşyettir. Bu makamda âlimler, âbidler ve muhsinler bulunur. Dördüncü makam veceldir. Bu, zikredenlerin, gönülden Allah Tealâ’ya bağlananların ve âriflerin makamıdır. Beşinci makam işfak yani Rabbü’l-Âlemîn’e saygıdan dolayı kötülükten sakınmaktır. Bu, sıddıkların, şehitlerin, muhiblerin (Hak âşıklarının) ve mukarreblerin sınıfından seçkin olanların makamıdır. Bunların korkusu ceza endişesinden değil, ilahî sıfatları bilmekten kaynaklanır.”

İmam Muhâsibî rahmetullahi aleyh, “Havf ve recâ (ümit), kulu kötü ahlâktan uzaklaştıran iki dizgindir. Bu iki dizginden mahrum olan her kalp haraptır” buyurarak müminin korkusunun yanında ümit içinde olması gerektiğini vurgular. Yani bir mümin sağına havfı alsa soluna da recâyı almalıdır. Çünkü velîler havfın aşırılığından yalnızlık ve bunaltı, recânın aşırılığından ise kendini beğenme ve gevşeklik halinin doğacağını söyler.

Ârif zatlar havfı üç kısma da ayırmışlardır. Buna göre sıradan insanların (avamın) korkusu Allah Tealâ’nın cezasından, seçkin kulların korkusu O’ndan ayrı kalmaktan, en seçkin kulların korkusu ise doğrudan O’nun zâtından korkmaktır.

Normalde insan korktuğu şeyden kaçar; zarar görmemek için uzaklaşır. Fakat konu Allah korkusu olunca durum değişir. Çünkü Allah korkusu insanı O’ndan uzaklaştırmaz, aksine yaklaştırır.

Bu sebeple velîler, “Bir şeyden korkan, ondan kaçar. Aziz ve Celil olan Allah’tan korkan kimse ise O’na kaçar.” derler. Çünkü Allah Tealâ kendisinden korkan kulunun kalbine zâtının muhabbetini de koyar. Zaten kulun Yüce Mevlâ’dan saklanması imkânsızdır. Çünkü O kuluna şah damarından daha yakındır. (Kâf 16) Bu sebeple tasavvuf ehli kulun en büyük sığınağının, Rabbi’ne karşı kibrini terk edip O’na yönelmesi olduğunu söyler. İmam Gazâlî rahmetullahi aleyh de havfın, Cenab-ı Hakk’a yaklaşmak için insanı bilmeye ve amele sevkeden ilahî bir kamçıdan ibaret olduğunu belirtir. İbnü’l-Cellâ kuddise sırruhû, “Bence gerçek havf ehli, Allah Tealâ’dan başka hiç kimseden korkmayandır.” der.

Allah Tealâ’dan korkmanın alameti, O’nun yasakladığı, çirkin gördüğü şeyleri terk etmektir. Dolayısıyla hakiki manada Cenab-ı Hak’tan korkan kişinin kalbinde dünya sevgisi olmaz. Çünkü dünya hakikatte çirkin ve sevimsizdir. Nitekim İmam Kuşeyrî rahmetullahi aleyh; “Havf bir kalbe yerleştiğinde, orada bulunan şehvetleri yakar, dünya hırsını kovar.” demiştir.

Havf halinin kula kazandırdığı bir takım hasletler vardır. Ebu Tâlib el-Mekkî hazretleri bunları; “tutkuları dizginlemek, kötü alışkanlıkları yok etmek, taşkınlıkları gidermek ve nefsin hevâ ateşini söndürmek” olarak sıralar.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy