HÜRRİYET
Sözlüklerde esir olmama, herhangi bir şeyle kayıtlı ve bağlı olmama, baskı altında tutulmama, özgür olma gibi karşılıkları bulunan “hürriyet” kavramına sûfîler farklı yaklaşmış ve anlamını genişletmişlerdir. Sûfîlere göre “hürriyet”, kişinin Hak’tan başkasına bağlanmaktan kurtulması ve sadece O’na kul olmasını ifade eder.
Bu tarife göre sûfî, maddi ve manevi her türlü bağdan kurtularak gerçekte sadece Cenab-ı Hakk’a bağlanmış kişidir. Bu manada dünya sevgisi, mal ve makam tutkusu, nefsin istekleri peşinde ömür tüketme, benlik duygusu, alışkanlıklara teslimiyet, kibir, cimrilik, haset gibi kötü huylar kişinin Rabbi ile irtibatının önündeki en büyük engellerdir. Kişi bütün bunlardan hür olmadıkça nefsinin esiri durumundadır.
Tasavvufta hürriyet denince akla gelen ilk şey, kişinin nefsinin esaretinden kurtulmasıdır. Nefsinin her dediğini yerine getiren, ona karşı çıkıp direnemeyen bir insanın hürriyetten bahsetmesi abestir. Bu durumda onun efendisi nefs-i emmaresidir. Nefs-i emmare daima emreden, yönlendiren, çekip çeviren nefs demektir. Nefsinin isteklerine tâbi olmak Cenab-ı Hak’tan uzaklaşmanın alametidir. Çünkü nefs terbiye olmadıkça sürekli dünyaya meyleder, mâlâyani ile meşgul olur. Bu yüzden sûfîler “kul, Allah’tan başkasının kölesi oldukça hakiki kul olamaz” demişlerdir.
İmam Kuşeyrî kuddise sırruhû hazretleri hürriyeti şöyle tarif eder: “Hürriyet, kulun yaratılmışların köleliği altında bulunmaması ve herhangi bir maddi kudretin ona tesir etmemesi demektir. Sıhhatli bir hürriyetin alameti, yaratılmışlar arasında fark görme halinin kalpte bulunmaması sebebiyle şeylerin değerinin eşit hale gelmesidir.” Bu tarifte “şeylerin değerinin eşit hale gelmesi”nden kasıt, dünyanın taşı ile altınının aynı görülmesidir.
Yine İmam Kuşeyrî kuddise sırruhû hürriyetin hakikatini ise şöyle ifade eder: “Kul, kalbini hürriyete kavuşturmak için gayret eder. Fakat iradesi bâki, hatıraları zihninde bulundukça ve Allah Tealâ’dan başkasından bir şey istediği sürece köleliği devam eder; hürriyete kavuşamaz. Bu kul, bütün çabasına rağmen hürriyetin hakikatine ulaşamaz.”
Sûfîler hürriyeti anlatırken şu ayet-i kerimeyi örnek verirler: “… Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler.” (Haşr, 9). Bu ayet-i kerimede Allah Tealâ Ensar sahabileri övmektedir. Çünkü onlar hicret eden kardeşlerine hem evlerini hem de gönüllerini açmış ve mallarını onlarla paylaşmıştır. İbn Acîbe el-Hasenî rahmetullahi aleyh hazretleri bu ayetin tefsirinde Ensar’ın dünya sevgisini kalplerinden çıkardıklarını, îsâr sahibi olduklarını, kendileri ihtiyaç sahibi olsa bile öncelikle kardeşlerinin ihtiyaçlarını giderdiklerini ve bu durumun kalplerinin selametine ve nefslerinin cömertliğine işaret ettiğini belirtir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de şöyle buyurmuştur: “Dinarın ve dirhemin (büyük ve küçük paranın), kadifenin ve işlemeli elbiselerin kulu olana yazıklar olsun! (Böyle bir kişiye) bir şey verilirse memnun olur, verilmezse hoşnut olmaz.” (Buhârî)
Zekeriya Ensarî kuddise sırruhû hazretleri hürriyeti şöyle açıklar: “Hürriyet, kişinin kalbine Allah Tealâ’dan başkasının girmemesidir. Peygamber, ‘dinar ve dirheme kul olanlara yazıklar olsun’ buyurmuştur. Kim Rabbi ile meşgul olup paraya vakit ayırmaktan sakınır ve ondan yüz çevirirse, Allah Tealâ’nın dışındaki her şeyden hürriyete kavuşur. Çünkü hakikatte kul, Allah içindir.”
Bu tarifteki para ile meşgul olmamayı maişet temininden vazgeçmek, ekonomik hayattan çekilmek olarak anlamamalıdır. Bahsedilen şey paranın, maddiyatın, kişinin kalbini işgal etmemesi, hayatını esir almamasıdır.
Bişr-i Hafî kuddise sırruhû hazretleri hürriyete ulaşmanın yolunu şöyle açıklar: “Hürriyetin lezzetini tatmak ve kölelikten kurtulup rahat etmek isteyen kişi, Allah Tealâ ile arasında bulunan sırrını (iç dünyasını) temiz tutsun.” Yani hürriyet kişinin kalbini Rabbi dışındaki her şeyden arındırmasından geçmektedir. Çünkü kalbinde başka sevgileri olan ve insanlardan beklentilerini kesemeyen kişi hürriyete ulaşamaz. Ebu Nasr es-Serrâc kuddise sırruhû bu durumu şöyle anlatır: “Hürriyet, Allah Tealâ’ya kulluğun nihaî noktasına işaret eden bir kavramdır. İnsanı, Rabbi dışında hiçbir şeyin yönlendirmemesi demektir. Allah Tealâ’ya kul olan hür olur.”
Sûfîler hürriyeti üçe ayırırlar. Sıradan insanın hürriyeti nefsine kulluktan kurtulmaktır. Yani nefsi terbiye etmek ve dizginlemektir. Seçkinlerin hürriyeti isteklerden tamamen kurtulmaktır. Onların tek yönlendiricisi Hakk’ın rızası ve O’na kulluktur. Seçkinlerin de seçkini olanların hürriyeti ise sebepler bağından kurtulup, her yerde sadece Hakk’ın tecellilerini görmektir.
Hallac-ı Mansur kuddise sırruhû hürriyetinin yolunun kulluktan geçtiğini şöyle ifade eder: “Kim hürriyete ulaşmak istiyorsa ubûdiyete (kulluğa) sıkı bir şekilde devam etsin.” İbrahim Ethem kuddise sırruhû hazretleri de hür kişinin, dünyadan ayrılmadan önce nefsini terk ederek dünyadan ayrılan kişi olduğunu söyler.
İmam Gazâlî rahmetullahi aleyh hazretleri ise hürriyet hususunda şöyle der: “Herkes kalbi ile neye bağlanmışsa onun kulu demektir. Allah Tealâ’nın hakiki kulu, kendisini başka her şeyden kurtarıp, mutlak hürriyete sahip olandır. Böyle mutlak bir hürriyeti elde edenin kalbi boşalır, boş olan kalbe de kulluk yerleşir ve Allah Tealâ’dan başka bir muradı olmaz.”