DERVİŞ BOHÇASI CİHAT CEYLAN
RECâ
(ÜMİT)
Sözlüklerde “ümit etmek, ummak, beklenti içinde olmak” gibi anlamlara gelen “recâ”, dini bir kavram olarak Allah Tealâ’nın affına ulaşma ümidini ve ilahî rahmetin tecellisiyle âkıbetinin güzel olacağına dair beklenti halini ifade eder.
Cenab-ı Hakk’ın rızasını kaybetme ve sevgisinden uzak kalma endişesini anlatan “havf: korku” kavramı ile onun zıddı olan recâ, birbirini tamamlayan ve dengeleyen iki güzel haslettir. Mümin, hayatında havf ve recâ arasında bir denge kurmalıdır. Recâ halinin aşırılığı kişinin affedileceği ümidiyle amelini terk etmesine, lâkaytlığa; havf halinin aşırılığı ise affedilmeme korkusuyla amel etmenin gereksizliği anlayışına, suizanna ve çeşitli psikolojik rahatsızlıklara sebebiyet verebilir. Bu sebeple sûfîler “Havf ve recâ amelin iki kanadıdır, onlarsız uçulmaz.” derler.
Havf ve recâ ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de mealen buyurulur ki: “Onlar yataklarından kalkıp korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah için harcarlar.”(Secde 16) İmam Kuşeyrî rahmetullahi aleyh bu ayet-i kerime ile ilgili olarak şöyle demiştir: “Bu ayet-i celile ilk bakışta ibadetin hakkını vermek, amel ve ibadet yapmak için müminlerin gece yataktan kalkmalarını ifade eder. Bâtında ise manevi hallere güvenmekten, amellerini öne sürmekten ve makam kuruntusuna düşmekten uzaklaşmaya işaret eder. Çünkü bu manadaki zâhirî ve manevî yanılgıların hepsi hakikatten perdelenmek demektir. Bunlar bir kul için öldürücü zehir gibidir. Bunun için ârif zâtlar amellerine güvenmezler, hallerine bakmazlar; alıştıkları şeylerden kalplerini ayırır, tamamen Rablerine yönelirler.”
İmam Gazâlî rahmetullahi aleyh recâ halini tarif ederken, “eğer umulan şey kalpte bir haz ve rahatlama meydana getirirse buna recâ denir” der.
İmam Kuşeyrî hazretleri de recâyı “ihsanı ve ikramı bol olan Allah Tealâ’nın cömertliğine güvenmek” olarak tanımlar. Şu halde recâ, Cenab-ı Hakk’ın rahmetine güvenmekle ortaya çıkan bir haldir; kulun ferahlamasına ve rahatlamasına sebep olur. Fakat burada dikkat edilmesi gereken husus, kulun gücü nispetinde amellerini yerine getirdikten sonra recâ duygusunu yaşaması gerektiğidir. Aksi durum gaflet ve aldanmadan ibarettir. Bu bağlamda Sehl b. Abdullah et- Tüsterî kuddise sırruhû buyurur ki: “Havf men edilenden uzak durmak, recâ emredileni yapmak için koşmaktır.”
Abdullah el-Ensârî kuddise sırruhû, “Ümitsizlik küfür içinde bir kapıdır. Allah Tealâ’nın rahmetinden ümidini kesmek küfürdür.” diyerek recânın imanın bir unsuru olduğuna dikkat çekmiştir. Ümitsizlik insanı boşluğa, anlamsızlığa düşürür ki, bu haller imanın zıddıdır. Recâ halinde olan kişi başına büyük bir felaket ya da musibet geldiğinde bile ümidini kaybetmez. İlâhi kudretin dışında bir şey olamayacağını, olan biten her şeyin arkasında bir hikmet bulunduğunu, sabreder ve kalbini isyandan alıkoyarsa yaşanan her şeyin lehinde olduğunu bilir. Zünnûn-i Mısrî kuddise sırruhû hazretlerinin şu sözü bu bakımdan çok anlamlıdır: “Recâ ümitli olmaktır. Kaderin tecellilerine rıza gösterip, kalbin acıyla sürur duymasıdır.”
Ebu Tâlib el-Mekkî kuddise sırruhû havf ve recânın iman ile ilgisini şöyle açıklar:
“Havf ve recâ imanın vasıflarındandır. İman ancak havfla kemâle ulaşır. Allah Tealâ’ya iman ile O’ndan korkan kişi aynı zamanda ümitvâr olmazsa iman etmiş olmaz.”
İmam Muhâsibî rahmetullahi aleyh ümit edenleri üç kısma ayırır:
- Kişi bir hayır işlemiştir, amelinde sâdık ve ihlâslıdır. Bu amelinden sevap umar, yaptığı hayrın kabulünü ister ve Allah Tealâ’dan mükâfat bekler. Kendisine ahirette merhamet edilecektir.
- Bir başka adam bir yanlış yapmış ve Cenab-ı Hakk’a tevbe etmiştir. Bu da tevbesinin kabulünü ve hatasının affını isterek sevap umar. Bu kimse affedilir, cezaya çarptırılmaksızın kendisine merhamet edilir. Bu iki kişinin recâsı (ümidi) doğrudur.
- Bir adam da devamlı günah işler, istemeden de olsa nefsinin peşinde koşar. Bu kişi günahlarıyla Allah Tealâ’nın huzuruna çıkmak istemez ama tevbe etmeden bağışlanmayı bekler. Üstelik aynı suçları işlemeyi de bırakmamıştır. Fakat ümidi de vardır. Bu kimse aldanmış, sahte bir ümit peşine düşmüş demektir. Boşuna heveslenmektedir.
Allah Tealâ’ya güvenmenin bir göstergesi olan recâ, O’nun rahmetinin genişliğinin ve büyüklüğünün farkında olma halidir. Bu sebeple olsa gerek Yahya b. Muâz kuddise sırruhû Cenab-ı Hakk’a şöyle yakarmıştır: “İlahî! Huzurunda nasıl ümitli olmayayım? Ben hiçbir şeyi hak etmemişken sen türlü nimetler içinde yolculuğumu başlatmışsın. Nasıl da korkmayayım? Sen ki dilediğin her şeyi yapansın!”
Recâ ve havf halinin mümin üzerindeki sonuçlarını Cüneyd-i Bağdâdî kuddise sırruhû şöyle özetler: “Recâ, Allah Tealâ’ya olan taate teşvik eder; ibadet ve itaati istekle yaptırır. Havf ise kulu Cenab-ı Hakk’a karşı isyan ve günahtan uzaklaştırır. Kul ile günahı arasında girerek isyana engel olur. Recâ ile havf aslında Yüce Mevlâ’nın bize iki ihsanıdır.”