Aramak

DERVİŞ BOHÇASI

Sefer Bir hedefe yönelerek seyahate çıkmak, yolculuk yapmakgibi anlamlara gelen Arapça “sefer” kelimesinin kökmanası örtüyü kaldırmak, perdeyi açmaktır. İmam Kuşeyrî kuddise sırruhû; sefere bu ismin verilme sebebinin, insanın kendi yerinde yurdunda dışa vurulmayan huylarının açık bir şekilde ortaya çıkması olduğunu söyler. Tasavvufî bir kavram olarak ise sefer; Hak yolcusunun nefsini tanımak ve terbiye etmek; bu sayede Allah Tealâ’ya yaklaşmak yani kurbiyet kazanmak için maddi ya da manevi olarak çıktığı yolculuklar anlamına gelir. Maddi yolculuktan kasıt, kişinin başka bir memlekete, beldeye gitmesidir. Manevi sefer ise kişinin mâsivâdan yüz çevirip Hakk’a yönelmesi, kötü huy ve hallerden iyi ve güzel olanlara yolculuk etmesidir. Bu da kişinin sıfatlarının adım adım değişimini ve kemale doğru yükselişini ifade eder. Sûfîler, Kur’an-ı Kerim’deki seferle ilgili ayet-i kerimeleri örnek göstererek yolculuğa önem vermişlerdir. O ayet-i kerimelerden biri mealen şöyledir: “Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden önce geçmiş kimselerin sonlarının nasıl olduğuna bakmazlar mı?” (Rum 9) İmam Kuşeyrî rahmetullahi aleyh bu ayet-i kerimeyi şöyle tefsir etmiştir: “Nefslerin seyri, ibadet için yeryüzünün muhtelif yerlerinde bulunmakla olur. Kalplerin seyri, tefekkür için bütün mahlûkatı dolaşarak olur. Bunun gayesi, kalplere huzur veren hakikat bilgilerini elde etmektir. Bu bilgiler de birbirinden farklı derecelere sahiptir. Ruhların seyri, melekût âleminin perdelerini aşarak gayb âlemlerinde olur. Sonu, müşahedeye ulaşıp hakikati bulmaktır. Sırların seyri ise bütün maddi âlemlerden ve varlıklardan yükselip önce ilâhî sıfatların tecellisine mazhar olmak, sonra Cenâb-ı Hakk’ın dışındaki varlıklardan tamamen sarf-ı nazar edip (onlardan ümit, beklenti ve korkusunu keserek) sadece Hak ile huzura ermektir.” Bir diğer ayet-i kerimede ise sefer etmenin gayesi mealen şöyle ifade edilmektedir: “De ki: Yeryüzünde dolaşın da Allah’ın başlangıçta yaratmayı nasıl yaptığına bakın.”(Ankebut 20) İmam Kelebâzî rahmetullahi aleyh bu ayet-i kerimedeki “yeryüzünde dolaşın” ifadesini “İnkâr ve cehalet karanlığı ile değil, ilim ışığı ile gezin. Çok gezmenin gayesi sebebe güveni kaldırıp atmak ve nefsi eğitmektir.” şeklinde izah etmektedir. Hücvirî kuddise sırruhû, sefere çıkacak dervişlere şu hatırlatmaları yapar: “Seferi tercih eden dervişin ilk gözetmesi gereken edep, nefsinin yönlendirmesine ve hevesine uyarak değil, yüce Allah için sefere çıkmasıdır. Bedeni ile sefer ettiği gibi, bâtını (kalbi) ile de hevâ ve hevesinden sefer eder, onlardan uzaklaşır. Daima taharet üzere, abdestli olur. Virdlerini de zayi etmez.” Ebu Yakub Sûsî kuddise sırruhû ise yolcunun sefer esnasında dört şeye muhtaç olduğunu söyler: “Yapıp etmelerini doğru yönlendirecek bilgi, haram şeylerden sakındırmak için verâ, şevkle yol almak için güçlü bir istek ve kötü şeylerden korunmak için güzel ahlâk.” Sûfîler seferin muhtevası hakkında farklı tutumlar benimsemiştir. Bir kısmı hem bedenî hem de kalbî seferi tavsiye ederken, bir kısmı sadece kalbî seferi esas almış ve bu sebeple memleketlerini terk etmemişler. İmam Kuşeyrî kuddise sırruhû sûfîlerin çoğunun seyr u sülûklarının başlangıcında sefere çıktıklarını, daha sonra bir köşeye çekilip zorunlu olmadıkça maddî seferi terk ettiklerini söyler. Bir misal olarak da şu kıssayı nakleder: Şeyh Ebu Ali Dekkâk kuddise sırruhû hazretleri Merv şehrinde iken kendisini ziyarete gelen bir fakir; – Uzak bir yerden geliyorum. Sana ulaşmak için uzun yollar katettim, maksadım seninle görüşmektir, der. Bunun üzerine Şeyh buyurur ki: – Nefsinden sefer edebilseydin bir adım atman bile kâfi idi! Sefere çıkmayı tavsiye eden Bişr el-Hafî kuddise sırruhû şöyle demiştir: “Seyahat edin (cihad, ilim ve tebliğ için dolaşın) ki güzel ve temiz olasınız. Çünkü su bile bir yerde çok kaldığı zaman tadı ve rengi değişir, bozulur.” Bu sözü duyan bir başka velî ise; “Sen deniz gibi ol ki değişip bulanmayasın.” diye cevap vermiştir. Anlaşılıyor ki Hak yolcuları sefer hususunda mizaç ve meşreplerine göre farklı tavırlar benimsemişlerdir. Nakşibendiyye meşayihinin çoğu ise bir mürşid-i kâmil bulana kadar zâhirî sefer yapılmasını tavsiye etmiş, mürşidin bulunmasından sonra onun terbiyesine girip kötülüklerden iyiliklere manevi sefer yapılması gerektiğini söylemişlerdir. Nitekim Nakşibendiyye’nin on bir esası arasında yer alan “sefer der-vatan” prensibi de bu manayı ifade eder. Sûfîler için sefer bir mücahede şeklidir. Çünkü sefer ile kişi nefsinin alıştığı düzeni ve konforu terk eder. Yolda pek çok sıkıntıyla karşılaşır. Böylece hem sabrı artar hem de alışkanlıkların etkisinden kendisini kurtarır. Sonuçta ise kendi kalp âlemine dair daha derin bir idrake ulaşır. Ayrıca bağlandığı dünyalıklardan uzak kalarak tüm ilgisini Allah Tealâ’ya yöneltir. Şehâbeddin es-Sühreverdî kuddise sırruhû hazretleri bir sûfînin sefere çıkmasının sebeplerini şöyle sıralar: İlim öğrenmek, kâmil bir mürşid ve sâdık ihvan bulmak, boş adetlerden ve nefsanî bağlardan uzaklaşmak, nefsin hallerini keşfetmek, kâinattan ve geçmiş kavimlerin izlerinden ibret almak, gizli kalmayı ve bilinmemeyi tercih etmek... Kısaca zâhir ve bâtın seferin hakikati; kalbin zikir, amel ve mücahede ile Allah Tealâ’ya yönelmesidir. Bu yönelmeye fayda sağlayacak bedenî veya bâtınî her türlü yolculuk makbuldür. Gaye kötü huylardan iyi huylara hicret etmek ve Allah Tealâ’nın rızasını ve yakınlığını elde etmektir.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy