Hayâ
“Hayâ” kelimesi sözlüklerde “utanma, sıkılma, edep, namus, Allah korkusu ile günah olan şeylerden kaçınma” anlamlarına gelir. Dilimizde de ahlâkî bir kavram olarak kullanılan hayâyı meşhur lügatçi Râgıb el-İsfahânî rahmetullahi aleyh şöyle tarif eder: “Nefsin çirkin, fena işlerden içe çekilmesi, sıkılması veya çekinmesidir.” Tasavvufi bir kavram olarak ise hayâ; “Her türlü zâhir ve bâtın günah ve isyandan uzak durmakla birlikte Hakk’a yakınlığın doğurduğu çekinme ve acizliğini bilme hali olup, iddiadan ve nefsine arka çıkmaktan vazgeçmektir.”
Hayâ hem sevgi hem saygı içerir. Hayâ sahibi kusur ve günahlarının farkındadır; bu sebeple Hakk’a karşı daima boynu büküktür. İmam Sülemî kuddise sırruhû der ki: “Hayâ, üzerine düşen vazifelerdeki kusur ve ihmâlinin farkında olarak itaat ve ibadete gayret etmektir.”
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
– Allah’tan gerektiği gibi hayâ edin!
Bunun üzerine sahabiler;
– Ey Allah’ın Peygamberi, zaten hayâlı davranıyoruz, elhamdülillah, deyince de şöyle buyurdu:
– “O sizin anladığınız utanma hissi değildir! Allah’tan gereği biçimde hayâ etmek demek; başı ve başta bulunan organları, karın ve karının içindekileri her türlü günah ve haramlardan korumak, ölümü ve toprak altında çürümeyi daima hatırlamaktır. Ahireti isteyen dünyanın süsünü bırakır. Kim bu şekilde davranırsa Allah’tan gereği gibi hayâ etmiş olur.” (Tirmizî)
Yine Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi sellem; “Hayâ bütünüyle hayırdır.”, “Hayâ imandandır.” ve “Her dinin bir ahlâkı vardır. İslâm’ın ahlâkı ise hayâdır.” (Muvatta) gibi hadis-i şerifleriyle hayânın ne kadar önemli olduğunu bildirmiş, Allah’tan hayâ edilmesi (utanılması) gerektiğini hatırlatmıştır.
Hâris el-Muhâsibî kuddise sırruhû, hayânın “Allah’ın razı olmadığı bütün kötü huyları terk etmek” olduğunu söyler. Cüneyd-i Bağdâdî kuddise sırruhû ise “Kişinin bir taraftan verilen nimetleri, diğer taraftan kendi kusurlarını fark etmesi durumunda hayânın doğduğunu” söyler. O halde hayâ, Âlemlerin Rabbi’nin verdiği bunca nimete karşılık O’na layık bir kul olamadığı idrakinin kişide yerleşmesi ve O’ndan utanmasıdır. Böylece hayâ duygusu kulun günah işlemesine engel olur.
Zünnûn el-Mısrî kuddise sırruhû hazretleri; “Hayâ, yapılmaması gerekenleri yaptığın için kalbinde korku bulunmasıdır” derken, hayâ ile korku arasındaki bağa işaret eder. Buna göre günah işlerken Allah’tan utanıp korkmayanlar hayâdan nasipsizdir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin “Utanmıyorsan dilediğini yap!” hadis-i şerifini bu manada anlayabiliriz. Çünkü Rabbi’nden hayâ etmeyen kişi her türlü günahı işleyebilir. Nefsinin her dediğinin fütursuzca peşine gider.
Yahya b. Muaz kuddise sırruhû hazretleri şöyle der: “Bir kimse Yüce Allah’tan hayâ ederse, O da kereminden hayâ edip kuluna azap etmez. Kul itaat halindeyken Allah’tan hayâ ederse, O da isyan halindeyken ondan hayâ eder. (Günahını mağfiretiyle örter.) Fakat kulunki pişmanlık hayâsı, Allah Tealâ’nınki ise kerem hayâsıdır.”
Bu söz, kalbinde Rabbi’ne karşı utanma hissiyle amel eden kişinin, insanlık halinden kaynaklanan kusur ve günahlarının Âlemlerin Rabbi’nin sonsuz keremiyle mağfiret edilip yüzüne vurulmayacağını hatırlatır. Allah Azze ve Celle, kendisinden utananlar için “Settâru’l-uyûb”dur. Yani ayıpları örtendir.
Ebu Abdurrahman Sülemî kuddise sıruhû hazretleri hayânın Allah Tealâ’nın azametini idrakten doğduğunu söyler ve sözlerine şöyle devam eder:
“Allah Tealâ’nın heybet ve azametini düşününce kul; tevhidinin, bilgisinin, hizmetinin ve hasenatının kusurundan, bunların Hakk’ın emrine uygun olmayacağından utanır.”
Serî es-Sakatî kuddise sırruhû hazretleri günahı terk etmenin üç yolu olduğunu söyler: “1) Cehennem korkusu, 2) Cennet arzusu, 3) Yüce Allah’tan hayâ etme duygusu.”
Bu üç halin en makbulü sonuncusudur. Çünkü “ihsan” haline delâlet eder. Bu hal üzere olan kişi, Allah Tealâ’nın her an kendisini gördüğünü, iki omzundaki kirâmen kâtibîn meleklerinin her yaptığını kayda geçirdiğini bilmekte ve buna göre davranmaktadır.
Ebu’l-Hasan Mâverdî kuddise sırruhû hayâyı, Allah’a, insanlara ve kişinin kendisine karşı hayâsı olmak üzere üçe ayırır ve şöyle açıklar:
- Allah’a karşı hayâ: O’nun emir ve yasaklarına uymakla olur.
- İnsanlara karşı hayâ: Onlara eziyet etmemek ve yanlarında çirkin işler yapmaktan ve kötü sözler söylemekten kaçınmakla gerçekleşir.
- Kişinin kendine karşı hayâ: Yalnızken ve bir aradayken edep sahibi olmaktır.
Hayâ fıtrî bir duygudur; Allah Tealâ her insana vermiştir. Fakat kişi bu duyguyu ya muhafaza eder ya da kaybeder. Hayâ İslâm ahlâkının temeli, imanın tabii bir neticesi iken, insan nefsinin ilâhlaştırıldığı günümüzde utanma duygusu taşımak, hayâ sahibi olmak bir tür eziklik gibi görülüyor. Fakat görüldüğü üzere hiçbir yaptığından utanmamak, Allah’tan da kuldan da hayâ etmemek kimseye huzur vermiyor; aksine hayatı yaşanmaz kılıyor. Şeyh Abdullah Dihlevî kuddise sırruhûnun buyurduğu üzere “Nefsaniyetin olduğu yer cehennemdir.”